Öbür gün, 4 Haziran, ABD’de Dünya Terziler Günü imiş. Mübarek mesleklerdendir. Kutsal kitaplarda kıyafet dikmek, ilk maddî buluşlardan biri, belki birincisi. ‘Bizzat’ tanrı, Havva ve Adem’e deriden kıyafetler yaparak, terziliğe el vermemiş mi?[1]
***
Türkiye’de sosyalist hareketin halk bilgesi şahsiyetlerinden Hamdoş (Hamdi Doğan), -13 Temmuz’da kaybının üçüncü yılı dolacak-, 1960’lardaki Türkiye İşçi Partisi örgütlenmesinde sosyalist terzilerden özellikle bahseder. Sadece Antep’te, başta Terzi Müslüm (Durmaz), 24 terzinin adını anar. 1946’da derhal kapatılacak olan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’nin Antep’teki kurucusu olan Galip Ataç da vardılar aralarında.
Terzilerin “yüzde yetmişinin aydın, ilerici, solcu” olduğuna dikkat eden Hamdoş, bir gün Galip ağabeyine, bu meslekte nasıl bir hikmet var da böyle oluyor, diye sorduğunu aktarır. Galip Ataç, şöyle anlatmış hikmeti: “Parası olan insan kumaşını alır, terziye gelir. Usta ölçer, biçer, keser. Ustası, kalfası göz nuru dökerler. Beğenilmezse usta tekrar söker, diker; askısına asar. Müşterisinin gelmesini bekler. Müşteri geldiğinde üzerine giydirilir. Adam üzerine giydikten sonra ücretin bir kısmını verir; kalanını bir ay sonraya bırakır çekip gider. Bekle ki adam gele, para gele. Haksızlığa baş kaldırış başlar. İkinci olarak elindeki kumaşı seve seve; dokuna dokuna, gözünün göherini dökerek dikersin; diktiğin elbisenin parasını alamazsın. Hem kumaş gider hem emek. Sigortasız, güvencesiz çalışır, didinirsin. Yaşlandığında gözün görmez, elin tutmaz olur. Yani geleceği olmayan bir meslektir. Bir terzi sağcı olursa utanç duyarım. Tabii ki aydın, sosyalist olacaklar, olmalıdırlar. Hakkı emeği çok iyi bilirler de ondan.”[2]
Ömer Laçiner de, Sivas’ta çocukluğunda kendisine ilk kitabı veren Terzi Rıza’yı anlatmıştı bir yerde.[3] O da oranın sosyalist terzisi...
***
Hem zamanın ruhu icabı, hem zanaatkârlığın sermayesiz-mülksüz, emekçi çehresini taşımalarının itmesiyle, 1960’lardan (hatta daha eskilerden) ‘70’lere uzanan zamanda taşrada sol örgütlenmede bir ‘terziler fenomeni’ var. Buluşma, tanışma, akıl fikir paylaşma, sohbet mahfilleri olarak siyasî sosyalleşmenin mekânı olmuş terzihaneler var. Kemal Burkay’ın da deyişiyle: “Terzi dükkânları aynı zamanda sohbet yeridir.”
Her şey bir yana, Fikri Sönmez fenomeni var. Fatsa’nın Ekim 1979-Temmuz 1980 arasındaki sosyalist belediye başkanı, malûm, Terzi Fikri adıyla maruftur.
4 Mayıs 1985’te kaybettiğimiz Terzi Fikri döneminin belediye deneyimi hakkında çok yazıldı. Biz kısaca terziliğinden söz edelim.[4] Fikri Sönmez’in kendisi de, Fatsa’nın en iyi terzisi denen Numan ustanın elinde yetişmiş. Sadece çıraklık ve kalfalık tecrübesi değil, “sol fikirli ne kadar insan varsa” toplandığı terzihane, onun aklının ve gönlünün yetişmesine de okul olmuş.
