Değişmek
Tanıl Bora

Gazeteci Elif Çakır’ın başörtüsünü çıkarması, -on beş güne yakın oldu-, lehte aleyhte bir vaveylâ koparttı. Daha çok, aleyhte. Zira bunu bir ihanet gibi gören dindar-muhafazakârların kızgınlığına ilaveten, onlara karşı olanlar arasında da hiddet gösterenler çoktu. (Hiddetlenme değil de hiddet gösterme diyorum; zira malûm, ‘çağımızda’ hisler bilhassa performatiftir ve hiddet göstermek iyi iş yapan bir haklılık, duyarlılık gösterisidir.) Onlar da bu baş açma ‘davranışını,’ bir samimiyetsizlik, “AKP sonrasına yatırım” veya en hafifinden “nafile bir geç uyanış” olarak yaftaladılar.

Söylemeye gerek var mı; bu ahkâm öncelikle, kadınların nasıl görünmesi gerektiği üzerinde hükümfermâ olmaktan vazgeçemeyen erkek ‘davranışının’ tezahürüydü. “Başını açınca bir şeye benzemediğine, geri kapansa daha iyi olacağı” minvalindeki alaycı yorumların sakilliği de o fasıldandır.

1990’ların sonundaki başörtüsü davasındaki gibi, “simge olma” misyonu kadınların sırtına biniyor; varoluş biçimlerinin veya basitçe kılık kıyafetlerinin “simge” olmasının ve varlıklarının kalansız olarak o simgeye indirgenmesinin yükünü taşıyorlar. Başlarını açtıklarında da öyle.

***

Büşra Cebeci ile Nevşin Mengü’nün küçük ve dolu kitabı “Herkes İstediği Gibi Yaşasın” (İletişim, 2021), tam bu konudadır: başlarını açan veya açmak isteyen ve bunu hoşgörmeyen aile ve muhit baskısıyla baş etmeye çalışan genç kadınların hikâyelerini anlatıyor. Türkiye’de ve İran’da. 16 yaşında kendi isteğiyle örtünüp 24 yaşında başörtüsünü çıkarmaya karar veren Selva’nın deyişiyle, fikirlerinin de kendileriyle birlikte büyümesinin, değişmesinin hikâyeleri…16 yaşındaki Soutiam Goodarzi’nin deyişiyle, 6 yaşından beri değiştiğinin idrakinde olan ve değişmekten korkmayan, değişmenin olağanlığını sindirmiş, değişmeye açık genç kadınların hikâyeleri…

***

Nilgün Toker’in bu kitaba yazdığı sunuş ( “Kimse aynı kalamaz”), işte bunun, değişme hakkının altını çiziyor. Bir temel insan hakkı gibi raptetmeli bunu: “Kimse… içine doğduğu yapı ve değerlerde kalmaya zorlanamaz.” Değişmemenin kutsallaştırılmasına karşı,  “benzerliğe, aynılığa mahkûm kalmamak” uğruna değişebilme hakkını, değişebilme olanağını savunuyor, bu anlamda değişme inadını savunuyor Nilgün Toker. Çünkü onun açıkladığı gibi değişebilmek, seçme hakkına sahip olmaktır, “seçebilir olduğunun, seçme kapasitesini icra edebilecek güce sahip olduğunun” ifadesidir ve böylelikle “bir ‘kendi olma’ riskine atılma” cesaretidir. Kıymetini bilmemize çok katkıda bulunduğu kavramı bu yazısında kullanmasa da, bir insan olanağı olarak bahsediyor değişebilmekten. İnsanın onu kullanabilmesi ölçüsünde kendi insanlık kapasitesini ve insanlığın kapasitesini genişleteceği bir kabiliyet…

***

1980’lerde, hatta 1990’larda nasıl fiyakalı, nasıl cazip bir sözdü, “değişim.” ANAP ve Özal’ın kanat taktığı, hatta AKP’nin “ilk dönemine” bile sarkan bir tesiri olmuştu. O rüzgâr, bütün dünyada Yeni Sağ denen akımın, “değişim” kavramını ve sloganını solun elinden kapmasının ‘iklimlendirme’ etkisi idi.

1960’larda 1970’lerde sol, siyasî ve iktisadî rejimden öte hayatını değiştirme, kendini değiştirmeye dönük seferber ettiği arzunun ve heyecanın sönümlenmesinin rövanşıydı o dalga. O vakitler birileri gerçekten büyük bir değişime inanarak gerçekten hayatlarını değiştirmişlerdi. 1980’lerin-1990’ların ‘rövanşist’ değişim çığırı ise, imajlar, mallar, ‘şekiller,’ ‘yaşantılamalar’ suretinde bir değişme konforu sunuyordu. Bir şeyleri değiştirmek için bir şeyler yapmayı bırakmak da vardı o konforun içinde. O çığırın ilk başlarında, “değişim” paketinin kurdelesi, işte bu değişimdi: içini boşaltarak, değişmeyi değiştirmek.

