Geçtiğimiz aylarda üzerine epey yazılıp çizilen “Bir Başkadır” hakkında yazma arzumu ifade ettiğimde, Tanıl Bora “Birikim Haftalık” için sipariş vermişti. Bu ricayı yerine getiremedim ama geçen sürede, dizinin kışkırttığı ‘konuşma” ve temas arzusunun, “geçtik oraları” iddialarının tam tersine doğru ilerleyen gelişmeler başka konuda yazma ihtiyacı yarattı. Bu gelişmelerin başında, iktidar cephesinden gelen reform dedikoduları ve bunlar etrafında yapılan tartışmalar var. Tartışmalara paralel olarak yürüyen, “ittifakın geleceği” ve “yeni vesayet” temaları ayrı başlıklar olarak sayılabilir.
“2020 Kutuplaştırma Araştırması” verileri de, bir başka kışkırtıcı neden. Kutuplaştırma, ötekileştirme, temas ve tahammül sorunları meselesinin sadece yüzeyde etki gösteren, failinin iktidar olduğu bir zorlamadan ibaret olduğunu düşünmek, yarattığı kalıcı bozulmayı görmeyi, kabul etmeyi biraz zorlaştırıyor. Bir durum tespiti olmaktan çok yapanın sorumlu olduğu kötücül bir eylem olarak tarif edilmesi gereken “kutuplaştırma”, özellikle genç nüfustan başlayarak belirli bir gevşeme yaşıyor ama meselenin kalıcılaşma istidadındaki bir “kutuplaşma” haline gelmesi riski hiç az değil.
Nefesi çok çabuk kesilen reform çıkışına yüksek bir ön talep ve erken siparişler gelmişti. Erdoğan’ın söyledikleri daha havada asılıyken, epey ileri iddialar hızla ortaya döküldü. Paranın kokusunu alan piyasalar müspet cevap verdi. Daha çok Arınç’tan bahsedildi ama aslında Adalet Bakanı, Cemil Çiçek, İhsan Arslan gibi iktidar içinden başka isimler de mevzuya girdi . Senelerdir bıkmadan usanmadan “yeni bir durum’” muştulayan ve ilginç biçimde buna alıcı bulabilen “iktidara yakın” dış çember hemen harekete geçti. Kürt sağından da “Erdoğan’ı biz MHP’ye ittik” nedametleri dile geldi. Ancak gaz çok çabuk kesildi.
Bahçeli’nin kesici ve süpürücü atağıyla, “reform” işinin çerçevesinin serbest tartışmaya konu edilmeyeceği hemen görüldü. Elbette mecburiyetler, arayışlar ve ihtimaller üzerine söylentiler devam etti ve ediyor. Gizli temaslar, bilinse sarsıntı yaratacak zemin yoklamalar, sürprizli hazırlıklar hakkında tevatür muhtelif. Genelkurmay’da yakını olan arkadaşının söylediği “kesin bilgilerle” askerliğin kısalacağının koğuşlarda yayılma hızına benzer bir dinamik halen işliyor. Bunlar, bazen “umut tükenmedi”, bazen de “tehlikeli tuzak” etiketiyle gündeme getiriliyor. Bu arada bazı şeylerin sahiden olması da pekâlâ mümkün.
Bence, sadece Bahçeli o kadarına izin veriyor diye değil, iktidar ittifakının tamamı ve Erdoğan da böylesini münasip bulduğu için, Dimyat’a pirince gitme niyeti zayıf. Adına “reform” denecek şeyler yapılacaksa bile bunun mevcut iktidar terkibiyle yapılması daha güçlü olasılık. Bütçe görüşmelerindeki hükümet tavrı, Bahçeli’nin zorlayıcı hamlelerinden rahatsız olması beklenen Erdoğan’ın kısa bir aradan sonra enerjik biçimde geri döndüğü kutuplaştırma dili, meclisten çıkartılmaya çalışılan “STK’lara kayyım” yasası ve son olarak AİHM kararlarına verilen tepkiler, hiç flu olmayan bir resim çiziyor.
Nerede bu rahatsızlar?