Kendi dükkânına verdiği ad: Olimpiyat Terzihanesi. Para kazanamamış, bir ara İstanbul’a gitmiş, dönmüş. Kuruluşuna katıldığı Kurtuluşspor’un formalarını da dikmiş. Sahildeki iki katlı ikinci dükkânı, “dönemin bütün olaylarına şahit olmuş” bir hafıza mekânı. Diktiği ceketin sol iç cebi üzerine ya “Fikri Sönmez” ya da “Taşçı” etiketi dikermiş. (“Taşçı” adı, ya bir ara kahvehane işletip Fatsa’da ilk kez okey oynattığı için, ya da zamanında çok etkilendiği Çetin Altan’ın Taş sütunundan, deniyor.) Böyle ‘imzalı’ elbise, o yıllarda Fatsa’da kimsenin yapmadığı bir şeymiş. Ceketin içini gösterince bir nevi siyasi mesaj da verilmiş oluyormuş!
Hafıza mekânı dediğimiz terzihane, 1980 yazında Fatsa belediye yönetimi uğultulu bir askerî-polisiye operasyonla alaşağı edilirken basılıp talan edilmiş. “Terekte bir gömlek bırakılmış,” sadece. Peşinden, kasabada birilerinin birden yepyeni takım elbiselerle gezinmeye başladığı hatırlanıyor!
Arkadaşı Halit’in Terzi Fikri için yazdığı bir manzum var: “Hermes’in mirasıydı filozofça edası/ Kumaşı telasıyla düzenleydi kavgası/ Mezurası beyninde dilindeydi makası/ Kral çıplak demişti taşralı o terzi.”
***
12 Eylül 1980 öncesinin bir başka efsanevî diyebileceğimiz belediye başkanı, 1978-1980 arası Diyarbakır belediyesini yöneten Mehdi Zana da terziydi. Kürt kimliğinin tanınma mücadelesiyle ve dönemin sosyalist akımıyla ilgili ‘tahsilini,’ o da önce terzihanede, ustasının terzihanesinde aldı. Ustası, Niyazi Usta, o da başlıbaşına bir fenomen. Onun da yine terziliğinden bahsedelim.[5]
Pek bilinmeyen soyadı, Tatlıcı ama hep Niyazi Usta diye biliniyor; ustalığı, tabii yaşama ustalığı ama önce, terzi ustalığı. 1960’larda terzihanesi TİP mahfili olarak işlev görmüş. Önce Silvan’daymış, sonra dükkânını Diyarbakır’a taşımış. Ar Pasajı’nda meşhur terzihanesi, Diyarbakır’a yolu düşenlerin uğramadan edemediği; gelen çayları saymak üzere kapının yanına tebeşirle atılan çiziklerin, yer kalmadığı için günde birkaç kez silindiği bir merkez, “adeta bir dernek lokali” olmuş.
Hapise düştüğü zamanlarda, içeride de terziliği sürdürdüğü anlatılıyor. Borçlarını ödeyip geçinebilmek için, Mehdi Zana’yla beraber, koğuşun bir köşesinde terzi masasında çalışırlar, ceket dikip hazırûna da giydirirlermiş.
Bir yandan çalışırken bir yandan sohbet etmesi, ustalığının alâmetlerinden olarak aktarılıyor. “Ağzı dışındaki tüm organları işine konsantre” olabiliyormuş, diyorlar! Niyazi Usta’nın hazırcevaplığı, kinik mizahı -ve argosu- da meşhur. Böylesi mahfillere kimliğini veren, biraz da hancılarının meşrebidir zaten. Mesela, “Süslü Ekrem” diye anılan bir müşterisinin diktirdiği ceketin kollarının kısa olmasından yakınması üzerine “biz ölçü alırken senin kollarını havada tutarak yürüyeceğini hesaba katmamışız, kol ölçüsünü normal bir insan duruşuna göre almışız,” dediğini naklediyorlar. Ümit Fırat, dükkânında sohbete gelen bir melenin “Allah isterse dünyayı senin elindeki o iğnenin deliğinden geçirebilir” kelamına şu cevabı verdiğini naklediyor: “Ben 40 senelik terziyim, daha bu ipliği bile bu delikten zor geçiriyorum. Allah dünyayı nasıl bu delikten geçirecek?”
***
Başka bir tarafa bakalım. Türkiye’de İslâmcılığın özgün söz ve kalem sahiplerinden birisi de, terzi idi. Otuza yakın kitap yazmış, “Malatya Okulu” denen ekolün kurucusu, Necip Fazıl’a ‘ikazda’ bulunabilecek özgüven ve ‘doğruculuğa’ sahip bir şahsiyet olan Said Çekmegil’den söz ediyorum. İlkokul çıkışlı bir terzi. Sevenlerinin sayanlarının verdiği adla, “bilge terzi.”
