Kabak Suriyeli Mültecilerin Başında mı Patlayacak?
Kenan Erçel

Memlekette muazzam bir basınç birikmesi var; adeta düdüklü tencereye dönmüş durumdayız. En son, AKP üst düzey kadrolarının nazire yaparcasına tıp personeli ve diğer yüksek risk gruplarındaki vatandaşlardan önce Covid aşısı olarak sergiledikleri iktidar nobranlığı, “ooh, ooh”çuluğu muhalif cenahtaki hınç ateşini harlamakta. Madalyonun öteki yüzündeyse “yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar”la mücadele diye yola çıkıp her geçen gün bu 3Y ile daha fazla özdeşleşen ve o yüzden derin bir meşruiyet krizi içerisindeki iktidar cephesinin gerginliği, hırçınlığı var. Gittikçe keskinleşen bu çelişkinin orta ve uzun vadede nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek güç ama kısa vadede kabağın Suriyeli mültecilerin başında patlama ihtimali kaygı verici.

Gün geçmiyor ki geleneksel ve sosyal medyada Suriyeli mültecilere dair bazıları daha üstü örtük, bazıları daha aleni biçimde nefret söylemi içeren ifadelere rastlamayalım. Türkiye’de yaşayan Suriyeliler’in aslında tuzunun kuru olduğu, aldıkları devlet yardımlarıyla yan gelip yatarak T.C. vatandaşlarından daha rahat bir hayat sürdükleri minval haberlerden, aşağıda bir örneği yer alan ve doğrudan linçe çanak tutan paylaşımlara uzanan bir yelpazede envai çeşit ötekileştirici, düşmanlaştırıcı ifadeyle karşılaşıyoruz her gün. Hrant Dink Vakfı bünyesinde kurulan Asulis’in (Dil, Diyalog, Demokrasi Laboratuvarı) “Suriyeli Mülteciler Medyada Nasıl Hedef Gösteriliyor?” başlıklı kısa videoda[1] derlediği gazete manşetleri durumun vehametini çarpıcı şekilde özetliyor: “Suriyeli hırsız tutuklandı”, “Suriyeli Nankörler: Savaştan kaçıp sığındıkları Türkiye’de ulu önder Atatürk’e hakaret yağdırdılar”, “İşsize vermedikleri maaşla Suriyeliye iş ögretecekler”, “Türk savaşıyor, Suriyeli sevişiyor”, “Suriyeliler AIDS getirdi”, vb.

(Facebook, 16 Ekim 2020)

Bu ayrımcı zihniyet ve ayrımcılıktan alınan hazza karşı olgular üzerinden mücadele vermek güç. Örneğin, hangi etnisiteden olursa olsun 4-5 milyon kişilik bir grubun istatistiki bir kaçınılmazlık olarak belirli sayıda hırsızı, katili, tecavüzcüyü bünyesinde barındıracağı gerçeğinin pek alıcısı yok. Ya da Suriyeli yetişkin erkekleri ülkelerinde kalıp savaşmadıkları için korkaklıkla itham edenlere, ortada bir iç savaş falan yokken dahi Türkiye’deki gençlerin büyük çoğunluğunun geleceğe dair en büyük arzusunun yurtdışına kapağı atmak olduğunu hatırlatmak beyhude. Suriyeli mültecilerin ekonomiye zarar verdikleri, iş piyasasında T.C. vatandaşlarını mağdur ettiklerine kani olanların, Suriye’den gelen göç dalgasının yerli istihdamı ve ücret ortalamasını olumsuz yönde etkilemediğini sonucuna varan bir akademik çalışmaya[2] kulakları tıkalı. Yeri gelmişken, ABD’de Latin Amerikalı göçmenlere yöneltilen suçlamalara benzer şekilde Türkiye’de Suriyeliler’e[3] dair dile getirilen şikâyetlerde de göze çarpan paradoksal niteliğin altını çizmekte fayda var: Yan gelip yatıyorlar, işlerimizi çalıyorlar!

