Rövanşizm
Tanıl Bora

CHP genel sekreteri Selin Sayek Böke'nin kayırma ekonomisiyle semirtilmiş bazı firmaların tasarrufundaki projelerin kamulaştırılacağını söylemesi, rövanşizm suçlamasına vesile olmuştu. Geçen hafta Meclis’te CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu sermaye gruplarıyla ilgili kamulaştırma hedefini zikrederken, “kamulaştırma yapacağız ama kin ve intikam duygusuyla hareket etmeyeceğiz” şerhini düştü. CHP’li büyükşehir belediye başkanları, geçmiş dönemlerin yolsuzluklarının üzerine giderken, intikam amacıyla hareket etmediklerini vurguluyorlar.

Birçok analist, geniş bir muhafazakâr seçmen kitlesinin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kerhen veya çarnaçar desteklemeye devam etmesinde rövanşizm endişesinin temel etken olduğunu söylüyor. Eh, AKP yönetimi de bu tehdit algısını memnuniyetle besleyip büyütüyor. Bir “gidecek” olurlarsa, 28 Şubat’ın bin beterinin sökün edeceği bir rövanş korkusu…

Muhalefet de, en ‘sembolik’ işaret olarak, kimsenin başını örtüp örtmediğine karışılmayacağını tekrarlayarak, rövanş endişesini teskine çalışıyor.

***

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının kendisinin, -özellikle mevkiini tahkim ettikten, özellikle de o tahkimat bir evham kalesine dönüştükten sonra-, rövanşist bir siyaset izlediğine dair, bol bol ‘âcil ve yakın’  şikâyet var. Ergenekon, Balyoz davalarında 28 Şubat’ın rövanşını alma saikiyle davrandığını, birçokları dile getirmişti. Sadece 28 Şubat’ın falan değil, tümüyle “cumhuriyetin,” yani tek parti döneminin rövanşının alındığını düşünenler az değil. İktidar sözcü ve destekçilerinin, bu kanaati doğrulayan tavır ve beyanları da hiç az değil. Her türlü musibetin yegâne kaynağı olarak döne döne tek parti devrini hatırlatan bir retrospektif teyakkuzu, kronik bir rövanş arzusunu alesta tutuyor.

HDP’ye yönelik takibat, “barış süreci”nin uzun bir rövanşı mahiyetinde. Osman Kavala, Gezi ve Selahattin Demirtaş davalarının safahatına ve müsaadeye mazhar medyasındaki temsiline bakanlar, rövanş ruhunu hissediyorlar.

İntikam için “soğuk yenen yemektir” deyimi var ya, meşhur. Bu iktidarınki, 7/24 açık soğuk büfesi, adeta.

***

Kestirme ve keskin söylersek: Türkiye’nin siyasî tarihinde rövanş, sağın olayıdır.

Demokrat Parti’nin siyasî mağduru olduğu 27 Mayıs darbesi, Yassıada duruşmaları ve üç idam, -siyasî günahtır, hukuk skandalıdır ve her idam gibi insanlık suçudur-, sağ için kendisine karşı işlenmiş bir rövanşizmin tükenmez pınarı işlevini gördü. Sağ, buradan kendi rövanşizmi için meşruiyet devşirdi - hâlâ bile devşirir. 12 Mart darbesinden sonra infaz edilen üç idam cezasının, sağ siyasetin gönül dünyasında, Yassıada idamlarının simgesel rövanşı olarak ‘kutlanmış’ olduğu, çok konuşulmuştur.

Asıl, rövanşizmin söylemsel devamlılığı üzerinde duracağım. Sancaktarı, Necip Fazıl’dır. Necip Fazıl’ın siyasî mesaisinin önemli bir kısmını, 1950’lerde Menderes’e, ’60’larda ve ’70’lerde Demirel’e, tek parti devrinin intikamını almak üzere CHP’nin canına okuma telkininde bulunmak işgal etmiştir. Canına okumak, itidalli bir tarif olabilir. O, “nasıl Hitler hareketinin arkasından Yahudiler…  kendilerine hiçbir hayat hakkı bulamadılarsa” diye koyuyordu ölçüyü. Menderes’in misyonunu, “seni fareden intikam alman için seçen milletin iradesine tercüman olarak, veba sıçanını kanun yoluyla gebertmektir” diye tanımlıyordu.[1] ’70’lerde kullandığı teşbihler de daha narin değildir:  “kökünden kazınması…”;  “Halk Partisi uru bu vatanın ciğerinden nasıl sökülebilir?”; “muhalefetteki iki canlı partinin (AP ve MHP) bütün canlarını tek mihrakta toplayıp CHP üzerine bir ölüm ışığı yöneltmek ve onun sahte canını yok etmek…”[2]

