Merhumu nasıl bilirdik?
Bu sorunun muhatabı Şan Tiyatrosu’nun kundaklanmasını zamanında alenen ya da için için alkışlayanlar, bugün onlarla aynı zihniyeti paylaşanlar değil, kuşkusuz. Onların yanıtı malum.
Gerikalanlar arasındansa sadece usulen söylenmiş değil, samimi, gür bir “iyi bilirdik” yükseldi. Öyle ya, geçen otuz küsur yıl zarfında sırf Ferhangi Şeyler’i seyretmiş insanlar elele tutuşsa Beyoğlu’ndan Çarsamba’ya yol olur. Gerçekle kurmaca arasındaki çizginin silikleştiği bu performansta Şensoy’un saz eşliğinde söylediği “ben ne güzel işerim sabah güneşe karşı” ya da “rakımız var, içesim yok” mısraları melodileriyle birlikte birkaç neslin hafızasında yer etmiş durumda. Aynı oyunda attığı şu slogansa günümüzün ‘barınamayan” gençlerine bir selam sanki: “Kira da neymiş yahu! Evler oturanlarındır!”
Her ne kadar Şensoy bu payeden pek hazzetmese de Ferhangi Şeyler aynı zamanda Türkiye’de stand-up komedinin önemli öncülerinden biriydi. Şensoy bir televizyon söyleşisinde bu payeyi neden sahiplenmekten kaçındığını açıklarken tiyatronun çok daha meşakkatli, üst-kültürel bir performans biçimi olduğu mealinde bir görüş belirtmişti. Muhtemelen bu değerlendirmesinde memlekette tiyatroya kıyasla stand-up’a çok daha fazla rağbet edilmesinin getirdiği bir gücenmişliğin de payı vardı. Gönülsüzce de olsa Türkiye’de stand-up’ın ilham kaynaklarından biriydi, Şensoy.
Özetle, sadece bu oyunuyla bile kayda değer bir miras bıraktı ardında. Ki daha neler neler bıraktı yadigâr: Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı’nın politik-ekonomisi, Bir Tuhaf Soruşturma’nın kara mizahı, Varsayalım İsmail’in sürreel komedisi, İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You!’nun William Burroughs’lu tuhaf seyahatnamesi, Seyircili Seyir Defteri’nin katamaran tiyatrosu…
Diğer bir mirası da Türkçe’nin imkânlarını genişletmesiydi. Bu bakımdan şiirlerini okumamış olmam talihsiz ama nesir yayınları, tiyatro eserleri ve televizyon dizileri/skeçleri yeterince malzemeyle dolu. Örneğin, mucidi o mudur, bilmiyorum ama “sevgilerden bir demet” ifadesini yıllar önce ilk ondan duymuş ya da okumuştum; o gün bugündür yazışmalarımda kullanırım. Repertuarıma aparttığım bir başka Ferhanizm ise “tesadüfün iğne deliği” deyişidir. Şensoy’un ne yazık ki hakettiği ilgiyi görmemiş olan televizyon dizisi Boşgezen ve Kalfası’ndaki bazı replikler Türkçe’nin imkânlarını genişletmekten ziyade onun sınırlarını zorlayan Dadaist oyunbazlıklardır: “Ben sistem olarak ‘atiti-patiti’yi bilirim ama ‘hoçoçoro-moçoçoro’yu hiç duymadım”.[1]
Naçizane görüşümce Şensoy’un dil kıvraklığının zirve yaptığı eseri Şahları da Vururlar’dır. Türkçe ile Farsca’yı melezlediği bu oyununda (“Farsca Fars”) yer alan “Şah Rıza’nın Kabusu” sahnesi, Muhammed Rıza Pehlevi ile tavla oynayan Ayetullah Humeyni’nin şu sözleriyle sonlanır:
“Pes ki sen petrolü Ingiliz’e
Anayasayı fırına vermişsen
Eylemişsen İran’ı viran
Sen kafadan yanmışsen
İran senin gölgendir
Yenemezsin gölgeni
Sana lazım yedi yedi
Henüz icat edilmedi.” [2]
İki üç kelime değişiklikle günümüz Türkiye’sine uyarlanabilecek, haiku yalınlığındaki vurucu mısralar.
***
Peki, merhumu sadece iyi mi bilirdik?
Şensoy’a dair hatırladığım ilk tartışma konusu onun Akbank reklamlarında oynamasıydı. Ve belli ki oynamakla kalmamış, metin yazarlığını da yapmıştı. Kendisinin yanısıra o zamanki eşi Derya Baykal, çocukları ve Ortaoyuncular’dan sahne arkadaşları da yer almıştı o reklamlarda. 90’lı yıllar nostaljisi yapmaya gerek yok ama o zamanlar bir tiyatro sanatçısının, yazarın reklamlarda boy göstermesi yadırganmıştı. Hele Şensoy gibi muhalif kimliğiyle bilinen bir şahsın reklamla, üstelik bir banka reklamıyla tezatlığı garipsenmişti. “Evler oturanlardır!”dan “Ev bankacılığı”na…
Diğer bir hadise tinerci çocuklar meselesiydi. İnternette bir türlü bulamadım ama Şensoy’un, yine 90’lı yıllarda, Beyoğlu civarındaki tinerci çocuklara ilişkin demeçlerinin bazı çevrelerce saldırgan, hoşgörüsüz bulunduğunu anımsıyorum. “Tesadüfün iğne deliği” işte, Şensoy’un tabutu üzerindeki Galatasaray bayrağına gıcık olan ve medyada “tinerci” diye bahsolunan dört şahıs cenazede olay çıkardı.
