2020 Ocak’ında, İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta ABD askerî güçlerince öldürülmesinden sonra, Amerikan Başkanı Donald Trump ondan “Son of a bitch” diye söz etmişti: “Orospu çocuğu.”
Süleymani, özellikle 1998’den sonra “yurtdışı operasyonlarla” ilgilendiği dönemde, suikastlarla, katliamlarla suçlanan biriydi. Beri yandan, öldürülmesinden birkaç yıl önce, onun yönettiği paramiliter yapı, IŞID’a karşı çarpışırken ABD tarafından açıkça desteklenmişti. Uluslararası medya, “Süleymani o zaman o. çocuğu değil miydi?” diye sormuştu Trump’a hitaben. Bazı Amerikalı gazeteci ve yorumcular için, bunun izahı açıktı: “O zamanlar, bizim o. çocuğumuzdu.”
‘Tarih şuuruna’ sahip o gazeteciler ve yorumcular, Trump’ın aksine hep hürmetle anılan bir başka Amerikan başkanını, Franklin Delano Roosevelt’i ve onun meşhur sinik lâfını hatırlamışlardı: “O. çocuğunun tekidir ama bizim o. çocuğumuzdur.”
***
ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, Latin Amerika diktatörlerinden birisi hakkında kullanmış bu lâfı. Ne zaman, kimin hakkında olduğuna dair iki rivayet var. Birisine göre, 1939’da, Nikaragua diktatörü Somoza hakkında söylemiş: “Somoza may be a son of a bitch, but he’s our son of a bitch.” Yani, “Somoza o. çocuğunun teki olabilir ama bizim o. çocuğumuzdur.” 1948’de Time dergisinde yer alan diğer rivayete göre ise Roosevelt bu lâfı Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörü Rafael Trujillo için sarf etmiş. Bazı tarihçiler, bu rivayetin Somoza tarafından çıkarıldığı kanısında. Onlara bakılırsa, bizzat Somoza, Roosevelt’in kendisi hakkında “o. çocuğudur ama bizim o. çocuğumuzdur” dediğini uydurmuş, yaymış yani!
***
İzaha gerek var mı? Bu özlü sözün meâli, şu: Pis işler yapan, korkunç, berbat adamdır, ama o pis işleri görmesi bizim lehimizedir, yaptıkları bizim çıkarımızadır, biz de onun pisliklerine, rezilliklerine göz yumarız.
İzaha gerek var mı? Buradaki “o. çocuğu” deyişiyle kastedilen, nesep bağıyla ilgili medeni hukuk meseleleri değildir. Seks işçileri de değildir. Zaten herhangi bir seks işçisinin muktedir olabileceği en büyük kötülük, bahse konu ‘tiplerin’ işlediği korkunç cürümlerle boy ölçüşebilir mi?
Kastedilen, kirli işler, çok pis işler, çok “uygunsuz” işler, rezillikler, zalimliklerdir. Özgün vecizedeki “o. çocuğu” lâfını çoğaltmadan, pislik filan diyerek devam edelim.
***
Nobel edebiyat ödüllü yazar, -kendisi de siyasetle uğraşmış, zaman içinde soldan sağa kaymıştır-, Mario Vargas Llosa, Teke Şenliği adlı romanında,[1] ABD yönetimi nezdinde “bizim pislik herifimiz” şanına lâyık görülenlerden Dominik diktatörü Trujillo’nun ikbal ve idbarını anlatır. Hem masalsı bir atmosfer kuran, hem de sahiden “gerçek olaylara dayanan” bir romandır.
ABD yönetiminin “bizim pislik herifimiz” gözüyle baktığı diktatörün kendisi de, etrafında halkalanan en yakın adamlarına, ‘pislik herifler’ gözüyle bakar, romanda. Onları pislik gibi görür. Etrafındakileri “bir böcekbilimcinin hangi familyadan olduğunu bilmediği bir böceği incelediği gibi” inceler. Hiçbirine değer vermez, hiçbirine de güvenmez. “Fizik ve ahlâk olarak tiksinti verici ama entrikacılık ve şeytanın avukatlığını yapmada üstüne yok” diye andığı “Anayasacı ayyaş” lâkaplı hukukçusuna da, yine devletlilerden “Ayaklı Çirkef” lâkaplı bir diğerine de zerre kıymet vermez. Etrafındakiler de birbirleri hakkında aynısını düşünürler. Takdirler, “hem deli hem sadist ama aynı zamana şeytansı bir zekâya sahip” gibi lâflarla ifade edilir. Güvenlik kuvvetleri yetkililerinden “aptal katiller çetesi” diye bahsedilir. Bütün bu kadro, aldığı ihsanları, kazandığı imtiyazları, “lider”in “küstahlık ve aşağılamalarını sineye çekerek” ve “köpek gibi sadık” kalarak ödemek zorundadır.
***
Diktatörün en yakınındakilerden biri, iddiasızlığı, talepsizliği, zaafsızlığı ile dikkat çeker. Koyu dindarlığı aslında gösterişçi bir şekilcilikten ibaret olan, hiçbir zaman niyeti anlaşılamayan hatta herhangi bir niyeti yokmuş gibi görünen, hiç göze batmayan, o nedenle “Gölge” diye anılan bu adama diktatör, bir seferinde “Sizde insanlık dışı bir şey var,” diyecektir.
