Birikim Haftalık’ta Marksizm üstüne yazmayı alışkanlık haline getirdim. Bugün de bu temadan devam edeceğim; ama şu sıralar söylemek istediklerimin sonuna geldim sanıyorum.
Kendim Marksist olmadan önce Marksizm hakkında bir şeyler öğrenmiştim. Ama Marx’ın ve Engels’in yazdıklarını daha genişlemesine okuduğum zaman bu bende bir “dünya görüşü değişikliği” diyebileceğimiz bir duruma yol açtı.
Bildiklerimin başında bunun “tehlikeli” bir şey olduğu bilgisi geliyordu. Türkiye’de ortalıkta “Ben Marksist’im” diyerek dolaşmanın nelere yol açabileceğini tahmin etmek güç bir şey değildi. Ama düşündüm ve dünyaya Marx gibi, Engels gibi bakıp bakmadığımı bir daha değerlendirdim. Evet, öyle bakıyordum. Durum buysa, bunu gizli tutmak “ahlaklı” bir davranış mıydı? Değildi. Aklımda siyaset yapmak diye bir şey yoktu ama gene bu okuduklarımdan anlamıştım ki “Ben Marksist’im” dedikten sonra “Siyaset beni ilgilendirmiyor” demek olacak bir şey değildi. Aslında hiç ilgilendirmiyor değildi elbet. Ama o alanda önemli bir rol oynamak gibi bir tutkum yoktu.
Neyse, yirmi yaşımda bu kararı verdikten üç dört yıl sonra TİP’e üye de oldum. Siyasi “angajman”ımın dozu artıyordu.
Bir yandan da yeni yeni şeyler okuyordum tabii. Okurken, Marksizm’in parçası olduğu kabul edilen bazı şeylerle pek anlaşamadığımı da gördüm. Başta “diyalektik materyalizm”! Tarihi maddecilik beni Marksist yapan alandı. Ama “diyalektik” üstüne okudukça şüpheciliğim arttı.
Dühring, Marx’ı okuduğunu ve birçok konuda onunla hemfikir olduğunu yazar. Bir yerde, “Fakat,” der, “bütün bunları birtakım tezler, antitezler haline getirmesinden bir şey anlamadım. Bütün bunlar, o ‘tezler’ olmadan da anlatılabilirdi.”
Üstüne Engels’i okudum: Anti-Dühring. Çok kızmıştı Engels Dühring’e. En çok kızdıran da diyalektik üstüne bu eleştiri olmuştu. İlk olarak, bir Marksist karşısında Marksist olmayan birini haklı buluyordum, çünkü Dühring’in itirazı benim de itirazımdı (Dühring’in kendisini okumadım; hakkında yazılmış bir şeyi okudum).
Yanılmıyorsam bundan sonra Engels’i, Doğanın Diyalektiği’ni okudum. Engels’in Dühring’e niçin bu kadar öfkelendiğini anladım ama Dühring’i daha da haklı buldum.
Bu konuyu fazla tartışmadım, hatırladığıma göre. Ama elime bir şeyler geçtikçe, bir günahkâr psikozuyla, okudum. Politzer’i okumamıştım bu sıralarda. Bir zaman sonra, “öğrenmek” için değil de, “Bu neymiş?” diyerek okudum. Bir otomobilin durduğu yerle diyalektik bir çelişki içine girdiği için hareket ettiğini okuyunca kendimden memnun kaldım.
Hegel hakkında bir zaman sonra çevirdiğim Stace kitabını okumuştum. Orada şeması yapılan diyalektiği de görmüştüm. Dahiyane bir şema vardı orada. Olağanüstü bir zihnin ürünü. Ama, mantığın nasıl kendini inkâr edip maddeye dönüştüğünü anlayamadım. Yani bir kitap sayfasında bu şekilde anlatılışını anladım ama gözümün önüne getiremedim. “Big Bang” v.b.
Bunun onlarla hiç ilgisi yok. Sonra madde yeniden ruha dönüyor, gidip İdea oluyor… Bunlar bana göre şeyler değil.
Sonra bir gün öğrendim ki İtalya’da önemli bir Marksist düşünür var, o da diyalektik maddeciliği reddediyor. İtalya’ya bir gidişimde buldum, tanıştım; konuştuk ama diyalektik üstüne değil. O sıra “Avrupa Komünizmi” üstüne bir yazı-röportaj hazırlıyordum.
Bir süre sonra Colletti’nin Marksizm’den vazgeçtiğini duyduk! Haydaa! Niye, diyalektiği reddettiği için mi? Bunu öğrenemedim.
Başta Engels, tarihi maddeciliği diyalektik maddeciliğin uzantısı gibi görürler. Althusser tarihi maddeciliği Marksizm’in bilimi, diyalektik maddeciliği ise Marksizm’in felsefesi olarak ele alır. Bu daha makul. Hayatın hareket ve dönüşüm olduğunu biliyoruz. Birçok şey arasında antitetik ilişkiler olduğunu biliyoruz v.b. Ama o Hegelyen “tez-antitez-sentez” sıralamalarına ihtiyacımız yok.
Bir epistemoloji, bir bilgi teorisi, gelecekte olabilecekler hakkında bize fikir verir. Her şeyi söyleyemeyiz. İnsan zihni bunu yapamamıştır ve yapamayacaktır. Bir füze gibi son derece sofistike bir makinanın ne yapacağını, nasıl davranacağını bilir (zaten kendisi yapmıştır); ama tarihin nasıl oluşacağını bilemez ve bilemeyecektir. Lenin kitabında kongreyi anlatır, kongrenin olgularını sıralar. Bunu yaptıktan sonra olayın diyalektikçesini anlatır: A ile B çelişmektedir, falan filan Bundistler bu diyalektiğin bilmemne kategorisindedirler. Dühring’in Marx’ı eleştirmek için söylediği gibi bütün olayı bir de böyle anlatır.
Peki, olay olmadan önce Lenin bunların olacağını biliyor muydu? Ya da, kapıyı kilitleyip Martov’un oy vermesini önlemen tez mi, antitez mi, ne?
Bir tarihî olay olup bittikten sonra etkenleri masanın üstüne yatırıp “bu onun antitezi”, “bu onların sentezi” demek mümkün ve kolay. Ama bu dil, örneğin, Sovyetler Birliği’nin biteceğini, nasıl biteceğini bize göstermedi.
En önemli konu başlığı muhtemelen budur, “diyalektik materyalizm”dir. Ama yaşadıkça, başka anlaşmazlıklarım, uyuşmazlıklarım da oldu.
İşin bu aşamasında, kendimi tanıtmam gerektiğinde, bir “Marksist” olduğumu (epey ortodoksi dışı denebilir) söylemekten daha uygununu düşünemiyorum.