Tuncay Birkan, cumhuriyetin kadri bilinmeyen nesir mirasını derlediği “İzler” dizisi içinde son yayımlanan iki ciltlik Vâ -Nû (Vâlâ Nureddin) derlemelerinin giriş yazısında, “her şeyi ama her şeyi anlatma enerjisi” ile başımızı döndüren bu üretken gazete fıkrası yazarını pekâlâ edebiyatçı sınıfına sokmak gerektiğini savunuyor.[1] Filozof Jacques Derrida’nın edebiyat tanımına dayanıyor bunu yaparken. Derrida’ya göre edebiyat, her şeyden önce bir kamusal söz söyleme edimidir. “İlkesel olarak her şeyin söylenmesine izin veren kamusal bir kurum”dur, edebiyat. Başka türlü tekrar edersek, onun tabiriyle “edebiyat denen bu tuhaf kurum,”[2] “her şeyi söyleyebilmeye izin veren ilkesel hak,” demektir. Kişiye her şey üzerine söz alma otoritesini verir. Kamusal eleştirel işlevi görür. Ezcümle edebiyat, bizatihi, bir ifade özgürlüğü kurumudur. Özgürlük – ve sorumluluk: Derrida, bahse konu mütalaasında, “Her şeyi söyleme sorumluluğu” da diyor.[3]
Efsun’la (Dipnot Yayınevi, 2021) ikinci romanını –ve dördüncü edebî eserini-[4] yazmakla Selahattin Demirtaş’ın yaptığı da, edebiyatın bir ifade özgürlüğü kurumu olduğunu göstermek değil mi, her şeyden önce! O, edebiyata başvurmakla, “edebiyat denen şu tuhaf kurumun,” kamusal söz söylemeye dair bir ilkesel hak demek olduğunu hatırlatıyor. Bir siyasetçinin, -cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaklaşık %10 oy almış, meclisin üçüncü partisi konumundaki bir partinin eş genel başkanlığını yapmış bir siyasetçinin-, yani “işi” kamusal söz söylemek olan birisinin, hapsedilmeye karşı, kamusal söz söylemekten men edilmeye karşı en güçlü sözü belki de budur: öykü ve roman yazmanın, edebiyatla konuşmanın kendisidir. Onun öykü ve roman yazması, her şeyden önce ve her şeyden gayrı, kamusal söz söyleme hakkını gasp ettirmeme iradesini temsil ediyor. O hakkın insanın olanaklarını nasıl genişlettiğini gösteriyor. Sevilay Çelenk’in Efsun’la ilgili yazısında ibret ettiği gibi, “elinden bir dünya alındıysa bin bir dünya kurarak…”[5]
***
Efsun’un kahramanlarından biri, Caner, düşünmek, zihnini toplamak için kalabalıkların arasına dalma ihtiyacını duyuyor romanda. Kafası karıştığında, içine dalacak bir kalabalık arıyor. Kalabalıklardan tecrit edilmiş yazarın açığını, açlığını giderircesine… Aynı zamanda, o tecrit halinde dahi, kalabalıklarla etkileşim halinde düşünme gayretini temsil edercesine… Bir yerde de diyor ki yine bunaldığı bir seferinde Caner: “İstersem hemen bir kalabalık bulurum, ama gerek yok.” Bir metanet ve vakarı gösterircesine…
Bir yan karakter, Fevzi, “iyi bir şerefsiz” diye tarif ediliyor bir yerde… Yazarın çilekeş anne karakteri Kibar’ı “iyilik” üzerine, her insanda cılız da olsa soluk almayı sürdüren bir iyi yanın varlığı üzerine konuştururken yazdıklarını da hatırlatan, -isterseniz Nietzscheci “iyi ile kötünün ötesinde”yi de yere indiren- harika bir tarif!
***
Efsun’dan iki tadımlık değinmeyle yetineyim ve ‘mesleğimi’ yapayım ben; zira kitabın dilsel figürlerinden biri, zamanın kelimelerindendir, ona eğileyim: “Gerek yok.”
“Gerek yok,” romanda Caner’in diline pelesenk olan lâf. Efsun da ondan ilk hoşlanma aşamasında “ikide bir ‘gerek yok, gerek yok’ deyişini çok tatlı” buluyor. Her seferinde italik yazılmış, “gerek yok” ve yanlış saymadıysam kitapta 32 kez geçiyor. (Ayrıca halis muhlis “gerek yok”lar da var, gerçekten sadece bir şeye lüzum olmadığını belirten, onlar ayrı.)
Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü gerek’i “bir şeyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlı olduğu şey, lâzım,” diye tanımlıyor. Nişanyan’ın etimoloji çalışmasından öğreniyoruz ki, gerek kelimesi eski Türkçelerdeki eksik’ten, noksan’dan türüyor: kerekmek, noksan olmak demek; kergek, eksik, noksan, gereken. Veya ol anı kerekledi, onu özledi, eksiğini hissetti, demek oluyor.[6]
Efsun’da Caner’in ağzındaki “gerek yok”lar, kimileyin, aslında bir “gerek var”ın mazereti gibidir. Bir noksanı giderme icabından kaçınmanın gerekçesidir. “Gerek yok”un bu ‘açılımı,’ adam sendeciliğe, vurdum duymazlığa, en azından rehavete, ilgisizliğe yanaşır; “boşver”e komşudur. Romandaki örneğiyle, “İstesem bitiririm okulu, ama gerek yok,” gibi. Veya: “Bir kız broşür uzattı, almadım, gerek yok.”
Bazı “gerek yok”lar, bir sırrın ucunu gösterirler. Romandan örnekle: “Bir şey daha söyleyecektim ama neyse, şarkı çalıyor, gerek yok.” Merak gıcıklayan türden “gerek yok.”
Caner’in dilinde en fazla geçen “gerek yok” kategorisi ise, sineye çeken, bağrına da basan, bir kalenderlik gösterisi, bir vakar gösterişi olarak iş gören “gerek yok”lar. Bunların birçoğu, bir önceki kategoriyle, merakı kışkırtan “gerek yok”larla sınırdaştır. Sıralayalım: “Daha çok şeyler yaşadık da şimdi anlatmaya gerek yok.” “Uzatmayayım, gerek yok.” “Anlatayayım şimdi, gerek yok.” “Anlatmayacağım, gerek yok.” “Her şeyi uzun uzun anlatacağım da, gerek yok!” “Anlatmayayım, gerek yok.” “Fazla da konuşmaya gerek yok.” “Aslında gerek yok ama bilin diye söylediklerini size de aktarayım.” “Uzatmaya gerek yok.” “Anlatırım, ama gerek yok.” Vakar gösterisinin daha bariz olduğu örnekler: “Fazla duygusal görünmemeliyim, gerek yok.” “Sevmem böyle abartılı davranışları, gerek yok.” “İstersen bir sürü alırım ama gerek yok.” “Sormadım anneme, gerek yok, olsa bana söylerdi herhalde.”
En ‘hoşu,’ adeta bir ahlâksızlığı, uygunsuzluğu hatta belki bir cürümü ahlâkî veya ilkesel sebeplerle değil de faydacılık nazarından men eden bir tavrın temsilcisi olan “gerek yok”lardır. “İyi şerefsizliğin” bayrağı olan “gerek yok”lar... Efsun’dan tipik örneği: “Puştluğa gerek yok.” Gerekirse/gerekiyorsa/gerektiği kadar yapmak – “gereği”nden öte bir ilke gözetmemek. Sanırım, “gerek yok”ların en ‘asrîsi’ budur; “gerek yok” lâfını zamanın kelimeleri arasına sokacak olan performans, budur.
Her halükârda, performatif bir lâf, “gerek yok.” Caner’in dilinde de, zamanımızın dilinde de. Efsun’un bir hizmeti de, onun hakkını vermesi.
***
Demirtaş’ın öykü, roman yazmasına “gerek yok,” diyen, var mıdır hâlâ?
[1] Fikir ve Sanat Alemimize Bu Hürriyet Kâfi Değildir ve Asri Rüyalar, Fetiş Rejmler. Can, 2021. Aktardığım yorum, her iki kitapta s. 25-26.
[2] Jacques Derrida: Acts of Literature, Routledge 1992, s. 33-75.
[3] Bu da, Tuncay Birkan’ın yazısında zikrettiği yerden, Yapıbozum ve Pragmatizm (der. Chantal Mouffe), çev. Tuncay Birkan, İletişim 2016, s. 130.
[4] Daha önce iki öykü kitabı çıktı: Seher (Dipnot, 2017), Devran (İletişim, 2019), bir de romanı: Leylan (Dipnot, 2020).
[5] https://bianet.org/bianet/yasam/251617-cunku-yazmak-efsun-ludur