Youtube’da 90’ların Türk pop şarkılarına ait videolara biraz olsun göz atmış herkesin dikkatini çekmesi muhtemel bir olgu: neredeyse her şarkının altında geçmişe, “eski Türkiye’ye” duyulan özlemi ifade eden yorumların yaygınlığı. Mustafa Sandal’ın “Onun arabası var, özel mi özel/ Şöförü de var, güzel mi güzel” diye giden “Araba” şarkısına yazılmış “Ülke olarak çok gerilere gitmişiz 90 lar resmen ülkenin en güzel ve gelişmiş zamanları” yorumu mesela,[1] ya da Eurovizyon’da üçüncülük alarak tüm ülkeyi sevince gark eden “Dinle” şarkısının altında ifade bulmuş “1997 yılı bizden şuan 23 yıl daha ileri ağlıyorum sinirden”; Yeşim Salkım’dan “Deli Mavi”ye ait “Ulkenin fakir, ama insanlarinin çok daha mutlu oldugu zamanlardi” ve “Ben Yoldan Gönüllü Çıktım”a uygun görülen “90 lar cocuguyum ne guzel gunler yasadik siyasetsiz polemiksiz” (ki bunu yazan kişinin takma adının “%100 Kemalist” olması da ayrıca dikkate şayan).
90’lara yönelmiş bu tür bir nostalji hakkında çok yazıldı, bu nostaljinin olmayan bir geçmişe duyulan bir özlem olduğu çok tekrarlandı. Zaten 90’lar Türkiyesinin siyasetsiz, polemiksiz bir yer olduğu türünden iddialarının elle tutulur yanı yok da; o eski Türkiye’nin bu denli ayrışmamış olduğu, daha geniş bir toplumsal barışın tesis edildiği fikrinin zorla kaybetmeler, ölüm oruçları ve “Hayata Dönüş Operasyonu” gibi gerçekleri görmezden geldiği çok söylendi.
Zaten dikkatli bakılırsa bu 90’ların pop şarkılarına yönelmiş nostaljinin genel olarak o yıllarda çocuk olan kişilerce deneyimlendiği fark edilebilir. 90’ları özleyen esasında kendi çocukluğunu özlüyordur, 90’ların daha basit, daha mutlu, daha “saf ve temiz” olduğuna dair inançlar, 90’ların kendisinden ziyade insanın çocukluğuna dair hisleridir.
Burada örneklemin kendisini doğurduğu, yani 90’lı yılların şarkılarını açıp dinlemek için zaten o yıllara yönelmiş bir özlemin içinde olmak gerektiği de aşikar, ama yine de hemen hemen şarkının altında ifade bulmuş bu özlemde, nostaljiye dair standart fikirlerimizi aşan bir şeyler var bence. Birincisi, her daim muhafazakarlıkla, son dönemde de bilhassa yükselen neo-Osmanlıcılıkla ilişkilendirilen alışıldık nostalji kalıplarının aksine bu videolar etrafında kendine yer bulan ve eski Türkiye’nin daha özgürlükçü, daha barışçıl, daha eşitlikçi bir yer olduğuna dair inancın kendisini doğrudan tutuculukla ilişkilendirmek zor. Bu inancın seçici geçirgenliği (Kürtlerin, sınıfsal çatışmaların vs. bu tahayyülün dışında kalması) yine de topyekün bir muhafazakarlıkla denkleştirmiyor bu nostaljiyi. Eski Türkiye’de Huysuz Virjin’in televizyon programı yapabildiğini, ekranda içki içmenin daha normal olduğunu düşünmek, yine de gündelik hayata dair önemli ve haklı bir noktaya işaret ediyor.
Bu kısmen doğru isyanın ısrarla bu platformda dile getirilmesinin tuhaflığı cezbediyor beni burada. Eurovision yarışmasına ait eski kayıtları izleyip sinirden ağlamak şeklinde ifade edilen ve sık sık karşımıza çıkan bu ruh hali. Yani bir yandan siyasiliğe göz kırpan bir eleştirinin defaatle dile getirilmesi, mevcut düzenden memnuniyetsizliğin kabına sığmayıp sürekli taşma haline ulaşması, ama bu eleştirilerin hiçbir yetkili merciye erişmeyecek, hiçbir sonuç doğurmayacak bir platformda, anonim olarak dile getirilmesi. Siyasi özneliğin sıkıştığı o dar alan.
Bir yandan, siyasi özneliğin sıkıştığı o dar alanın bizzat kendisi bu ifade formlarını doğuruyor elbette. Daha yeni tanıklık ettiğimiz gibi, aşağı değil yukarı bakmak suçundan, ritme göre zıplamak suçundan göz altına alınabildiğimiz bir ülkede, herhangi bir isyanın, itirazın ancak Mustafa Sandal şarkılarının altında, anonim olarak yapılabiliyor olmasında şaşılacak bir şey yok o açıdan.
İtalyan otonomistlerinden Franco Bifo Berardi, Türkçeye çevrilmemiş Futurabilità kitabında, Spinoza’dan Deleuze’e uzanan bir hat çekerek, bireyin-- harekete geçme yetisinin azalmasıyla ilişkilendirdiği-- “üzgün edilimler” (sad passions) içinde olmasını, bireyin kabahati değil, iktidarın doğrudan bir sonucu sayar. Hareket alanı kısıtlandığı için, “güç” uygulandığı için birey üzgün edilim deneyimler; bu bireyin yanılgısı ya da suçu, yahut şahsi iradesi yoluyla yok sayabileceği bir durum değildir. Yani bu faydasız isyanı Youtube’da dile getiren anonim kullanıcı, durumu yanlış anladığı için değil, bilakis doğru anladığı için bu kanala yönelmiştir.
Yine de tweet atmanın, aşağı değil yukarı bakmanın, ritme göre zıplamanın suç olduğu bir yerde, Youtube’da eski Türkiye’yi özlemenin, Eurovision kayıtlarına bakıp ülkenin haline sinirden ağlamanın suç olmayacağının bir garantisi yok elbette. Yani bu isyan illa ki etkisiz, karşılıksız, bedelsiz, apolitik bir isyan olmak zorunda değil. Bunu da iktidarın hayatın her alanını denetim altına alma, muhalifliğin bütün kalelerine girme, bütün tersanelerini zaptetme arzusunun paradoksal bir sonucu olarak görebiliriz: Kendi haline bırakılsa etkisiz, nötr edimler olarak kalacak davranışların (zıplamak, yürürken yere bakmamak, pop şarkılarına yorum yazmak) siyasi direniş eylemleri haline gelmesi. Siyasi öznenin hareket alanının bu denli kısıtlanması sonucu, gündelik hareketlerin siyasi bir içerik kazanması. Normal şartlar altında Mustafa Sandal dinleyip çocukluğunu özleyecek sıradan insanın kendini, kaçınılmaz, göz ardı edilemez bir biçimde (siyasetsiz polemiksiz günleri özlerken dahi) bir anda siyasi özne olarak, iktidarın doğrudan muhatabı olarak bulması.
Günün sonunda, buradan da bir hareket alanı doğabilir belki.
[1] Yorumları imlasıyla oynamadan olduğu gibi aktarıyorum.