Nasyonal sosyalizmin iktidara geliş hikâyesi, bir yanıyla da, hasımlarının birbirlerini esas musibet sayarak kendi aralarında nifaka düşmelerinin hikâyesidir. Özellikle de, sosyal demokratlarla komünistlerin… Komintern’in, -yani neticede Sovyetler Birliği’nin-, “sosyal faşist” damgası vurduğu sosyal demokratları en büyük belâ sayması, sosyal demokratların da komünistleri “kızıl cilâ vurulmuş faşistler” diye adlandırmaktan geri kalmaması, kuvvetlerini asıl faşizmle mücadeleye yoğunlaştırmalarına mani oldu.
İtalya’da da faşizmin iktidara yürüyüş sürecinde, 1921’de, komünistleri, sosyal demokratları, anarşistleri, muhafazakâr-Katolik demokratları, liberalleri, cumhuriyetçileri bir araya getiren yerel direniş komiteleri kurulmuş, ancak sosyalist ve komünist partiler bu örgütlenmeleri bırakın gelişmesine destek vermeyi, üyelerini katılmaktan men ederek bunları baltalamışlardı. İspanya iç savaşında Komintern komünistleri, muhalif komünistler ve anarşistlerin lig usulü birbirlerinin gözünü oymasının hikâyesi, iyice acıdır.
Nazilerin iktidara gelmesinden sonra, -ba’de harab-ül Basra-, Komintern lütfedip “faşizme karşı birleşik cephe” siyasetine geçti. 1934’te Fransa’da Komünist Partisi sosyalistlerle eylem birliğine giderek, -iki yıl sonra Halk Cephesi hükümetini teşkil ettiler-, bu siyaset yolunu açmıştı. Gerçi Komintern, Avrupa’daki işçi hareketinin faşizm karşısındaki tercübesinden çıkarılan derslerden ziyade, genel olarak Sovyetler Birliği’nin uluslararası siyasette reel-politik bir uzlaşma siyaseti izleme tercihine bağlı olarak kırmıştı dümeni. Neticede Komintern’in birleşik cephesi şimdi artık “burjuva-demokratik” güçleri bile kapsıyordu.
Önce İspanya İç Savaşı’ndaki rezalet ve felâket, sonra 1939 Stalin-Hitler Paktı, bu işbirliği ‘fikrinin’ canına okudu.
***
Nazi iktidarına karşı gizli direniş gayretleri içinde, kendine mahsus bir ortak hareket deneyimi var: Kızıl Orkestra (Rote Kapelle).[1] Örgütsel yapıların, ideolojik angajmaların berisinde oluşmuş, kendiliğinden bir anti-Nazi iş ve güç birliği.
“Kızıl Orkestra,” bu direniş ağına Gestapo’nun taktığı ad. Baş düşman olarak komünistlere kitlenmiş oldukları için, böyle kızıllı bir ad takmışlar. Oysa, bu ‘oluşumun’ kadrosunda, envai çeşit siyasî-ideolojik tutumlardan insanlar var. Komünistler de var, yanı sıra sosyal demokratlar, anarşistler var. Liberaller de var. Muhafazakâr dindarlar var. Milliyetçi-muhafazakârlar, dahası koyu milliyetçiler var; zira onlar da, Nazizm'in Almanya’yı utanca düşürdüğü kanısındalar. Dahası, eski Naziler var; nasyonal sosyalizmden umdukları anti-kapitalist millî sosyal devrim umudunun boşa çıkmasından hayal kırıklığına uğramışlar. Ayrıca, belirgin bir siyasî-ideolojik ‘duruşu’ olmayan, naif denebilecek, hümanist denebilecek ‘tipler’ var. Siyasî bir mülahazayla değil, aksine rejimin hayatın her köşesini siyasî-ideolojik farfaraya boğmasından ikrah ederek harekete geçenler var.
Mesela, bu ağın birçok üyesi gibi Nazilerce idam edilen (23 yaşında bir genç kadındı, gizli bildiri yazımına ve dağıtımına katkıda bulunmuştu) Cato Bontjes van Beek’in son sözlerini aktarayım:
“Son sözüm, insanları sevdiğimdir. Daha önce hiçbir vakit, ülkemi bu kadar sevdiğimi bilmiyordum. (…) Benim için, insanların birbirini sevmesinden başka bir şey yoktur. Siyasî bir insan değilim ben, sadece bir tek şey olmak istiyorum: bir insan. Şimdiki durumuma, ölümün gözüne bakmak diyorlar. Hayatım uğruna kimseye yalvarmadım.”
Mühendisler doktorlar, entelektüeller, sanatçılar da var aralarında, subaylar da var, aristokratik zümrelerden gelenler var, küçük memurlar, işçiler de var. Yaşlılar var, gençler var. “Sıradan insanlar” var. Yarısı erkek, yarısı kadın.
Daha önceki Kızıl Orkestra yazımdan tekrarlayayım… Onları bir araya getiren tek saik: Nazilere karşı “bir şeyler yapmak.” Şayet bir programdan söz edilebilirse, Kızıl Orkestra’nın yazılı olmayan programı, insan onuru ve vicdanı.