Bir tartışma ve düşünce adabı geliştirmeye çalışmış, “tenkit ibadettir” telkininde bulunmuş olan Çekmegil’in de burada sadece terziliğinden konuşalım.[6] Onun da terzihanesi, temelini attığı Malatya Fikir Kulübü kapandıktan sonra, fiilen bir fikir kulübü işlevi görmüş. Kendisini “cahil bir terzi” gözüyle gören okumuşları müşkül duruma düşürürmüş. Aralıklarla İstanbul’a gittiğinde, hem yeni kumaş alıp hem bir kitabını bastırtıp geldiği anlatılıyor.
Çekmegil’i anlatan Mengüşoğlu, terziliğin, hazır giyimin olmadığı zamanlarda veya yerlerde, “herkesin mecbur kaldığı” bir meslek olduğunu not ediyor. Kendisi de lise çağına gelip, evde dikilmesi mümkün olmayan “uzun ve ütülü” pantolon edinmesi icap edince, üstad bellediği Çekmegil’le müşteri ilişkisi kurması gerekmiş. Ödeme işini nezaketle nasıl halledeceğini düşünürken, “bilge terzi”nin senet tanzim edip kefil sorması üzerine afalladığını hatırlıyor. Bir müddet sonra, Çekmegil kendisine bir kitap hediye ederken yanında “okuyan öğrencilere zekât” diye bir zarf uzatmış; içinde, pantolon için aldığı ücrete denk bir para. “Bedavacılığa alışmama” dersi imiş, bu.
***
Modern Türkiye’nin siyasî-ideolojik hırkalarında yeleklerinde ilmekleri olan üç erkek terziyi andım, bu yazıda. Ya kadınlar? Mesela, Sevim Burak! Nurdan Gürbilek, onun hikâye parçalarını ve muhtelif ve olmadık ‘fragmanları’ birbirine teyelleyen tarzının, nasıl başka bir bilme-anlama biçimini ilham ettiğini ne güzel anlatmıştı geçende.[7] Terzilikle yazarlık, metinlerle kumaşlar arasındaki teşbih köprüsü işlektir ve bunun iyisini galiba kadın yazarlardan, kadın terzilerden, kadın terzi-yazarlardan öğreniriz.
***
Terzilik, mübarek meslektir. Kuşandıran ve güzelleştiren hizmeti yanında, bir yandan iş işlerken, el çalışırken, sözüyle gözüyle dünyaya katılmanın zanaatıdır. Mekânları, sosyalleşmenin mekânıdır – mekânı idi. Hazır giyim ve konfeksiyonla birlikte terzilik yavaş yavaş çekilip gittikçe, ‘tarihî’ bir sohbet ve siyasî sosyalleşme mahfili de yitip gitti.
Gülten Akın’ın Terzi Fikri’nin ardından yazdığı şiirde yinelenen o dize: “Terzinin hasıydı bizi teyelleyen”… İnsanları, “biz”i teyellemeyi iyi bilenlerdir aslında, özlediğimiz.
[1] “Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.” (İncil, Tekvin, 3: 21)
[2] Hamdi Doğan (Hamdoş): Türkiye İşçi Partisi’ne Aşık Oldum. İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 236.
[3] Sizin Kahramanınız Kim? içinde, NTV Kitap, İstanbul 2007.
[4] Şu kitaptan yararlandım: Ahmet Becioğlu: Bilinmeyen Yönleriyle Fikri Sönmez. Su Yayınları, İstanbul 2019, s. 34-36, 40-42, 52-3.
[5] Şu kitaptan yararlandım: Ruşen Arslan: Niyazi Usta. Doz Yayınları, İstanbul 2004, s. 21-22, 29, 41-42, 55, 58, 66, 106, 112.
[6] Şu kitaptan yararlandım: Metin Önal Mengüşoğlu: Bilge Terzi Mehmet Said Çekmegil. Okur Kitaplığı, İstanbul 2015 (gözden geçirilmiş 2. baskı), s. 35, 124-126,139-140,