Kadın Olmak, Erkek Olmak (Oedipus Karmaşası 55)
Erdoğan Özmen

Freudçu Oedipus karmaşasının esasen bir baba karmaşası olduğundan ve baba-oğul ilişkisine yoğunlaştığından ben de zaman zaman söz ettim. Şüphesiz bazı sebepleri ve gerekçeleri olsa da annenin enikonu bir nesneye indirgendiği teorik bir yapıdır bu. Dahası çoğu zaman anneden söz edilmez bile. Örneğin, kendi Oedipus teorisini desteklemek için icat ettiği mitin (“Totem ve Tabu”nun ilksel klan miti) sıkça alıntılanan masalsı satırlarında annenin adı bile geçmez: Bir zamanlar ilksel bir klan vardır. Bir de klanın, tüm dişileri kendine saklayan, yetişkin oğullarını uzaklaştıran ve kadınlara ulaşmasını yasaklayan sert, kıskanç ve tüm-güçlü babası. Birgün, uzaklaştırılan erkek kardeşler kadınlara sahip olabilmek için bir araya gelirler, babalarını öldürerek yiyip yutar ve ataerkil hordaya son verirler. Böylece, bu unutulmaz ve suç niteliği taşıyan eylem pek çok şeyin -toplumsal örgütlenmenin, ahlaki kısıtlamaların ve dinin- başlangıcı olur. Çünkü, cinayetin ardından yoğun pişmanlık ve suçluluk duygularına (metinde bu duyguların nedenine/kaynağına ilişkin herhangi bir açıklama yer almaz) kapılan kardeşler, iki temel tabu oluştururlar: Babayı öldürme yasağı ve ensest (anne ile seks) yasağı.

Yani, psikanalizin kurucu babası, önce eril Oedipus karmaşasını keşfeder. Çok sonra, dişil ödipal meselelere eğilir ve bununla ilişkili bir dizi makale yazar: “Cinsler Arasındaki Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları” (1925), “Kadın Cinselliği” (1931) ve “Kadınsılık” (1933).

                                                       ***

Oedipus karmaşası bireysel öznenin simgesel-kültürel düzene girişi ve yerleşmesi için gerekli koşulları yaratan/sağlayan yapıysa eğer, bu ancak öznenin cinsiyetlenmesiyle, yani erkek veya kadın olarak kendi simgesel konumunu üstlenmesiyle bir aradadır. Freud’un esasen kendi kendini analizi sayesinde keşfettiği klasik Freudçu şemayı yeniden özetleyecek olursak:             

Başlangıçta hem kız hem de erkek çocuğun sevgi nesnesi  annedir. Erkek çocuk için annenin bu konumu pre-ödipal dönemden sonra  ödipal dönemde de aynı biçimde devam eder. Bu orijinal dualistik ilişki babanın müdahalesiyle sekteye uğrar ve belirgin bir kaygıyla (kastrasyon kaygısı) sonuçlanır. Babadan kaynaklanan söz konusu kastrasyon tehdidine bağlı olarak oğlan paternal otoriteyi (paternal yasak ve talepleri) içselleştirir ve anneden sevgi nesnesi olarak (ensestiyöz nesneden) vazgeçer. Böylece, bir bakıma apar topar sonlanan karmaşa geride bir miras bırakır: Kastre edici babadan duyulan korkunun, babanın yasak ve taleplerinin etkisiyle, onların içselleştirilmesiyle oluşan süperegodur bu miras. Ve böylece ensest yasağı/egzogami kuralı yerleşir: Demek oğlan bu durumu kabullenip yetişkin bir erkek olduğunda, diğer kadınlarla cinselliğe hak kazanacaktır. Özellikle “Kadın Cinselliği” (1931) metninde pre-ödipal dönemi ve anneye bağlanmayı öne çıkaran Freud (nitekim bu dönemin ve anneyle ilk bağın/bağlanmanın önemini geç fark ettiğini teslim edecektir), bu yeni içgörülerden sonra ödipal anlatıda erkek çocuk açısından herhangi bir değişiklik yapmayı düşünmez. Sadece, pre-ödipal dönemin ‘tabiatı’ gereği anne asıl ebeveyn konumundadır ve varoluşu çocuğun pasif arzu nesnesi olmakla sınırlı değildir artık.

                                                       ***

Kız çocuğu için de pre-ödipal dönemin sevgi ve bağlanma nesnesi annedir. Ancak, belli bir noktada sevgi nesnesi olarak annenin yerini babanın alması gerekecektir. Şöyle yazacaktır Freud:

“Küçük kızlarda Oedipus karmaşası oğlanlara göre fazladan bir sorun yaratır. Her iki olguda da anne orijinal nesnedir ve oğlanların bu nesneyi Oedipus karmaşasında muhafaza etmesinde şaşırtıcı bir şey yoktur. Ama kızların onu terk etmesi ve yerine bir nesne olarak babalarını geçirmeleri nasıl olmaktadır?”[1]

Ya da şöyle:

“Kadının annesiyle ilişkisi orijinal bir ilişkidir, babaya bağlanması ise bunun üzerine inşa edilmiştir ve şimdi, evlilikte orijinal ilişki bastırmadan kurtularak ortaya çıkar. Çünkü kadınlığa doğru gelişiminin temel içeriği duygusal nesne bağlanmalarının (affective object attachment) anneden babaya taşınmasında yatar.”[2]