Ve ne yazık ki bu bilgi kirliliği ve ayrımcı söylemlerle en etkili şekilde başedebilecek, başetmesi gereken devlet kurumlarına itimat çok düşük düzeyde. Dolayısıyla resmi makamlar, örneğin, üniversite başvurularında Suriyeli öğrencilere ayrıcalık tanınmadığını beyan ettiklerinde, yalancı çoban misali, bu sefer doğruyu söylüyor olabileceklerine özellikle muhalif kesimden pek inanan çıkmıyor.

Yukarıdaki satırlardan kasıt, “Suriyeliler meselesi”nin sadece bir yanlış bilgilen(dir)me, önyargı meselesinden ibaret olduğu değil. Farklı bir dil, kültüre sahip, üstelik iç savaştan apar topar kaçıp bir başka ülkeye sığınmış, sayıları kısa bir zaman zarfında milyonları bulmuş devasa bir kitlenin göç ettikleri ülkenin toplumuna entegrasyonu en ideal koşullarda bile çok çetrefilli bir süreç. Zaten yeterince zorlu olan bu sürece T.C.’nin ideal olmaktan fazlasıyla uzak koşulları ve o koşulların son dönemde pandemi yüzünden —daha doğrusu, pandeminin çok kötü yönetilmesi yüzünden— hepten kötüleşmesi eklenince tam bir barut fıçısıyla karşı karşıyayız.

Muhalif kesimin hatırı sayılır bir kesimi için Suriyeliler sadece davetsiz misafir değil, aynı zamanda AKP’nin uzantısı. Zira söz konusu kesim için Suriyeliler belki de herşeyden önce AKP’nin Suriye’de yürüttüğü yanlış politikanın ete, kemiğe bürünmüş hali. İlaveten, iktidarın Suriyeliler’i potansiyel oy deposu olarak gördüğü, onlara vatandaşlık vererek seçimlerde avantaj sağlamayı planladığı da son birkaç seçimdir dolanan söylentiler arasında. Dahası, laik kesimin ekseriyeti için Suriyeli olmak gerici, bağnaz, köktendinci, seriatçı olmakla neredeyse eşanlamlı. Gerçi Suriyeli mültecilere genellenemeyecek bu vasıfları hakikaten taşıyan Suriyeli cihatçılar namluyu Dağlık Karabağ’daki Ermeniler’e, Rojava’daki Kürtler’e doğrultunca “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi devreye giriveriyor.   

Özetle, Millet İttifakı kanadının büyük bir çoğunluğu için Suriyeliler, yandaşın Arap olanı. Dolayısıyla iktidarın hukuksuz, ceberrut uygulamalarından bezmiş ama gücü ona yetmeyen muhalefet, hıncını o iktidarın unsurlarından biri addettiği Suriyeliler’den çıkarmaya yatkın.

Kısmen muhalefetin kendilerine atfettiği saikler, kısmen başka saiklerden dolayı iktidar cephesinde —özellikle AKP’liler arasında— Suriyeliler’e karşı daha hoşgörülü bir tutum var gibi. Ne var ki sosyolojik saha çalışmaları bu nispeten misafirperver yaklaşıma fazla bel bağlanamayacağını gösteriyor. Örneğin, Suriyeliler Barometresi başlıklı kapsamlı anketin[4] sonuçlarına bakılırsa Suriyeliler’e karşı olumsuz kanılar Türkiye toplumunun genelinde çok yaygın ve zaman içerisinde daha yaygınlaşmakta. 2019’da yapılan söz konusu çalışmada “Bir Suriyeli ile iş için ortaklık kurabilirim” önermesine verilen yanıtların %75.3’ü olumsuzdu. Benzer şekilde “Çocuğumun Suriyeli biriyle evlenmesine izin veririm” önermesine olumsuz yanıt verenlerin oranı %81.3’tü. Bu önermelere verilen yanıtlar üzerinden hesapanan “sosyal mesafe” indeksi 2017’de yapılan ankete kıyasla daha yüksekti. 2021 anketinde mesafenin azalmasını beklemek için pek bir sebep yok. Zira 2019 anketi yapıldığında daha ortada Covid belası yoktu,”sosyal mesafe” sosyolojik bir terimdi.

