Helâlleşme
Tanıl Bora

Bir helâlleşmedir gidiyor. Şüphesiz en ‘meşhuru,’ Sedat Peker’in video dizisinde sezon finali olarak “Tayyip abi”siyle helâlleşeceği anonsu. O anonsun ilk yapıldığı sıralarda Mehmet Metiner Yeni Şafak’ta, saldırı altında olduğunu söylediği Erdoğan’ın “yeni bir kucaklaşma ve yepyeni bir başlangıç için yeni bir helâlleşme” çağrısı yapmıştı.

Mayıs ortasında, hatırlayalım, Recep Tayyip Erdoğan, “sıkıntıya düşen insanlarımız, esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helâllik istiyoruz” sözleri pek ilgi görmüş, “helâl etmiyoruz” cevabı twitter’da TT olmuştu.

***

KHK ile ihraç edilen bir akademisyen arkadaşım anlatmıştı…  Öğrencilerinin biri telefonla aramış. Bir grup arkadaşı adına. Barış İçin Akademisyenler bildirisini tasvip etmediklerini, imzacılara verilen bu “cezayı” da yerinde gördüklerini söylemiş. Sonra da demiş ki, “ama bizim üzerimizde hoca olarak hakkınız var, helâl edin.” (Muhtemelen kendi haklarını helâl ettiklerini de belirtmiştir.) Arkadaşım da, ne yapsın, helâl etmiş.

Hocalarını mücrim hatta hain olarak görmelerine rağmen onun üzerlerindeki hakkını helâl etmesini isteyen bu öğrencilerin tutumunda, vefa, değer bilirlik, bir hakkı teslim etmek mi var? Biraz o da vardır, belki. Peki, suçlandırılmış, karalanmış, işsiz bırakılmış, bu yapılanların da reva görüldüğü birisinden, pekâlâ reva gördüğünü de söyleyerek, helâllik istemekte, nasıl demeli, faydacı bir yan da yok mu? Bir çeşit “bu arada bizim de işimiz görülsün” teşebbüsü – amel defterine kul hakkı yazılmasın, dinen-mânen ‘mağdur olmayalım,’ hesabı?

***

Nihal Orhan’ın Çaylak adlı polisiyesinde (Alfa, 2020) bir sahne var: acele etsin diye yirmi liralık yol için verilen elli lirayı cebine koyup, yolcu inmiş koşa koşa giderken arkasından “helâl et” diye gevrek gevrek seslenen taksici…

***

Mü’min arkadaşlarım ufacık şeyler için helâllik istiyorlar bazen… Göndereceğini söylediği bir kitabı az geciktirdiği için, mesela. Gerçekten mahçubiyetle “helâl olsun” diyorum. Karşısındakinin hakkını, rızasını gözeten, ona sıyanet eden bir tavır. Dinî inançla, üzerinde kul hakkı kalmasın diye, rızalık almak için gösterilen bir hassasiyet - ama dünyevî olarak ‘hissedilen’ de, budur. İçkin bir nezaket. ‘Yaşayan’ helâl talebinin, adil ve ‘iyi’ insanlarda salih bir çehre kazandığı kesin. ‘Teferruattır’ demeden iyi-doğru-güzel ölçüsüne bakan, an be an hakkaniyet gözeten bir erdem rehberi. Bu rehberle davrananların varlığı, insana iyi geliyor.

***

Lakin helâllik talebinin bu yalın ve halis güveni pek vermediği ya da hiç vermediği hallerden de bahsettik; Erdoğan’ın helâllik talebi, KHK’lı hocanın öğrencileri, pişkin taksici… Yine siyasî düzlemde azamî güven eksikliği duyurduğu bir örnekle devam edelim.

Çözüm süreci ‘çağında,’ helâlleşme geçmişle yüzleşmeyi ikame eden bir öneri olarak dile getirilmişti hatırlarsınız.  Tıpkı ölenin arkasından cenazede yapıldığı gibi, karşılıklı geçmiş haklar bağışlanacaktı. Kayıpları tazmin etmeden, adalet duygusunu tatmin etmeden, “bir daha asla!” için neler yapmalıyız, bir kenara bırakarak, ‘her ne olduysa’ bağışlayıp unutmak demekti bu. Hesaplaşma talebini karşılamıyordu. Helâlleşmenin, ‘niteliksiz’ bağışlama olmak gibi bir zaafı var; bağışlamanın ve ‘geleceğe bakmanın’ yüce gönüllülüğü, sorgulama ve muhasebenin, özeleştirinin feyziyle bütünlenmeyebiliyor. Bu örnekte, sadece ‘uygulamaya’ bağlı değil, yapısal-kavramsal bir zaaftan söz ediyoruz.