İtalyan edip ve edebiyat eleştirmeni Tomasi di Lampedusa’nın meşhur sözü var ya, Leopar romanında,[1] 19. yüzyılda değişen dünyada vaziyetlerini koruma derdine düşmüş aristokrat kahramanına söyletmiş: “Her şeyin olduğu gibi kalabilmesi için, her şeyin değişmesi gerek.” Kimliğini ve konumunu korumaya, sistemin, statükonun devamına adanmış bir değişme...

***

“Kimlik politikaları” denen şeyin en sorunlu yanını burada bulabiliriz gibime geliyor. “Sınıf politikasına” karşı olması değil; zira biliyoruz ki “kimlik politikalarının” politize ettiği birçok mesele, -kadınlarla ve siyahlarla ve Kürtlerle ilgili bu çok açık-, aynı zamanda ve doğrudan doğruya sınıfsaldır. Kimlik politikalarının belirli bir idrak ve icra biçiminin kapı açtığı, açabildiği sorun, değişme olanağına kapanmak oldu. En azından, uzaklaşmak... Değişme ve değiştirme olanağına yapılan duygusal yatırım azaldı…

Kimlik kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı neydi: identity, identité. Düz anlamıyla aynılıktır, aynı-olmaktır. Kimlik politikasının ‘fenalığı,’ kaskatı bir aynılığa kapanma, aynı- kalmaya yapışıp kalma riskidir. Oysa, Nilgün Toker’in yazısının başlığı neydi: “Kimse aynı kalamaz.”

Siyaset felsefecisi Norberto Bobbio, solun ayırt edici dört evrensel değerinden birinin, değişim fikrine bağlılık olduğunu söyler.2 Sol düşünce, insanın, toplumun, dünyanın değiştiğine ve değişebileceğine kanidir. Değişme olanağı ve değişme-değiştirme kabiliyeti, (özellikle, kritik bir mesele olarak: eşitsizliğin değiştirilebilirliği), sol için başlıbaşına bir değerdir.

***

Değişmek deyince, tümüyle başka birisi olmaktan (veya, en heyecanlısı, “saf değiştirmekten) söz etmiyoruz. İnsanın karmaşıklığına, çok cepheliliğine haksızlık etmemeli. Kimse bütün kurum ve kuruluşlarıyla, baştan aşağı değişip başkalaşmaz, bir suretiyle veya kimi suretleriyle değişime uğrar. Daha önemlisi, kişilik değil, davranış değişir. Bir yaştan sonra, kişilik yapısında bir değişim beklenmez; ama kişinin kimi alışkanlıkları ve davranışları değişebilir. Bir fikir, bir tavır, bir öneri karşısında sormamız gereken sorunun “Kim söylüyor?” değil, -en azından sadece o değil-, “ne, nasıl, niye?” olması gerektiğinin bir teyidi daha.[3]

Psikoloji erbabı, bu anlamda değişimin üç temel koşulundan söz ediyor:  Değişiklik iradesi, iç sükûnet ve empati. İç sükûnet, ‘sağlıklı’ bir değişim için basiret, tutarlılık ve kendiyle barışıklık icabını ifade eder. Değişiklik iradesi, değişme kabiliyetine sahip çıkmanın, onu kuvveden fiile çıkarmanın ifadesidir. Empatinin altını çizelim. İnsan, toplumsal etkileşime bağlı olarak değişir; başkaları üzerine düşünerek, kendini onların yerine koyarak, kendi halini başka insanlık halleriyle tartarak değişir. Delili Che Guevara’dan getirelim: “Dünyanın sizi değiştirmesine izin verirseniz dünyayı değiştirebilirsiniz.” 


[1] Giuseppe Tomasi Di Lampedusa, Leopar, çev. Semin Sayıt, Can Yayınları, İstanbul, 1998.

2 Sağ ve Sol: Bir Politik Ayrımın Anlamı, çev. Zühal Yılmaz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1999.

3 Yazının vesilesine dönersek: Elif Çakır’ın başörtüsünü çıkararak gerçekleştirdiği değişim, onun siyasî konumu hakkında, Kabataş palavrası hakkında, nasıl birisi olduğu hakkında bir şey söylemez; kılık kıyafeti ve görünümüyle ilgili, kamusal-simgesel önem taşıyan bir değişim geçirdiğini söyler ve sadece bunu söyler.