Tahminen 400 kişi civarında bir kadrodan söz ediyoruz. Merkezî bir yapı yok, liderlik yok. Ademi merkezi bile denemeyecek kadar dağınık bir ağ. Birkaçı dışında örgütlenme tecrübesi olmayan insanlar, el yordamıyla, herkesin sadece ortak iş-eylem yaptığı arkadaşlarını tanıdığı, ötesini sormadığı, merak etmediği bir ilişki ağı kurmuşlar. Zaten bu ağın en sağlam tutkalı: arkadaşlık. Arkadaş çemberleri. Arkadaşlık ilişkilerinin sıcaklığı ve mahremiyeti içinde, farklı muhitlerden, farklı siyasî mezheplerden insanlar da bir araya gelmiş. Temas içinde, temasın zihin açan, dönüştüren etkisiyle, karşılıklı güven geliştirmiş, buzları kırmışlar.
Kızıl Orkestracıların her biri, elinden geleni yapmış; imkânına, kabiliyetine, meşrebine, yatkınlığına, cesaretine göre, bir şeyler yapmış. Kimisi, hayatî önemde bilgilerin Naziler’le savaşan karargâhlara ulaştırılmasını sağlamış, kimisi illegal bildiri yazıp dağıtmış, illegal pullama yapmış, kimisi Yahudilerin ülke dışına kaçırılmasına veya tehdit altındaki birilerinin saklanmasına yardımcı olmuş, kimisi zorla çalıştırılan tutsaklara gizlice sabun, sigara temin etmiş.
Uzun süre anti-Nazi direnişin casusluk faaliyetiyle meşgul ve komünistlerin örgütlediği bir ayağı zannedilen Kızıl Orkestra’nın bu rengârenk çoğul ve darmadağınık yapısı, ancak 2000’lerde yapılan araştırmalarla ortaya çıktı.
Kızıl Orkestra, saygı uyandıran bir insaniyet kahramanlığı tecrübesi. Aynı zamanda, zulme, zorbalığa, istibdada mukavemet ederken en geniş işbirliğini aramanın, en gani gönüllü ortak hareket azminin, nadir görülecek bir örneği.
***
Zulüm, zorbalık, istibdat deyince, tiranlık deyince, siyasî ve beşerî felâket deyince, faşizm kavramını akla getiren pratikler deyince, Nazi tecrübesi elbette fevkaladenin fevkindedir. Vahim bir uç noktadır. Her vahim durumda doğrudan doğruya oradan hiza almak, açıklamaya çalışır ve çözüm ararken oradan kopya çıkarmak, şüphesiz akıl kârı değil. Bununla beraber, uç durumu hatıra getirmenin, ders çıkarmaya yarar bir tarafı pekâlâ olur. İlham verici bir tarafı, pekâlâ olur. Olaylar mantıkî uç noktasına varmadan da, varmasa da, mantıkî uç noktayı düşünmek, ‘mantık yürütmeye’ yardım edebilir.
***
Memlekette kâh düpedüz faşizmden veya bir çeşit faşizmden, kâh faşizme benzer bir durumdan, kâh faşizan gelişmelerden söz edenlerden, sayısı hiç az olmayan bazılarının, tabiatıyla bu duruma karşı geniş bir ittifaktan da söz ederken, yine de birlikte davranmaya gönül indirmek için, -veya sadece berikinin de muhalefet zeminindeki varlığını ‘tanımak’ için-, illâ ‘gerdanında bir beni mutlaka olsun’ şartını koştuklarını görünce, Kızıl Orkestra’yı hatırlıyorum.
HDP eş genel başkanı Mithat Sancar’ın bazı konuşmalarında, muhalefette temel demokratik işbirliğine buyur edilecek herkesin geçmişiyle sıkı sıkı yüzleşmesini şart koşan tutumu eleştirmesi de, Kızıl Orkestra tecrübesinin gönlü ganiliğini hatırlatıyor. Mithat Sancar, yüzleşmenin bir nihai durum olmadığını, onu –kendi kelimelerime söyleyeyim- bir ‘ehliyet-ruhsat’ olarak görmemek gerektiğini söylüyor. Yüzleşme; bir süreç, bir yol, ona göre. Mevcut olağandışılık rejiminde, enine boyuna geçmişi konuşmanın, sağlıklı hesaplaşma yapmanın koşullarının olmadığını söylüyor. Geçmişi konuşmak için normalleşmeye ihtiyaç var ona göre; normalleşme için, geleceği konuşmaya ihtiyaç var. Sanırım şunu da ekleyebiliriz: Geleceği konuşmak, geleceği inşaya yönelik eylemek, zaten bizzat bir hesaplaşmadır. Hesaplaşmanın en sağlam teçhizatını, geleceği inşa deneyimi içinde ediniriz.
Mithat Sancar’ın, böyle bir işbirliği zemininde temasın dönüştürücülüğünden bahsetmesi de, Kızıl Orkestra’yı hatırlatıyor bana. Ve o insaniyet kahramanlığı deneyiminin göz ardı edilmemesi gereken bir veçhesini, bir ufkunu hatırlatıyor: “sıradan insanlar” denen insanlarla temas kurabilmek, onlarla konuşabilmek, birlikte bir şey yapabilmek…
[1] Bu deneyimden dokuz yıl önce başka bir vesileyle bahsetmiştim: “Nazilere Karşı Bir Direniş Ağı: Kızıl Orkestra: ‘... Aşağılayan Bakışlarınızla Cezalandırın...’”, Birikim, sayı 277 (Mayıs 2012), s. 58-59.