"Yok Hükmünde" Olanlardan
Murat Belge

Geliyordu, gelecekti, geldi. Adım adım yaklaştığı için olsa gerek, fazla bir tepkiselliğe de yol açmadı. “Soykırım” kelimesinin kullanılması olayından söz ediyorum tabii. Bu konuda Amerika Birleşik Devletleri’nin ne diyeceği, hangi terimi kullanacağı önemli tabii. Bir ülkenin uluslararası siyasetteki ağırlığı ile eşorantılı bir önemi var, bu konuda ne dediğinin. Onun için yıllardan beri 24 Nisan’da Türkiye’nin gözü, kulağı Amerika’ya dikilir. Herkesin ne düşündüğü, olayı ne olarak değerlendirdiği bellidir, bilinir. Bunun en önemli tanıklarından biri zaten o yıllardaki Amerikan Büyükelçisidir: Henry Morgenthau. Bin dokuz yüz bilmem kaç ya da iki bin bilmem kaçta Amerika’nın Cumhurbaşkanı’nın ne söyleyeceği 1915’te ne olduğundan çok, bunun söylendiği tarihte Amerika-Türkiye ilişkilerinin ne durumda olduğunu anlatır.

Yakın zamanlara kadar Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin darıltmak istemediği değerli müttefikti. Obama bile olayın Ermeni dilindeki adını kullanarak zekice bir manevra yapmış ve “G” harfiyle başlayan bu infilak etmeye hazır kelimeden kaçınmıştı. “Bu bir ‘soykırımdır,’ böyle bilesiniz” dememişti. Ama şimdi bir Amerika Birleşik Devletleri Başkanı kelimeyi telaffuz etti. Benim tahminim bundan sonraki Başkanların da onun ardından gidecekleri yönünde. Zaten psikolojikman, herkesin asabı buna ayarlıydı. Önümüzdeki yıllarda herhangi bir Başkan’ın ne diyeceğinin çok fazla gerilimi kalacağını da sanmıyorum. Kelimenin bir (herhangi bir) Amerika Başkanı’nın ağzından çıktığını işitmekte yoğunlaşmıştı herkesin dikkati. Bu oldu, bir Başkan “soykırım” dedi.

Bunu telaffuz eden niçin Biden oldu?

Yıllar önce Reagan da telaffuz etmişti. Ama onunki “telaffuz etmek”ten çok “ağzından kaçırmak” gibi olmuştu. Çünkü o zamanın Türkiye hariciyesi bir şekilde geri aldırtmayı başarmıştı.

Biden çok mu doğrucu? Ya da Reagan Amerika yakın tarihinin “Doğrucu Davud”u mu? İkisi için de böyle bir durum olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kelimeyi telaffuz eden onlardan biri olsa da telaffuz ettiren Tayyip Erdoğan’dır. Hikâyeyi hepimiz biliyoruz: öncelikle S 400’ler sözkonusu. Bu önemli bir olgu. Yalnız o sözkonusu olsa da yeterince ağırlığı var. Ama yalnız o değil. Zarrab ve İran karmaşası duruyor bir yanda. Öbür yanda da Doğu Akdeniz gibi başka karışık sorunlar ya da Amerika’nın Kürt sorunu politikası. Bunlar varken, bunlara yenilerinin eklenmesi şaşırtıcı olmazken, Biden’ın da çıkıp “Genocide” demesi bir mantık çizgisi izliyor. Amerika’nın başkanlarından bağımsız denebilecek “devlet politikaları” olduğu söylenir hep ve herhalde epey doğru payı içerir. Belki Trump kazansa ona da aynı şeyleri yaptırırlardı. Ayrıca, “Batı Dünyası” ile ilişkilerin daha da radikal bir biçimde kesilmesinin Tayyip Erdoğan’ın aklından hiç geçmemiş olacağını iddia edebilir misiniz? Ben edemem. Tabii Amerika’ya “Hadi eyvallah” deyip kapıyı vurup çıkmak kolay değil. Ama kolay olmayan birçok şey yapılabildi.

Bir telefon hikâyemiz vardı hani. Biden seçimi kazanınca Tayyip Erdoğan da telefonla arayıp kutladı. Ama nedense Biden’dan bir karşılık gelmedi. Biden zaten seçim kampanyası sırasında da Türkiye’nin hoşlanmayacağı belli olan bir şeyler söylemişti. Dolayısıyla seçimi onun kazanması halinde birtakım sürtüşmeler olması bekleniyordu. Biden iki gün öncesine kadar telefon etmedi, kutlamaya cevap vermedi. Sonunda telefon geldi—ne zaman? F-35 programından çıkarılmamızın ilan edilmesinden sonra! Görüşmenin soğuk ve gergin geçtiği söyleniyor. Söylenmese de öyle olduğunu tahmin edebilirdik. İleride, ikisinin de katılacağı bir toplantıda görüşmek üzere anlaşmışlar. Bu anlaşmadan, ilişkiler büsbütün kesilmiyor diye sevinme payı çıkaranlar dahi var.

Türkiye’nin Avrupa ülkeleriyle ilişkileri Amerika ile ilişkilerinden çok farklı bir mecrada yürüyemez. Bu yalnız Tayyip Erdoğan’ın genel olarak Batı’yı dışlamaya yatkın dünya görüşünün sonucu değil; Batı dünyasının da Amerika’yı bir doğal önder gibi görmesinin gereği. Zaten Avrupa’ya “Türkiye ile iyi geçinin; anlayışlı davranın” diye baskı yapan Amerika. Bu ısrarını “Avrupa Birliği’ne kabul edin” demeye kadar vardırıyor. Bizim Amerika ile ilişkilerimizin bozulması buralarda da etkilerini gösterecektir. Ama bunların Tayyip Erdoğan’ı tedirgin edeceğini sanmıyorum. AB ülkeleri içinde Türkiye’nin üyeliğine en olumlu bakan, bildiğim kadarıyla, İtalya. Ama geçen gün, İtalya’nın başbakanına, “Türkiye’nin diktatörü” dedirtmeyi başardık.

Neyse, önümüzdeki birkaç ay içinde Amerika ile ilişkilerimiz gündemin daha yukarılarında yer alacak sanıyorum. Şöyle ya da böyle gelişeceğine dair bir tahminim, öngörüm yok. “Tahmin” değil, bir sezgim var: çok mutluluk verici biçimde geçmeyeceği.