Yürek soğutmak, Türk Dil Kurumu’na göre “sevmediği birinin felakete uğramasına sevinmek” anlamına geliyor. Ali Püsküllüoğlu’nda tansiyon daha yüksek; felakete sevinmek öç almayı, öç alarak rahatlamayı da içeriyor. Bir de muhatap, sevilmeyen kişi değil, düşmanın ta kendisi.
Deniz Poyraz’ın katili Onur Gencer, işlediği cinayetle içinin soğuduğunu söyledi ve ekledi: Beni bırakın. İçinin soğumasıyla serbest bırakılma talebine doğrudan geçiş yapan, ara basamakları görmeye ve göstermeye lüzum duymayan bu ifadede kafa karıştırıcı bir yan var. Katilin yürek soğutmaktan serbest bırakılma arzusuna hangi ara geldiğini anlayamıyor insan. Bildiği kestirme bir yol mu var, yoksa aslında neden sonuç ilişkisi mi kuruyor bu ikisi arasında? Zira yürek soğutmak gerekçeye, öncüle dönüşmüş bu ifadede: Beni bırakın çünkü yürek soğuttum. “Hangi yüreği soğuttun?” diye sorunca, işte o zaman, Onur Gencer’in iki durum arasında zahmetsizce kurduğu ilişki, sanki anlam kazanmaya başlıyor. Yürek soğutmak diye değil de, “içim(iz) soğudu” diye yazınca Google’a, çıkan haberlerin anahtar kelimeleri PKK, terörist, şehit ve bir takım isimler. İsimli isimsiz, yürek soğutanlar var; Onur Gencer, bu iki durum arasında ilk anda fark edilmese de basbayağı bir “düşünce silsilesi” olduğunu göstermiş, düşüncelerinin iğne ardı gibi muntazaman birbirini izlemiş olduğunu söylemiş oldu. “İçimi soğuttum”un belli ki “haklı” devam cümlesi olarak konuştu: Beni bırakın!
Yürek soğutanlar insanda, vicdanda, ahlakta değil de hayatın çok dışındaki harici bir şeyde buluşuyor; cümledeki yürek, içleri soğuyanların bizatihi kendilerinin bile içlerinde yer almıyormuş gibi. Yürek soğutmak, çamaşırı sermek sanki. Yapılması gereken ve zaten de ezbere yapılan, önü arkası bilinen bir “iş” işte.
Yüreği soğutanlar varsa, yüreği yananlar da olmalı. Büyük bir felakete uğramışlar, acı çekenler. Buradaki yürek, tam manasıyla onlara ait, o insanlara, acı çekenlere. Harici bir şey değil. Hepsinin içi yanıyor. İçleri öyle çok yanıyor ki, başkalarının da içleri yanmasın istiyorlar. Bundan dolayı belki, felaketle tekrar tekrar karşılaşma pahasına mahkemelere, mahkemelere, mahkemelere gidiyorlar geliyorlar.
Deniz Poyraz’ın öldürülmesinin ertesi günü, Berkin Elvan cinayetinden 16 yıl 8 ay ceza alan, Berkin’i Okmeydanı’nda öldürdüğü ancak 2 yıl sonra tespit edilebilen Fatih Dalgalı’nın, mahkeme salonunda bir kez daha altını çizdiği devlet/hizmet ilişkisi bir yana, Berkin’in ailesinin sözleri önemli. Evlat acısı hiç dinmeyecek olan anne Gülsüm Elvan’ın içinin belki bir nebze soğuyabileceğini söylemiş Berkin’in ablası. Berkin’in öldürüldüğü sırada 14 yaşında bir çocuk olduğunu göz önüne almayan (Polise İndirimli Ceza) ve ceza kararını bu yaklaşımla veren mahkeme, ailenin içini serinletebilmiş midir? Abla, annesine biraz ferah bir nefes umdu; baba, davanın emsal oluşturmasını istediklerini söyledi. Onların arzusu yürek soğutmak değil, yüreği azıcık serinletmek. İkisi arasında manaca açık bir fark var. Biri intikam aldım diyor, diğeri -çocuğum öldü, biz yıllarca baskı gördük, taciz edildik, duruşma salonlarına gittik geldik ve bu arada tanıklar, kanıtlar kaybolmasın, duruşma dosyasına girebilsin diye acımıza rağmen dikkatimizi hep açık, bakışlarımızı hep dik tuttuk ki başka çocuklar, başka masumlar da öldürülmesin, katiller cezasız kalmasın, üzüntümüz biraz hafifleyebilsin diyor.
Ve yürek soğutanlar sokaklarda, caddelerde yüreği yananların yanı başlarından akıp gidiyor.