Ne var ki bu kusurlar 2015 yılındaki “Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet” kampanyasının yanında –Ferhangi bir ifadeyle– “devede kulak tüyü” kalır. Söz konusu kampanya 2015 Ekim’inde, yani AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği Haziran seçimi akabinde Güney Doğu’nun kana bulandığı, Mayıs ayında “400 milletvekili verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyen Erdogan’ın sözünü tuttuğu bir ortamda düzenlenmişti. Şensoy kampanyaya katılmakla kalmamış, sanatçıların toplanıp imzaladıkları metni okudukları etkinliğe Ses Tiyatro’sunda evsahipliği yapmıştı. “Biz sanatçılar, vatan mücadelesi veren Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Mehmetçiğimizin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyoruz” diye başlayan metne imza atanlar arasında Müjdat Gezen, Tarık Akan, Fikret Hakan, Timur Selçuk da vardı. Seneler sonra “Pardon” adıyla sinemaya uyarladığı Bir Tuhaf Soruşturma’da terörle mücadeledeki çarpıklıkları hicvetmiş olan Şensoy işe bakın ki 2015 Türkiye’sinde, üstelik Kürt illerinde JÖH, PÖH eliyle huzurun, adaletin temin edilebileceğine inanmıştı. Üç ay sonra akademisyenlerin yayınladığı “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi Şensoy ve arkadaşlarına bir vicdan muhasebesi daveti mahiyetindeydi.
Şensoy’un bu tutumu, onun 2011 yılından itibaren Aydınlık gazetesi’nde yayınlanan makalelerini bilenler için sürpriz olmadı muhtemelen. Zaten o makalelerin içeriğini bilmeye de pek gerek yok; Aydınlık’ta yayımlanmış olmaları kafi. Şensoy’un Perinçek’e methiye düzdüğü satırları burada alıntılamaya insanın eli varmıyor. Ermeni soykırımı, Kürt meselesi, vs. malum da, merak ediyorum eşcinsellik konusunda da Perinçek ile aynı çizgide miydi, Şensoy? O yüzden mi yukarıda övgüyle bahsettiğim Şahları da Vururlar oyununda kendini “Abu Hafs Ömer ebn-e Ebrahim Gıyaseddin Khay’yam“ diye tanıtan Ömer Hayyam’ın, kendisine yöneltilen “Ebne misin?” sorusuna “Estağfurullah, henüz denememişem” diye karşılık verdiği bir espriye tenezzül etmişti? [3]
***
Son tahlilde merhumu nasıl bilirdik?
Şensoy’dan bir hafta sonra vefat etti, Mikis Theodorakis. Hapis, işkence, sürgün ile geçmiş anlı, şanlı devrimci bir hayatın son demlerinde milliyetçi rüzgârlara kapılmış, Altın Şafak’ın bile takdirini toplayan beyanatlarda bulunmuştu kendisi.
Bu yaşamların muhasebesini yaparken nasıl bir yöntem izleyelim öyleyse? Milliyetçiliğin iflahı zor bir illet olduğuna hükmedip bunu hafifletici sebepten mi sayalım? İlk taşı günahsız olanımız atsın diyerek işin içinden sıyrılmayı mı deneyelim? Etliye, sütlüye bulaşmadıkları için iyi bilinen insanlardansa yanlış yapma pahasına risk alıp tarafını belli edenleri daha erdemli mi addedelim? Ya da ne denli yetenekli, başarılı, muhalif olurlarsa olsunlar kimi kırmızı çizgileri aşanların ilelebet üstünü mü çizelim?
Şensoy’u yukarıda bahsolunan kabahatleri yüzünden “silmiş” olanlar vardır muhakkak. Onlara diyebilecek pek bir sözüm yok. Zira daha azı yüzünden sildiklerim de oldu, daha fazlasına rağmen silemediklerim de. Şensoy silemediklerimden. “Silememek” edilgen, kaçamak bir ifade; “silmediklerimden”, hatta “silemeyeceklerimden” daha dürüst olur.
Sonuç olarak, Şensoy’u iyi de bilirdik, kötü de ama kanımca “iyi ki bildik”.
[1] Dizinin bu sahnesinde hesabı birbirinin üzerine yıkmaya çalışan karakterlerden biri “siz hesabı hoçoço-moçoro yaparsınız” deyince Şensoy’un oynadığı karakter yukarıdaki şekilde karşılık verir. Bağlamdan anlaşıldığı kadarıyla bu uydurmaca kelimeler “bedavaya/punduna getirmek” benzeri bir manaya gelen Ferhanizm’lerdir. Bu vesileyle söz konusu dizi ve daha birçok çalışmada Şensoy’a “saz arkadaşlığı” etmiş olan merhum Rasim Öztekin ve Baykal Kent’i de anmadan geçmeyelim.
[2] Şahları da Vururlar (Ortaoyuncular Yayınları, 1988)
[3] Bir iki satır daha süregider bu “ebne” esprisi. Türkiye’de neredeyse her türlü komedyen mizahî kolaycılık olarak homofobiden fazlasıyla istifade ettiği için Şensoy’a bu bakımdan kusur bulmak haksızlık gibi gelebilir ama onun da bu kolaycılığa tevessül ettigi tek örnek bu değildir.