Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas 28 Mayıs 2021’de, Almanya’nın Namibya’da bir yüzyıl önce yaptığı katliamları soykırım olarak tanıdıklarını ilan etti. “Bugün bu olayları günümüz bakış açısından resmi biçimde soykırım olarak tanımlıyoruz”, dedikten sonra, “Almanya’nın tarihi ve ahlaki sorumluluğu ışığında, yapılan vahşetten dolayı mağdurların torunlarından ve Namibya’dan özür” dilediklerini belirtti. Almanya’nın, “mağdurlara reva görülen muazzam ıstırabı kabul etmek için”, Namibya’nın yeniden inşası ve büyümesini desteklemeyi amaçlayan 1,1 milyar avroluk bir yardım programı oluşturduğunu ilan etti. 1990’da Namibya’nın bağımsızlığına kavuşmasından sonra Almanya’nın bu ülkeye yönelik yürüttüğü mali destek programlarından ayrı, onlara ilave olacak bu mali destek programı, öncelikli olarak soykırıma maruz kalan Herero ve Nama kabilelerinin üyelerine yönelik olarak otuz yıla yayılan bir süre içinde kullanılacak.
Böylece Almanya, 20. yüzyılın ilk soykırımının faili olduğunu resmen kabul etti. Almanya, 1884’le 1916 arasında, o zaman Alman Güney-Batı Afrikası adını taşıyan, bugünkü Namibya’yı kolonileştirmiş ve Alman kolonicilerin topraklarına, hayvanlarına el koymasına karşı direnen Herero ve Nama kabilesine karşı, 1904’te “topyekûn imha” hareketine girişmişti. Çünkü Herero ve Nama kabileleri, Alman sömürgecilerinin 20 yıldır yürüttükleri müsadere, insan olarak görmedikleri zencileri aşağılama, taciz etme, topraklarından kovma politikalarına, 12 Ocak 1904’te başlattıkları isyanla karşılık vermişler ve 200 civarında Alman sömürgeciyi öldürmüşlerdi. Buna karşılık olarak, Alman İmparatoru II. Wilhelm verdiği “imha emri”nde şöyle diyordu: “Hererolar artık Alman tebaası değillerdir. Ülkeyi terk etmelidirler. Alman sınırları içinde bulunacak her Herero, silahlı olsun veya olmasın, hayvanları olsun veya olmasın, öldürülecektir.” Almanya’nın yolladığı General Lothar Von Trotha’nın 1904’le 1908 arasında yürüttüğü imha operasyonunda en az 60,000 Herero ve 10,000’den fazla Nama, kadın, erkek, çocuk ayrımı gözetilmeden doğrudan öldürüldü veya sürüldükleri korkunç Kalahari Çölü’nde susuzluktan, toplama kampına dönüştürülen Shark Adası’nda (Köpekbalığı veya Ölüm Adası) açlıktan öldüler. Almanya’nın uyguladığı imha politikası, bütünüyle soykırım teknikleri içeriyordu: kitlesel imha, çöle tehcir, toplama kampı, tecavüz, müsadere.
Almanya 2000’lere kadar, birçok tarihçinin soykırım olarak tanımladığı bu politikayı kabul etmemekte direndi. İlk kez, 2004’te, Herero isyanının başlamasının 100. yıldönümünde, Almanya’nın Namibya büyükelçisi, Herero isyanının lideri Samuel Maharero’nun anıtı önünde, binlerce Afrikalının ölümünden dolayı duyduğu “derin pişmanlığı” dile getirdi. Ama Almanya’nın özür dileme, tanıma, tazmin ve benzeri yükümlülüklerinden söz etmedi. Hâlbuki 2001’de Hererolar’ın torunları ABD’de Almanya devletine, Deutsche Bank’a ve deniz taşımacılığı şirketi SAFmarine’e karşı, Alman İmparatorluğu’nun Hererolar’ı esarete mahkûm etmesine yardım ettikleri gerekçesiyle dava açmışlardı.