Hani neredeyse ‘temiz adamdır ama bizim temizimizdir,’ diyeceklerdir! Veya, ‘namusludur ama bizim namuslumuzdur.’ Onların namuslusu da ancak o kadardır…
En şahane ihanet bu iddiasız, zaafsız ve en sadık adamdan gelecek, 1930’dan 1961’e dek hüküm süren Dominik diktatörünün korkunç kıyıcı rejiminin çöküşünü, o yönetecektir.
***
Deyimi telif edenin, -veya telif hakkı kendisine atfedilenin-, Amerikan başkanı olduğuna dikkat edelim. “Pislik heriftir ama bizim pislik herifimizdir” ruhsatı vermek, verebilmek, bir güç makamında bulunmanın işareti. Pislik adamlara sahip olmak, bir pislikler kadrosunu tasarrufu altında bulundurmak, bir ‘imkân,’ bir güç...
Bir hikmet-i devlet vardır burada: İstenmeyen, el kirletecek, pis işlerin yine de yapılması gereği sineye çekilecek; bu işler, münhasıran o pisliğe vakıf, o pisliğe alışık, o pisliğe bulaşık olanlara gördürülecek, yani pis iş ‘outsource’ edilecek, taşerona verilecek, böylece pislik tecrit ve enterne edilecek, başka yere bulaşmayacaktır. Zehir-panzehir dengesi…
Llosa’nın romanında diktatör bir yerde o iddiasız-zaafsız adamına, “sizin payınıza yönetimin hoş, güler yüzlü yanı düştü,” der: “Ben de isterdim sadece bir devlet adamı, bir yenilikçi olmayı. Ama ülke yönetiminin bir de çirkin yüzü var ki, o olmadan sizin yaptıklarınız gerçekleşemez. Düzen. Güvenlik. Bunu kim sağlayacak?” Diktatöre göre “nankör konular”dır bunlar, ama onlarla da meşgul olmak lâzımdır.
Kanuna nizama aykırı faaliyetleri, “gayrı nizamî operasyonları,” kanundan öte genel ahlâka aykırı, insanî etike sığmayacak rezillikleri meşrulaştıran akıl da bu akıl değil mi? “Derin devlet” mitosu,[2] buna dayanmıyor mu? Şöyle kudretli bir derin devlet muhakkak olsun da pis işleri kimsenin ruhu duymadan halletsin isteğinin arkasında, bu akıl yok mu?
***
Pis işlerin öyle temiz halledilemediğini, şu Teke Şenliği romanı ve romanın dayandığı “gerçek olaylar” da göstermiyor mu? Pis işlere memur edilenler kendi hayat sahalarını açıyor, bir dünya kuruyorlar; onlar da kendi pis işlerini gördürmek üzere birilerini memur ediyor, onlara pislik gözüyle bakıyorlar. Karşılıklı, hesapları, hınçları oluyor.
Hem, hisler karşılıklıdır. Pis işleri gördürenlerce “bizim pislik adamlarımız” gözüyle görülen adamlar, o pis işleri kendilerine gördürenleri “pislik” gözüyle görürler.
Llosa’nın romanında, Dominik diktatörü Trujillo’nun, ABD’deki kendisini kollayan ‘dost’ unsurlardan “gringolar” diye bahsettiğini okuruz romanda. Gringo, yani “yabancı, yaban.” Trujillo ve çevresi, Amerikalıların “sevecen oldukları için değil, ırkçı oldukları için” kendilerinden nigger (zenci) diye bahsettiğini pekâlâ biliyorlardır. Diktatör bir görüşmede, günün birinde kendisinden yaptığı katliamların hesabının sorulabileceği faraziyesi karşısında, gringoların Japonya’ya attığı atom bombasını hatırlatır. Yani Amerikan idaresinin “bizim pislik herifimiz” tahtına oturttuğu adam, Amerikan idaresine bir nevi “pislik herifler” gözüyle bakıyordur, neticede.
Ayrıca o idare himaye ettiği pislik adamın “aşırılıklarından” rahatsız olduğunda, onu ortadan kaldırmaya hamle edecektir, bellidir, bunu da hepsi biliyorlardır.
***
Mario Vargas Llosa, şöyle tavsif eder Trujillo’nun rejimini: “Yasaları dinlemeyen bir rejim ülkeyi karantinaya almıştı; dejenere olmuş, evrensel tiksinti yaratan bir despotluk rejimine dönüşmüştü.” Trujillo idaresindeki Dominik rejimi, siyasetbilimi literatüründe “operet devleti” diye de anılır. Ortada “devlet” adını hak edecek bir şey yoktur, kalmamıştır...
[1] Çev. Peral Beyaz. Can Yayınları, 2011 (2. Baskı). Bu romana birkaç yıl önce sağolsun, Berk Esen dikkatimi çekmişti.
[2] Tanıl Bora-Ergun Aşçı: “Derin devlet mitolojisi üzerine: ‘Adeta tüm Türkleri el altından yöneten bir teşkilât’”, Birikim, sayı 385 (Mayıs 2021), s. 26-36.