Sosyolojik çalışmaların bulgularına ilaveten iktidarın Suriyeli mültecileri AB’ye ve diğer uluslarası aktörlere karşı koz olarak kullanmasına AKP tabanından dişe dokunur bir itiraz gelmeyişini de not edelim. Örneğin, 2020 Şubat’ında İdlib’te Türk silahlı kuvvetlerini hedef alan hava saldırısına cevaben T.C. yetkilileri AB’ye gitmeye çalışan mültecileri durdurmayacağını beyan etmiş ve yüzlerce mülteci Edirne’ye hücum etmişti. Bu ve benzeri oportünist hamlelere verdikleri tepki(sizlik) AKP’li seçmenlerde de milliyetçi reflekslerin ümmet kardeşliğine ağır bastığını gösteriyor.  

Kısacası, Türkiye’deki Suriyeliler için tehlike çanları çalıyor. Kendi aralarında tartışırken gürültüden rahatsız olup şikâyete gelen komşuya patlayan karı-koca misali İYİCHP’lisi de AKMHP’lisi de Suriyeliler’i günah keçisi belleyip öfkelerini onlardan çıkarmaya teşne. Nitekim son birkaç senedir Türkiye’nin dört bir yanında Suriyeliler’e yönelik linç girişimlerine şahit olduk. Örneğin, 2019 Eylül’ünde Adana’nın Dumlupınar Mahallesi’nde 11 yaşındaki bir çocuğun bir Suriyeli tarafından cinsel istismara uğradığı iddiası üzerine iki gün boyunca muhitteki Suriyeliler’in ev ve işyerlerine yönelik saldırılar yapılmıştı.[5]

Benzeri hadiseler başka illerde de yaşandı. Bu saldırılarda öldürülenler, yaralananlar oldu ama neyse ki 6-7 Eylül pogromuna ya da Maraş Katliamı’na benzer dehşette bir olay yaşanmadı…henüz. Zaten T.C.’de bu tür büyük çaplı kıyımlar kolay kolay spontan şekilde cereyan etmez, organize işlerdir. Ve yine neyse ki şimdilik böyle bir tertipe girişilme lüzumu görülmedi. Fakat yoksulluğun insanları intihara sürüklediği, umutsuzluğun had safhaya vardığı, hızla distopik bir çehreye bürünen Türkiye’de şayet “birileri” o ya da bu sebeple bu kıvılcımı çakacak olursa ortam havai fişek imalathanesi gibi infilak etmeye elverişli. 


                                   

[1] https://hrantdink.org/tr/asulis/faaliyetler/projeler/medyada-nefret-soylemi/934-medyada-suriyeli-multecilere-yonelik-nefret-soylemi-videosu-yayinlandi

[2] Doç. Dr. Hasan Tekgüç ve Doruk Cengiz çalışmada şu sonuca varmışlar: “Genel kanının aksine Suriye’den gelen büyük göç dalgası ülkemizdeki toplam istihdamı ve ücretleri düşürmedi. Hatta araştırma sonuçlarında Suriyeli göçmenlerin, Türkiye vatandaşlarının kayıtlı çalışma ihtimalinin artmasına katkıda bulunduklarını gözlemledik.” https://www.mahalligundem.com/suriyeli-gocmenler-turkiye-deki-istihdam-piyasasini-nasil-etkiliyor/6530/

[3] Polat Alpman’ın işaret ettigi üzere “Suriyeliler” ifadesi bir kısaltma işlevi de görüyor: “Her ne kadar sosyal medyada dolaşan havadislerde ‘Suriyeli’ ifadesi kullanıyor olsa da saldırıya uğrayan kişiler Iraklı, Afganlı, Yemenli, Bangladeşli ya da başka memleketten gelen sığınmacılar da olabiliyor, buna rağmen Suriyeliler ifadesi, sanki bir tür kısaltma olarak kullanılıyor”. https://birikimdergisi.com/haftalik/8396/suriyelileri-nicin-dovmeliyiz   

[4] https://www.unhcr.org/tr/wp-content/uploads/sites/14/2020/09/SB2019-TR-04092020.pdf

[5] Galeyanın başladığı ilk gün valiliğin cinsel istismarın failinin Türkiyeli olduğunu ilan etmesine rağmen saldırılar ertesi gün de devam etmişti. https://www.evrensel.net/haber/387262/adanada-suriyelilere-donuk-linc-girisimi-gun-boyu-surdu