Almanya’nın soykırımın faili olduğunu kabul etmesi, tanıma yönünde küçük adımlar atıp, sorumluluğu inkâr etmeye devam ettiği son 20 yılda atılan küçük adımlarla gerçekleşti. 2004’te Alman Şansölyesi Schröder, Güney Afrika ziyaretinde Namibya’ya uğramaktan özenle kaçınmıştı. Namibya hükümeti, o dönemde, çoğunluğunu Alman yerleşimcilerin torunlarının oluşturduğu 4.500 beyaz çiftçinin ülkenin tarıma elverişli topraklarının takriben yarısına sahip olmasını eleştirerek, yüz binlerce topraksız köylü lehine bir toprak reformu yapmak istiyordu. Schröder, “Alman yerleşimcileri Namibya’yı istila ettiler, toprakları aralarında paylaştılar. Namibyalılar’ın bugün toprağın kime ait olduğunu belirleme hakkı vardır” diyen Namibya cumhurbaşkanıyla karşılaşmak istemiyordu. Nüfusun halen %8’ini oluşturan beyaz Namibyalılar, tarım topraklarının %70’ine sahipler ve Dünya Bankası’na göre Namibya dünyada eşitsizliğin en büyük olduğu ülkelerden biri. Namibya’da 2018’de düzenlenen bir ulusal konferans sonrasında, 2027’ye kadar devam edecek bir toprak reformu politikası ilan edildi.
2018’de Berlin’de Namibya temsilcilerinin de katıldığı bir törende, katliamlar sırasında ırkçı araştırmalar yapmak için Namibya’dan o dönemde getirilen iskeletlerden kalan 19 kafatası, birkaç iskelet parçası Namibya’ya iade edildi. Bu tür iade işlemleri parça parça 2011’den beri devam ediyordu. Ölüm Adası’ndaki (Shark Island) toplama kampında o zaman çalışmış olan doktor Eugen Fischer, mağdurların kafataslarını “bilimsel inceleme” amaçlı olarak Almanya’ya yollamıştı. Bu Doktor Fischer’in çalışmaları daha sonra Hitler’in, Kavgam’ı yazarken, “beyaz ırkın üstünlüğü” tezini oluşturmakta ana esin kaynağı oldu. Nazi doktoru Mengele’nin de bir bakıma rehberiydi Doktor Fischer.
Almanlar 1884’te Güney-Batı Afrika’ya geldiklerinde, kendilerinden önce misyonerlerin Hıristiyanlaştırdıkları ve bir ölçüde Avrupa kültürü içinde eğitilmiş yerliler bulmuşlardı. Yerliler topraklarına ve hayvanlarına el konmasına, kölelik koşulları dayatılmasına karşı çıktılar. Sonunda silahlı bir ayaklanma başlattılar. Alman kolonizasyon politikasının hedefi, işgal ettikleri toprakları yerli zenci ahalisinden bütünüyle temizlemekti. Bazı tarihçiler, diğer kolonyal güçlere nazaran, Alman sömürge politikasının çok daha imha edici olduğunu belirtip, bunun III. Reich’ın uygulayacağı “nihai çözüm” politikasının ilk denemesi olduğunu iddia ediyor. Hitler’in sağ kolu olan Hermann Göring’in babası Heinrich Göring de, Güney-Batı Afrika Almanya’sının birinci eyalet valisi idi. Almanya’nın Herero ve Nama soykırımı politikasının, Nazi iktidarının yürüttüğü Yahudi Soykırımı ve diğer kitlesel katliam politikasından önce 1915 Soykırımı’na da zemin hazırladığını iddia eden kaynaklar var.
Almanya, Namibya’dan çekilince, bölgeye gelen ve bir manda yönetimi oluşturan İngilizler, 1917’de İrlandalı bir yargıca durum tespit raporu hazırlattılar. Thomas O’Relly, 200 sayfalık raporunda, yapılanların korkunçluğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Ama 1926’da İngiltere Almanya ile anlaşıp, “Mavi Kitap” olarak tanınan bu raporun tüm nüshalarını imha ettirdi ve konu bütünüyle hasıraltı edildi. Mavi Kitap’ın bir kopyası Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Pretoria’da bir kütüphanede daha sonra bulundu. Bugün bu nüsha Herero-Nama soykırımının en önemli belgesi olarak değerlendiriliyor.
