Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör tayin etme olayı şimdiden önemli bir siyasi olay haline geldi, ancak göründüğünden daha da önemli olduğunu sanıyorum. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın bu davranışı zihninde bir süredir oluşturmaya çalıştığı daha kapsamlı bir planın önemli bir parçası. Bunun nasıl bir plan olduğunu entelektüel düzeyde iktidar olamamak üstüne söylediği sözlerden hemen kavrayabiliriz. Bunun başlangıcını da birkaç yıl daha önce İstanbul İl Başkanı’na söylettiği “Biz artık sizden fikir alacak değiliz” deklarasyonuna götürebiliriz.
“Entelektüel alanda iktidar olamama” tesbitinde Tayyip Erdoğan haklı. Olamadılar. Bu şimdiki kadrolara göre daha “mürekkep yalamış” gibi duran Gülen cemaatinin münevverleriyle araları bozulmasaydı da böyle bir “iktidar” kuramazlardı. Çünkü entelektüel bir yaratıcılığa sahip olmak dogmatik bir inançla yan yana yürümez. Gülenciler daha esnek “görünse” de bu yalnızca bir görüntüydü.
Tayyip Erdoğan’ın entelektüel bir yaratıcılığa sahip olamayan bir siyasi hareketin uzun süre egemenliğini sürdüremeyeceği tesbiti de doğruydu. Sürdüremez. Öte yandan, sadece “ihale” yasası çıkarma konusunda gösterilen şecaat da bu kadroların hem kafayı neye taktıklarını, hem de başarılarını açığa vuruyor.
Durum böyleyse Tayyip Erdoğan ve kadroları kollarını sıvamalı, hareketin entelektüel bagajını doldurmalı... diye düşünebiliriz; ama bu iş kolay bir iş değildir. “Ol” demekle insan ilim irfan sahibi olmaz. “Bilgi” öyle elma armut gibi bir şey değildir; tohumu ekilip meyvası alınmaz.
O halde ne yapmak gerek? Tayyip Erdoğan erişmek istediği ama erişemeyeceğini de sanırım anladığı yeri tahrip ederek orayı ele geçirmeye karar verdi. Her işini zorla yapmaya alıştığı için olsa gerek, zorla aydın yetiştireceğini de (daha doğrusu başkalarının aydınının yetişmesini engelleyeceğini) aklı kesti. Bunun bir adımı (önemli bir adımı) olmak üzere de Boğaziçi saldırısını başlattı.
Bunun zorlu bir iş olduğunu herhalde tahmin ediyordu. Zorluğu göze aldı. Çünkü, bu “entelektüel iktidar” stratejisinin yanında başka sorunları da vardı. Boğaziçi’nde okuyup yetişen “elitler” konusunda yaptığı edebiyat bu öfkesini açığa çıkarıyor. Tabii bu yalnız Boğaziçi Üniversitesi’yle sınırlı bir şey değil. Tayyip Erdoğan ve çevresindekiler “elit” sevmiyorlar ve zaten bu kelimeyi bir hakaret sözü olarak kullanıyorlar. Oysa elbette, “elit olmak” 1) kötü bir şey değil; 2) kolay bir şey de değil. Ayrıca, faşist veya faşizan diktatörlüklerde şaşmaz bir biçimde karşımıza çıkan bir davranış. Entelektüel yaratıcılıkla dogmatik inancın yanyana varolamayacağını söylemiştim.
Tayyip Erdoğan’ın saldırı girişimi karşısında Boğaziçi Üniversitesi’nin hem hocalarının, hem de öğrencilerinin tutumu ve eylemleri bence tam olması gerektiği gibi oldu. Karşı geldiler, gelecekler de. Bu işin sonunun nasıl geleceğine dair bir tahmin yürütemiyorum ama iki tarafın da kendi istediği sonucun oluşması için ellerinden geleni yapacağı belli. Erdoğan’ın aklında, “tek adam” olmaya karar verdiği sürecin başında Gezi Direnişi karşısında duralamasının anısı hâlâ bir hayli taze olmalı. Tayyip Erdoğan mizacında bir adamın kolay kolay sineye çekebileceği bir durum değil bu.
Dolayısıyla Boğaziçi’nde elde etmeyi istediği sonucun aynı zamanda Gezi’nin intikamı olmasına önem verdiğini düşünüyorum. Elinin altındaki “kaba kuvvet”le böyle bir sonuç alması imkansız görünmüyor. Böyle bir kol bükme stratejisi Tayyip Erdoğan’ı ve yakın çevresini rahatsız etmez. Tersine, bundan özel bir zevk almaları da muhtemeldir, ama bunun toplumda geniş bir tepki yaratacağını tahmin ediyorum.