Elbette herkesi boşa düşürecek oyunlar kurulması ihtimali ve bazı senaryolar hala gündemde. Ancak yakın dönemde neler olabileceği hakkındaki fikir temrinlerinden daha bariz bir hakikat var: Ne iktidarın içindeki ne dışındaki memnuniyetsiz kalabalığı, “sahici reformlar” için –iddia edildiği gibi– güçlü bir tazyik oluşturuyor. En azından, bu konuda cesaret verici bir liderlik veya teşvik edici bir zemin yok ve olanlar da kolayca görmezden gelinebilecek kadar cılız. Bir şeyler olacağı fikrini besleyen ana argüman, “Erdoğan’ın sıkışmışlığı” olmaya devam ediyor ama değişimi iten bir dinamiği tarif edebilen yok.
Meseleye eklenen ittifakın geleceği ve muhtevası tartışmalarına da özel olarak değinmek gerek. Yaygın görüş, Bahçeli’nin Erdoğan açısından da rahatsız edici bulunan bir cendere yarattığı şeklinde. Buna “Bahçeli vesayeti” adını verenler de var. Bahçeli’nin veya biraz daha genelleştirerek iktidarın milliyetçi-ulusalcı kanadının rollerini biraz abartılı ifade ettikleri, bunun birtakım alternatif arayış endişeleriyle tetiklendiği yolunda iddialar var. Bunların tamamı genel anlamda doğru. Ancak bu görüntünün kesinlikle bir ittifak çatlağı ile sonuçlanacağı öngörüsü için fazla aceleci olunduğu söylenebilir.
Emin olmamakla –kim olabilir ki– birlikte benim kişisel kanaatim; bu gerilimli görüntünün, kıskacı daraltmak kadar yüksek barajlar sayesinde hareket imkânları yaratmakla da ilgili olduğu. Fakat bu olasılıklar veya denklemin bilinmezlerinden daha açık olan hakikat: İktidarın taşıyıcı tabanı veya aslında kutuplaştırmanın hedef kitlesinin artık iyice birbirine benzeyen bir “homojenleşme” yaşadığı. MHP’nin baskın rolünden rahatsız bazı AKP’liler olabilir ama iktidar seçmeninin tamamının hatta kahir ekseriyetinin kendini sürüklenme ve zorlama içinde hissettiğinin işaretlerini görmüyoruz.
Gelelim Bilgi Üniversitesi tarafından üçüncüsü (2015, 2017, 2020) yapılan kutuplaştırma araştırmasının sonuçlarına: (https://www.turkuazlab.org/ilgili-projelerimiz/turkiyede-kutuplasmanin-boyutlari-2020/) Araştırmanın en önemli bulgularından biri, siyasal tercihlerin artık kimlik haline dönüşmeye başladığı şeklinde. Gelişen bu kimliklerin “ötekiler” hakkındaki kanaatleri ve tasavvurları da fena halde rahatsız edici. Örneğin cevap verenlerin neredeyse yarısı (%48), rakip (veya kendisine en uzak) siyasi çevrelerin telefonlarının dinlenmesini gayet makul buluyor. Yüzde 40 civarında bir oran, “onların” yürüyüş, gösteri yapmasını hak olarak görmediği gibi asla doğru bulmuyor. En uzak siyasi çevrelere ilişkin sıfatlar da son derece sertleşmiş durumda.
Özellikle iktidar seçmenlerinin kendilerine atfettikleri üstün özelliklere karşı, uzaklarındakilere bakışlarındaki aşağılama iyice koyulaşmış. Bunca yılın ardından bunun mağduriyet öfkesine bağlanması artık zor. Araştırmada yıllar itibariyle nispi bir gerileme gösterilmiş olsa da, temassızlık ve tahammülsüzlük endişe verici düzeyde. Bırakın başkalarının hakları ya da demokrasinin gereklerini, bir arada yaşamanın asgari zemini artık sorunlu görünüyor. Kutuplaşma ve kimlik havuzları son beş yılın mahsulü değil ancak kışkırtmaların sonuçsuz kalmadığı, sanılandan daha etkili olduğu anlaşılıyor.