Almanya 2015’te, Güney-Batı Afrika’daki sömürgesini kaybetmesinin 100. yılında, General Lothar Von Trotha’nın yönettiği katliamların “bir savaş suçu ve bir soykırım” olduğunu kabul etti. Bu adımın atılmasında, dönemin dışişleri bakanı, şimdi cumhurbaşkanı olan Steinmeier’in rolü önemliydi. Ama bundan önce Almanya’da kurulan, “Soykırım için zaman aşımı yok!” hareketinin çabaları, hafıza çalışmaları yürüten tarihçilerin uğraşlarının payı elbette vardı. Gene de 2015’teki bu dolaylı tanıma yeterli değildi çünkü Almanya resmen özür dilememiş, mali tazmin konusunu gündeme getirmemişti.
2017’de Namibyalı bir grup, bir New York mahkemesine Almanya’nın işlediği soykırım konusunda “tamir edici” adımlar atmaya zorlamak için başvurdu. Diğer yandan, 2015’ten itibaren Almanya, Namibya hükümetiyle bu konuda görüşmelere başlamıştı. Almanya bu görüşmeleri, “yaraların tedavi edilmesi” olarak tanımlıyordu. Ama tazmin edici mali bir yükümlülüğü kabul etmiyordu. 28 Mayıs 2021’de Heiko Maas’ın ilan ettiği anlaşma, Alman güçlerinin bir soykırım uyguladıklarını kabule etmekle beraber, “tazminat” ve “tamir” kelimelerini dile getirmekten kaçınıyor. Bu kaçınmanın nedeninin başka ulusların da Almanya’dan olası tazmin ve tamir taleplerine yol açmamak olduğu iddia ediliyor.
Anlaşmada yer alan 1,1 milyar avroluk paket, tarım reformuna, kırsal altyapıya, su dağıtımına ve mesleki eğitime ayrılacak. Bu harcamaların Herero ve Nama topluluklarının katılımıyla belirlenmesi öngörülüyor. 50 milyon avro ise iki ülke arasında barışın ve yakınlaşmanın tesis edilmesi amacıyla, kültürel projeleri destekleyecek bir vakfın kuruluşunda kullanılacak.
Anlaşma metninde ve Heiko Maas’ın deklarasyonunda yapılanların bir soykırım olduğunun açıkça tanınmasına rağmen, tazminat ve tamir kelimelerinin yer almadığı gerekçesiyle, birçok yerli kabilesi lideri Namibya hükümetinin imzaladığı anlaşmayı kabul etmeyeceklerini ilan etti. Bu nedenle anlaşmanın Namibya Cumhurbaşkanı Hage Geingob tarafından imzalanmasının zor olabileceği iddia ediliyor. Almanya ise anlaşmayı Namibya halkının tümünü temsil eden Namibya hükümeti ile yürüttüklerini ve anlaşmanın kabulünün sadece Herero ve Nama kabilelerinin onayına tâbi olmadığını belirtiyor.
Yakın tarihe kadar 20. yüzyılın birinci soykırımı olarak, 1915 Ermeni Soykırımı işaret edilirdi. Şimdi Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldıkları soykırım politikasından on yıldan az bir zaman önce, Herero ve Namaların maruz kaldıkları soykırımın 1915 Soykırımı’na olası etkilerini de ele almanın zamanı geldi. Almanya’da yayımlanan Soykırıma Destek: Ermenilerin İmhasında Almanya’nın Rolü kitabının yazarı Jürgen Gottschlich’le Merve Erol’un 2015’te yaptığı söyleşiyi bir daha okumakla işe başlanabilir (Ermeni Soykırımı'nda Almanya'nın Rolü). Söyleşide adı geçen, Sarıkamış harekâtına karşı çıkan Liman Von Sanders’in yerine, Enver Paşa’nın harekât planını hazırlayan genelkurmay başkanı yardımcısı Bronsart von Schellendorf, yani Bronsart Paşa, eksiksiz bir ırkçıydı ve Osmanlı Ermenileri’ni Alman Yahudileri’ne benzetmekten geri kalmıyordu. 1904-1905’te Rus-Japon Savaşı’nda, Japon ordusunun yanında Mançurya Savaşı’nı yarım yıl gözlemci olarak izlemişti. Kendisinin Herero-Nama soykırımında da bir dönem görevli olduğu iddia edilir ama kariyer çizelgesinde bu bilgi yer almıyor (Bronsart von Schellendorf Friedrich).