Necip Fazıl  rövanşizmi, yani acımasızca, gaddarâne intikam almaktan sakınmamayı, “ya ol ya öl!” düsturuyla özetlediği beka meselesinin kalbi olarak görüyordu. Menderes’in zevalini, rövanşist olamamasıyla açıklıyordu. Konferanslarından birinde söylediği aktarılan “Yâ müntâkim[3]! Bizi intikamına memur et!” sözü, geçtiğimiz yıllarda AKP örgütleri ve savunucularınca tutkuyla kullanılmıştır. Özetle, Necip Fazıl’da rövanşizm, siyasî pathos ve ethos unsurudur. Hem coşku verir, hem davasında kararlı ve “samimî” olmanın ölçüsüdür. Necip Fazıl’ın, Millî Görüş ‘bazlı’ kadroların siyasî sosyalleşmesindeki derin etkisini zikretmeye gerek görmüyorum.

***

Ülkücü-milliyetçi muhitlerde, eski usul sloganlardan modern sosyal medya paylaşımlarına, “Kana kan intikam” lâfzının dua gibi tekrar edildiği malûmdur. (Evveliyatında, “kinimiz dinimizdir” şiârı var.) Ülkücü-milliyetçi gösterilerde, standart “ülkücü yemini”nden uyarlanan, ayrıca bazı polis okullarında da okutulduğu ortaya çıkan sözleri, sürekli intikama, adeta varoluşsal anlam taşıyan intikama bağlanır: “İntikam! İntikam! İntikam daim olsun.”[4]

***

Halit Narin’in ünlü sözünü unutmayalım. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu başkanının 12 Eylül darbesinden hemen sonra sarf ettiği o “Hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” sözü, arzulu bir rövanşizmin ifadesiydi. Halis sınıfsal rövanşizm. O gün bu gündür gülerler.

***

Türkiye’de rövanşizmden söz edilecekse, önce buralara bakmak lâzım. Mevcut iktidarın bir âhirine dair bir tartışmaya girmezden önce, çok önce, rövanşizmin, Türk sağının yapısal bir ‘olayı’ olduğunu, onun siyasî ethos’unun bir yapıtaşı olduğunu unutmamak gerekir.

***

Sözlükler, tek kelimeyle “intikam” diye karşılıyor rövanşı. Eski Fransızca revengir/revenger üzerinden Batı dillerine intikal etmiş. Onun kökündeki vengier/venger, “öç almak, cezasını vermek” demek. Latince “koruma, muhafaza etme” anlamına gelen vindicare fiilinden türemiş. (Meşhur “vendetta”nın, kan davası yani, kökeni de bu fiil.) Yani kelimenin kaynağında korunma ‘refleksini’ arayabiliriz. Ve tekrar ifade eden “re” ön ekini taşıyan bütün kelimeler gibi reaksiyoner (re-aksiyoner!) ve ‘performatif’  bir ruh taşıyor, bir şeye karşı, mukabele olarak yapılan ve sonradan tekrarlanan, ‘orijinalin’ tekrarı mahiyetinde bir eylem…

Osmanlıca veya Arapça intikam ise malûm, öç alma, hınç duyma manasına geliyor. Hıncın Frenkçesi resentiment, re-sentiment; düz çevirirseniz karşı-duygu, duygu tekrarı, âhir-duygu, yani ilk hissedişten sonra ‘yapay’ olarak devam ettirilen, sündürülen duygu! Nietzsche’nin hıncı hor görmesi, bundandı. Alınamayan intikamın duyguda-düşüncede yaşamaya devam ettirilmesi demekti hınç, zehirleyici bir duygu-düşünceydi. Rövanşizm de işte o zehri taşır.

***

Rövanşizm kavramı siyasetbiliminde, bir yenilgi veya mağduriyetin kayıplarını telâfi ve tazmin etmeyi hedefleyen, çok defa kayıptan veya mağduriyetten sorumlu tutulanların cezalandırılmasını da öngören siyasî talebi tanımlıyor. Kavrama asıl hararetini, cezalandırma arzusu veriyor.

Kavram, Fransa’da 1870/71’de Prusya karşısında uğranan yenilgi üzerine gelişen milliyetçi akımı (revanchisme) tanımlamak üzere ‘çıkmıştı’.  Bilhassa Alsas-Loren’i geri alma ülküsüne sabitlenen bu akım, yüzyıl başına kadar sürdü. Rövanşizm, askerî yenilgilerin öcünü alma ve bu yenilgilere bağlı antlaşmaları ilga etme talebini tanımlamak üzere kullanılmaya devam etti. 1. Dünya Savaşından sonra Versailles ve Trianon anlaşmalarının mağluplarının (Almanya, Bulgaristan, Macaristan) güttükleri siyaset, rövanşizm diye tanımlandı.