Bu değişimi mümkün kılan şey, Freud’a göre kız çocuğunun penisi keşfetmesi, ve “penis haseti” (penis envy) denen şeyin ortaya çıkmasıdır: Cinsler arasındaki söz konusu anatomik farkın keşfiyle kız çocuğu oğlana göre -deyim yerindeyse- bir yoksunluktan muzdarip olduğu hissi/idraki eşliğinde oğlandaki gibi bir penise sahip olmak ister. Penisten yoksun olduğu olgusu, kıskançlık ve aşağı olma duyguları uyandırarak, kız çocuğunun kızgınlıkla anneden uzaklaşıp babaya yönelmesiyle sonuçlanacaktır. Yoksun olduğu şeyin babadan elde edilmesi ümidi vardır bu yönelişte.  Burada penis hasetinin bir değişikliğe uğrayarak ikincil bir biçim kazanması, yani bir penise sahip olmanın yerine bir çocuğa sahip olma arzusunun geçmesi vardır bir de:

“Dişilerde kastrasyon karmaşasının etkileri oldukça farklıdır. Kadın kendi kastrasyon olgusunu çoktan kabullenmiştir, onunla birlikte erkeğin üstünlüğünü (superiority) ve kendi aşağı oluşunu da (inferiority), ama olayların bu tatsız durumuna isyan eder. Bu bölünmüş tutumdan üç gelişim çizgisi açılır. Birincisi cinsellikten genel bir tiksintiye yol açar. Oğlanlarla kıyaslama yüzünden ürkmüş küçük kız klitorisinden memnuniyetsizlikle/doyumsuzlukla (dissatisfied) büyür ve fallik etkinliğinden, onunla birlikte genel olarak cinselliğinden ve başka alanlardaki erilliğinin neredeyse tamamından vazgeçer. İkinci çizgi, tehdit altındaki erilliğine ısrarlı bir dediğim dedikçilikle yapışmaya yönlendirir. İnanılmaz derecede geç bir yaşa kadar bir gün bir penise sahip olma umuduna sarılır. Bu umut yaşamının amacı haline gelir ve her şeye rağmen bir erkek olma fantazisi uzun dönemler boyunca sıklıkla biçimlendirici bir etmen olarak sebat eder. Kadınlardaki bu “erillik karmaşası” bariz bir eşcinsel nesne seçimine de neden olabilir. Eğer yalnızca gelişimin üçüncü, oldukça dolambaçlı yolunu izlerse, babasını nesnesi olarak aldığı ve böylece Oedipus karmaşasının dişil biçimine doğru yola koyulduğu nihai normal dişil tutuma ulaşır. Böylece kadınlarda Oedipus karmaşası oldukça uzun bir gelişimin son-ürünüdür. Kastrasyonun etkisiyle yıkıma uğratılmaz, bilakis yaratılır, erkekte Oedipus karmaşası üzerinde yıkıcı bir etkisi olan güçlü düşmanca etkilerden kurtulur ve esasında kadın tarafından hiç aşılmaması da oldukça sıktır”[3]

Demek kastrasyon kaygısı eril ödipal karmaşayı sonlandıran olay iken kaygının -deyim yerindeyse- dişil muadili olan penis haseti dişil ödipal karmaşayı tetiklemekte, tesis etmektedir. Ödipal karmaşanın “kadın tarafından hiç aşılamayan bir şey olması”, demek nihai bir sondan/çözülmeden yoksun olması aynı zamanda o çözülmenin/sonlanmanın mirasçısı olan süperegonun da  kadında -erkek eşdeğerinin taşıdığı- benzer sertlik ve katılığa erişememesiyle sonuçlanır.

Freud’a göre kız çocuğu nihayetinde dişillik patikasına girmek istiyorsa, demek, aynı zamanda bünyevi bir eksiklikle de (penisin yokluğu) koşullanmış olan bir değişikliği üstlenmek, yani sevgi nesnesini değiştirmek, annenin yerine babayı geçirmek zorundadır. Aynı bağlamda bir başka değişikliği kat etmeli, kendi erotojenik bölgesini fallik/klitoral olandan vaginal olana kaydırmalıdır:

“Fallik evrede kızların ana erotojenik bölgesinin klitoris olduğu görüşümüzü sürdürme hakkına sahibiz. Fakat şüphesiz öyle devam etmez. Dişilliğe doğru değişimle birlikte klitoris duyarlığını, aynı zamanda önemini tümüyle ya da kısmen vaginaya devretmek zorundadır. Kendi gelişimi boyunca kadının yerine getirmesi gereken görevlerden birisi budur…Şimdi kızın gelişiminin yüklendiği ikinci görevi görelim… İlk duygusal nesne yatırımları (first object-cathexes), majör ve basit hayati ihtiyaçların tatmin edilmesine bağlanma içinde ortaya çıkar, ve çocukların bakım koşulları her iki cinsiyet için de aynıdır. Fakat Oedipus durumunda kızın babası onun sevgi-nesnesi olur, ve gelişimin normal seyrinde söz konusu paternal nesneden bir nesnenin nihai seçimine uzanan kendi yolunu bulacağını umabiliriz.”[4]

Freud’a göre demek ki, epeyce dolambaçlı, karmaşık ve küçük düşürücü bir yoldur kadınlığın yolu. Üstelik hayli imkansız ve ümitsiz bir yol.


[1] Freud, SE XIX, s. 251

[2] Freud, SE XXI, s. 231

[3] Freud, SEXXI, s.229-30

[4] Freud, SEXXII, s.118-19