‘Uygulamadaki zaaflara’ doğru gidelim…

***

Helâl; yasak olmayan, izinli, meşru anlamına geliyor. İslamiyette, dinen yasaklanmamış, haram-olmayan demek. Helâl-haram ölçüsü, dinî ahlâkın esası.

Güncel İslamiyet, genellikle, modern hayatın tehlikelerinden sakınmak, harama düşmemek ile, imkân ve nimetlerden azamî faydalanma arasında bir etik denge aramakla meşgul.

Buradaki zorluk, helâlin ‘kolaylığında.’ İslam hukukunda bir şey açıkça haram kılınmamışsa, helâldir. Hatta bir şeyi ‘fuzuli’ haram ilan etmek, haddi aşmak sayılır. ‘Aksi söylenmedikçe’nin rahatlığı var, kısacası. Siyasette de azamî oportünizme yol veren “maslahat” ve “zaruret memnu olan şeyleri mubah kılar” düsturu, burada da işliyor. Zarûretlerin bazen haramları helâl hale getirebileceğine, mecbur kalındığı zaman mazeret sona erinceye kadar haramın kullanabileceğine, yapılabileceğine, yenebileceğine kapı açan tefsirler var zaten.

***

Nitekim, bir çeşit ‘arzu politikası’ olarak işleyen bir ticari helâl söylemi var.  2014 Şubat’ında Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin söyleyişi, bunun bir manifestosu gibi: “Çevre, Müslümanların özbeöz anasının ak sütü kadar helâl, kendi mallarıdır.” İklim felâketinden haberi olanın tüylerini ürpertecek bir tüketim iştahı. Tüketim kibar kaçmış olabilir - yağma.

Bir halk sözü: “Ölüm hak miras helâl” – yine, ‘geçmişi unutup’ dünya malıyla ‘ilgilenmeye’ çağırmaz mı?

Nitekim, -iştah demişken, helâl gıda fuarları gibi organizasyonlarla-, helâl kavramının pazarlar genişletmeye, toplamda tüketimi teşvik etmeye yarayan bir işlev gördüğü eleştirisini getirenler de oluyor.[1] Bu bağlamda sözgelimi “helâl turizm gerçekten helâl mi?” sorusunu sorup, bir turizm faaliyetinin “İslami kuralları tam olarak uygulayabilmesinin zorluğuna” dikkat çekenler var.[2] İyi niyetin haramı meşru kılmayacağını hatırlatarak…

***

Çevre bakanının “helâldir”i “malınızdır”la eşleyen beyanı istisnai değil. ‘Yaşayan’ veya ‘popüler’ helâl kavramı, temellük etmeye, el koymaya dair ‘niyetlerle’ pek kolay yan yana geliyor.  2018’te yapılan anayasa referandumu öncesi sosyal medyada “Hayır’cıların karıları ve kızları Evet’çilere helâldir” mesajı yazan birisi çıkmamış mıydı? (“Helâli/helâlim”nin sözlük anlamı nikâhlı eştir; yani meşru cinsel ilişkiyi anlatır.) Benzer, -ve muhakkak ‘kadınlı’-, “helâldir” ruhsatları verenler de olmadı mı son yıllarda?

***

Gündelik, popüler, ‘yaşayan’ dindarlıkta, helâl kavramı, ‘iyi-doğru-güzel’i ölçme tartma yükünü devretmeye, vicdanî sorumluluğu üzerinden atmaya yaramıyor mu, birçok durumda, kolayca, kendiliğinden? “Bir şey olmaz” ruhsatı devşirerek veya “sıkıntı yok” ikrarı alarak, hakkaniyeti değil de cezasızlığı hesap etmenin vasıtasına dönüşmüyor mu? Popüler ‘seküler’ kullanımdaki “aferin, bravo, iyi yaptın!” anlam, baskın hale gelmiş gibi görünmüyor mu? (Tribündeki “Helâl olsun size/ helâl olsun!” tezahüratındaki gibi!)

Helâlleşmede ‘sıkıntı var,’ yani. Sadece ‘uygulamadaki’ bir sorun mu? Yoksa, dinin ‘otomatikman’ ahlâk demek olmadığına, vicdan ve ahlâkın dinle ‘tüketilmeyeceğine’ dair bir ikaz mı? Her ne ise; helâl ruhsatı kollamak ve “helâl et” talepkârlığı çok durumda, tekrarlayayım, hakkaniyet yerine cezasızlığı kollayan bir toplumsal ethos’un belirtisi.


[1] https://dergipark.org.tr/tr/pub/kritik/issue/49545/634522

[2] http://www.yyusbedergisi.com/imagesbuyuk/297a8%C4%B0SLAM%20KONGRE%20B%C4%B0LD%C4%B0R%C4%B0%20K%C4%B0TABI%20YERL%C4%B0.pdf s. 95 vd. (Erişim tarihi 18 Haziran 2020)