Merhamet Kaybı
Erdoğan Özmen

İnsanlıktan çıkmak, insanlığımızın tümden silinmesi diye bir şey varsa eğer, merhamet kaybıdır o. Merhamet kapasitesinin tümden yok olmasıdır. Muhatabımızın yine de insan olduğu inancıyla teselli bulacağımız son zerrenin de ortadan kalkması, geride insanca olan hiçbir şeyin kalmamasıdır. Dayanaksız, çıplak, kimsesiz kalakalmak, artık hiçbir temas ve ilişki noktası bulamamaktır.

Sesimizi duyacak kimsenin kalmaması, kimsesizliğin en saf halidir belki de. Sesimizin, çığlığımızın ulaşacağı kimsenin olmadığını bilmek… Acımızı görecek kimseyi bulamamak. Buz gibi bir kalpten, hiç insafı olmayan bir ruhtan daha korkuncu ne olabilir ki?

Varlığımızın dayandığı o nihai ses/buyruk/yasa, varlığımızı bir arada tutan son çekirdek bunun için; un ufak olmayalım, geride kalacak olan sefil bir insanlık posası, müsveddesi derekesine düşmeyelim diyedir.        

Gaddarlığın bir sınırı olduğuna, en gaddarca eylemlerin bile en nihayetinde bir engelle karşılaşacağına inanmak isteriz. Dahası gaddarlığı kuran ve var eden şeyin o engeli kendinde bünyevi olarak taşıması olduğuna… Ama ya o engel de ortadan kalkmış ve gaddarlıktan/acımasızlıktan zevk alır hale gelmişsek? Merhametsizlik üzerinde tepindiğimiz ve sergilemekten zevk aldığımız bir şeye dönüşmüşse?

Cinsel haz ya da uyarılma olmaksızın ruhsuz bir zalim konumuna yerleştiğimiz bir sadizm türü ya da başkasının acı ve çaresizliğini izlemenin verdiği zevk, tatmin ve üstünlük hissi tüm varlığımızı katetmişse?

***

Öğrendiğimiz ilk insanlık dersi, neredeyse etimize kazınan ilk bilgi, edindiğimiz ilk duygudur merhamet. İnsana güvenmeyi öğreniriz ilk, öteki insanın merhametli, şefkatli kucağına bırakmayı kendimizi, tasasızca, tedirginlik duymadan teslim olmayı. Merhamet, şefkat, vicdan ve eşduyum (empati) bir ve aynı kökten gelip ikinci bir deri oluyorsa bedenimize, bundandır. Varlığımızın aynı anda hem en derin, en mahrem hem de en dıştaki, yüzeydeki, kabuktaki kapasitesidir o. Her yönde yayılan bir anlamsızlık kütlesini geride bırakarak acıyla yüklü bedensel deneyimin öteki sayesinde ruhsal bir nitelik kazandığı ve yatıştırıldığı ilk büyülü anların mirasıdır. Ötekiyle birlik olduğumuz, ötekine uzandığımız, ötekinden medet umduğumuz, demek tek başınalıktan kurtularak anlam ve dayanaklarını ötekiyle ilişki sayesinde tesis ettiğimiz bir varoluşun armağanıdır. Ete işleyen bilgi budur: İlk öteki (anne-Öteki: mOther), söz konusu o talebi, o çığlığı, yakarışı karşılıksız koymadığı, bizi yüzüstü bırakmadığı, şefkatli/merhametli/empatik kelime ve eylemleriyle sarıp sarmaladığı içindir ki, dayanılmaz bedensel acı artık başka bir şeye dönüşür, simgesel/ruhsal bir boyut kazanır. Öznelerarası alanın bir meselesi haline gelerek, demek belli bir anlamla buluşarak önceki dehşetini kaybeder.

***

Demek merhametimizi/vicdanımızı kaybetmek insanlığımızı kaybetmekle eşdeğerdedir. İnsanlığımızın tutunduğu, insanlığımızı koruyan son çıpayı. Belli iktidar ve güç stratejilerine kapıldığı ve duçar olduğu için, bazı politik/ideolojik/kültürel süreçlerin sonunda belli bir topluluğun topyekûn vicdan ve merhametini kaybetmesinden daha korkunç ne olabilir ki? İnsanın üzerinde durduğu insaniyet zemininin belli ideolojik/politik cereyanlar karşısındaki bu kırılganlığı ve zayıflığı üzerine ne kadar düşünsek, tefekkür etsek ve tartışsak yeridir. Belki de söz konusu o iktidar ve güç pratikleri/stratejileri ile aynı anlama gelen şey, yani tüm libidinal yatırımını bizzat yasanın ve gücün sahibi belirli bir fallik figüre yapmanın ve böylece onun bahşeden ve yoksun bırakan “kudretiyle” kaynaşmayı ummanın korkunç sonuçları üzerine… Yoksunluk ve sefaletimizin gerçek sebepleriyle yüzleşme ve karşılaşmanın imkân ve araçlarını yaratamadığımız, kendi kudretimize inanmadığımız ölçüde tüm gücü ve iktidarı konumlandırdığımız söz konusu fallik figürle uygun bir ilişki ve yakınlık (özdeşleşme) içinde olursak, aynı güç/iktidar ve zevk araçlarına ortak olacağımızı sanmanın, bu berbat yanılsamayı ve kısırdöngüyü tekrarlayıp durmanın zavallılığı üzerine…

Bu sadistik zevkin, bu merhamet ve vicdan kaybının irili ufaklı çeşitli performanslarına daha bir süre maruz kalacak, katlanacağız ne yazık ki. Her şeyin (arzu “nesnelerinin”, metaların, tüketim alışkanlıklarının, kimliklerin, ilişkilerin, aidiyetlerin, mekânların) uçucu, istikrarsız, akışkan, yüzergezer, birbiriyle değiştirilebilir olduğu bir zaman bu. Bireyin/öznenin de bu akışkanlığa, geçiciliğe, istikrarsız oluşa kendini uydurabildiği, mütemadiyen değişen imaj ve kimlik setleriyle özdeşimler kurabilme esnekliğine sahip olduğu ölçüde değerli sayıldığı bir zaman. Ama yeniden bir toplum olmak istiyorsak, kendinin ve başkalarının haysiyetine aynı ölçüde inanan ve sahip çıkan insanların toplumu olacaksak, o sadistik zevk sahnelerinden, merhamet ve vicdan kaybının korkunç tezahürlerinden, hepimizi o melanetlere maruz bırakan sebeplerden yola koyulacağız. Hiçbirini ıskalamadan. Bunun en can yakıcı temsili ve hatırlatıcısı olarak ölü bir çocuğun, Berkin Elvan’ın ve annesinin insafsızca çiğnenen ve lime lime edilen haysiyeti ve hatırası bir mıh gibi çakılı dursun zihnimizde.