Üzüm üzüme bakarken
Araştırmanın dikkatle incelenmesiyle daha değişik çapraz sonuçlar üretilebileceği açık. Çalışmanın bilimsel koordinatörü Prof. Dr. Emre Erdoğan, katıldığı medyascope yayınında, kutuplaşma yüzünden ittifak tabanlarındaki benzeşmeye dikkat çekiyor. Özellikle AKP ile MHP tabanlarındaki aynılaşmanın bir süredir bariz hale geldiğini, açıkça ölçülebilir olduğunu söylüyor. Yapılan güncel tartışmalara bu veri penceresinden bakılınca, sadece araştırma bulguları değil yaşanan pratik gelişmelerin seyri de, sayısal gerilemeye rağmen hâkim eğilimin hegemonyasının zayıflamadığını gösteriyor.
İktidar bloku, –daha çok MHP’ye atfedilen– yüksek faşizan bir momentin etkisine girmiş görünüyor. Dışarıdan yorumlayanların bir kısmının aksi iddialarına rağmen, iktidarın (özellikle Erdoğan’ın) kendi yoklamalarından çıkarttığı sonucun da böyle olduğu anlaşılıyor. Belki bir tür akraba evliliği sonucunda, dominant kötü genetiğin ağır bir patolojiyle açığa çıkmasından söz edebiliriz. “Merkez-çevre sosyolojisinin” kendiliğinden üreteceği demokrasi talebine ilişkin anlatı çökeli uzun süre olmuştu. Şimdi de Bahçeli etkisini, bu “sosyolojiyi” (hatta Erdoğan’ı) bozan bir dış enfeksiyon gibi tarif etme yaklaşımı revaçta.
Hınç, rövanş, öfke ve linç toplamını siyasi bir rota, ana iktidar motivasyonu haline getiren dinamik, etkilenme ya da teslim alma-olma ilişkisinden çok, hastalıklı genetik örtüşme gibi duruyor. İttifaklar düzeninin ortaya çıktığı ilk zamanlarda AKP tarafından kolayca yutulacağı söylenen MHP’nin, giderek iktidarın belirleyicisine dönüşmesi, taban ve siyaset dinamiklerine rağmen bazı mecburiyetler sayesinde işlemiş olabilir ama bu buluşmanın dönüştürücü etkisi olmadığını düşünmek çok gerçekçi değil. Mesela Çakıcı bile, Erdoğan’ı devlet başkanı, Bahçeli’yi Cumhur İttifakı lideri olarak tarif ediyor.
Bu dönüşme-dönüştürme ilişkisini, Erdoğan’ın rotası –sineye çektikleri– yerine Bahçeli söyleminden okumak da mümkün. HDP’lilerle “sıcak” tokalaşmadan “flu görüyoruz” düzeyine, oradan da “itlaf edilecek haşerat” aşamasına yapılan yolculuk bir manevra değil. Benzer tabloyu “ekmek için Ekmelettin” hamlesinden “milli güvenlik sorunu CHP” için tahkikat komisyonu kurmaya varan yolculukta da izleyebiliriz. Bu söylem değişikliğinin iktidarın siyasi hattını belirlemedeki etkisi üzerinde yeterince duruluyor ama bunun her düzeyde ve özellikle de taban seviyesinde içselleştirilmesi biraz fazla hafife alınıyor sanki.
Etkilediği seçmen sayısı azalan kutuplaştırma söyleminin gücünü sürdürmek için doz artırmak zorunda kaldığı doğru. Bir azınlığın, sessiz rahatsızların üzerinde gürültülü bir tahakküm kurduğu da söylenebilir. Temel sorun alanlarında iktidar tavanının tabandan hızla uzaklaştığı, güçlü orijinal kanalların zayıfladığı da ortada. Fakat kutuplaştırmadaki niceliksel gevşemeye rağmen, söylemin yıkıcılık düzeyi ve kabul sınırları aşırı ilerlemiş-genişlemiş durumda. İttifakların siyasal işleyiş üzerinde yarattığı etkiler yanında siyasi kimlikleri biçimlendirmede de bozucu fonksiyonuna biraz daha kafa yormak gerekecek.