***

Geçen yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle 1980’lerden sonra rövanşizm, diktatörlük rejimlerinden demokrasiye geçiş süreçleri bağlamında başvurulan bir kavramdır. Bildiğim kadarıyla ilk kullanımlarından biri, ta 1956’da, İspanya Komünist Partisi’nin tarihî lideri Santiago Carrillo’ya ait.  “İç savaşın nefretini ve hıncını gömmek gerekir, çünkü rövanş hisleri yapıcı değildir,” demiş. İspanya’nın Franco sonrasında ufak ufak parlamenter demokrasiye geçişinin öncü şahsiyetlerinden Katalunyalı Josep Tarradellas’tan, “fıtraten anti-rövanşist” diye bahsedilir. Bu geçiş süreci azamî ihtiyatla yürütüldü. Sözgelimi birçok eleştirel tarihçinin, yutkuna yutkuna, Franco’nun şahsını rencide etmemeye özen gösterdiği aktarılır. Rövanşizm ithamından sakınma endişesi, geçmişle hesaplaşmayı frenleyen bir işlev kazandı. Bu hesaplaşamama meselesi, çağdaş İspanyol yazar Javier Marias’ın romanlarının kadrolu hayaletidir.

Güney Afrika’nın geçiş sürecinde Nelson Mandela’yı yücelten, bir insanlık kahramanı yapan başlıca hasletlerinden biri, rövanşizme iltifat etmemesi idi.

Latin Amerika’da askerî diktatörlüklerden çıkış süreçlerinde de rövanşizm çok tartışıldı. Özellikle Brezilya’da. Arjantin’de askerî rejimin bazı yönetici ve ‘yüksek memurlarının’ yargılanması, hapis cezaları alması, Brezilya’da iktidardan gitmekte olan askerî yönetimin tabii ki hoşuna gitmemişti. 1985’te başkan seçilen Tancredo Neves, geçişin arızasız gerçekleşmesi için onları yatıştırmak üzere, revanchismo siyaseti gütmeyeceği vaadini sloganlaştırdı. Nitekim Brezilya’da, diktatörlüğün ağır cürümlerinin sorumlularıyla ilgili, Arjantin derecesinde (bile) kovuşturma yapılmadı.

Son kertede başarısı şüphe götürmeyen Güney Afrika örneğinde bile, geçmişle hesaplaşma açığı, hâlâ tartışılan bir konudur. İspanya ve Latin Amerika tecrübeleri ise, rövanşizm ithamının ve bu ithamdan kaçınma endişesinin, geçmişteki ağır insan hakkı ihlâlleriyle yüzleşmemenin, adaleti engellemenin ve cezasızlığın mazeretine dönüştüğünü düşündürtüyor.

Rövanşizmin yapıcı, kurucu olmayan, zehirleyici bir duygu-düşünce olduğuna hiç şüphe yok. Bununla beraber rövanşizm ithamının, adalet talebine karşı kalkan yapılabildiğinden şüphelenmek için sebepler var.

***

Yazının başında bahsettiği çıkışıyla ilgili Selin Sayek Böke, niyetlerinin rövanşizm değil, kamu kaynaklarının talan edilmesiyle gasp edilen bir kamusal hakkın tesisi olduğunu söylemiş.[5] İntikama, “acısını çıkartmaya” değil, bir hak kavramının yeniden tesisine, adalet talebine yaslanan, yapıcı-kurucu bir tarif bu. Böke’nin çıkışı üzerine açılan tartışmada Ruşen Çakır’ın söylediği yalınlıkla, rövanşist olmayan bir hesaplaşma mümkün olmalı.[6] Biriken mağduriyetlerin, adaletsizliklerin beslediği rövanşizmin zehirli bir duygu-düşünce olduğunu biliyoruz. Panzehir, gözünü geleceğin inşasına dikmiş, adaletli bir geçmişle hesaplaşmadır. Toplumun adalet tecrübesiyle öğrenerek (yeniden) toplum olması, “bir daha asla” bilincinin gelişmesi, buna bağlıdır. Bu panzehirin işlemediği bünye, yine zehrini atamaz.


[1] “Sağın biley kayışı olarak CHP,” Birikim, sayı 287 (Mart 2013), s. 56-61.

[2] 20 Aralık 1977, 22 Eylül 1978 ve 20 Ekim 1978 tarihli Büyük Doğu yazıları.

[3] İntikam alan. İslâmiyette Allah’ın 99 isminden biridir.

[4] Daha sonra bu yeminin okutulmasıyla ilgili soruşturma başlatıldığı haberleri çıktı: https://odatv4.com/intikam-videosuna-iki-sene-sonra-aciklama-29121950.html

[5] https://www.birgun.net/haber/chp-genel-sekreteri-selin-sayek-boke-sirketleri-degil-projeleri-kamulastiracagiz-315892

[6] http://rusencakir.com/Rovansist-olmadan-hesaplasma-mumkun-mu/7522