Adalar’a Ne Olacak: Cumhurbaşkanı Kararı’nın Düşündürdükleri
Işıl Kurnaz

Yerel yönetimler, vatandaşlık hukukunun ve vatandaşlık haklarının somut anlamda cisimleştiği en küçük ve ulaşılabilir yaşamsal birimler. Devlet’in genişliği ve büyüklüğü karşısında, vatandaşlık hukukunu ve haklarını görebileceğimiz en somut birim, belediyeler. Bu yüzden de insan haklarının gerçekleştirilmesinin ilk adımı, yerelden atılır.

Yerel politikanın, hayat ile hayatın içindekiler arasındaki bağ olduğunu, yerel siyaset çalışan kadınlardan öğrenmiştik sanırım.[1] Bu yüzden de siyasal iktidarın, en çok taarruz ettiği şeylerden biri yerel siyaset. 2016 sonrasında bu yerel siyaset taarruzunun, kayyumlar eliyle nasıl işlediğini de gördük. Bu öyle bir siyasetti ki kayyum belediyelerinde yolsuzluk soruşturmaları, usulsüz işe alımlar, kanuna aykırı ihaleler peşi sıra gelmişti.[2] En göze çarpanı Mardin Belediyesi’ydi tabii, kayyumun da içinde olduğu 540 milyonluk yolsuzluk soruşturması açılmıştı.

Siyaset, yerelde yaşar. Sadece bu yüzden bile siyasetsiz, içeriksiz ve şekilsiz bir politik taarruz, ilk önce yerel yönetimlere yapılır. Hayatın içinin boşaltılması, ilk önce yerelin gaspıyla başlar bu yüzden. Nerede, nasıl yaşadığımıza dair o meşum “yaşam tarzları” meselesinin, en çok politize olduğu, yani ele gelir ve dişe dokunur şekilde, politik bir yerden tartışıldığı yer, yereldir.

Yerel siyasete ilişkin AKP politikası, HDP’nin kazandığı 65 yerel belediyeden 48’inin kayyumla yönetilmesinden açığa çıkan bir şey. Bunun bizatihi kendisi, eylem ve söylem alanını gasp etmiş bir siyasal iktidarın, yerelde kimi görmek istediğini ve kimi, o yerelin dışına çıkarmak istediğinin kanıtı. Öte yandan hem Sayıştay raporları hem İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin artık ört bas edemediği raporlara göre yolsuzluk, iltimas, ihaleye fesat karıştırma, ranta dair şikâyetler sonucunda, belediyelere atanan 9 kayyum daha önce görevden alınmış. Yerelin nasıl kurulmak istendiği kadar, ne olarak görüldüğünün de bir kanıtıydı bu yüzden belediyeler: Hizmet birimi değil, bir rant sahasının adıydı.

Yerel siyasetin nasıl içinin boşaltıldığına dair bir örnek, 5 Kasım 2021 tarihli Resmî Gazete’de bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile yer aldı. Bu kararla Adalar, Marmara Denizi ile birlikte çok büyük bir alan yaratılarak tek bir kapsama alındı ve Cumhurbaşkanı inisiyatifine terk edildi. Adalar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve mimar Ali Erkurt, böyle büyük çapta, koskoca bir denizi ilgilendiren kararın ilk defa alındığını söyledi.[3]

Bu kararla, Adalar’da imar planı yapma ve onaylama yetkisi, yerel yönetimden alınıp, Cumhurbaşkanı kararı ile Bakanlıklar’ın yürütmesine verildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün şu notu düştü:

 “Adalar’ın tamamı sit alanı. Doğal Sit ve Kıyı Alanlarında plan onama yetkisi de zaten Bakanlığa ait. Peki bu kararla ne değişti? Şimdiye kadar planlar İBB tarafından yapılıp, Meclis kararı ile Bakanlığa gidiyordu. Artık, İBB ve ilçe belediyesi bütün yetkisini kaybetti!”[4]

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hızlı ve istikrarlı hükümet diye getirdiği şeyin, tüm denetim, denge ve paylaşım mekanizmalarından arındırılmış, son kertede yetki kendisinde olsa bile aradaki bir belediye meclisi sürecine dahi tahammül edemeyen yapısı, bu sistemin neyle yoğrulduğunu anlatıyor zaten. Siyasal iktidarın, hükümet sistemi diye getirdiği şeyin tüm omurgasından ve yapısından sıyrılmış, yönetimsiz bir tek başlı devlet olması gibi…

Bu hikâyenin, AKP’nin yerel siyasetle ilişki tarihinde biricik, benzersiz olmadığını da görmek gerek. Haziran 2011’den beri Yassıada ve Sivriada ile başlayan bir süreç var. Yassıada ve Sivriada, önce Hazine mülkiyetinden çıkarıldı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildi. Yapılan ilk iş, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği turizm yatırım belgesi ile Sivriada’ya 1961 kişilik kongre merkezi inşaatının başlamasıydı. Sivriada’nın imar planı ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda çoktan askıya çıktı. Bugün yaşadığımız Adalar kırımı, aslında 2011’den beri sistematik olarak yapılan bir kentsizleştirme siyasetinin bizzat kendisiydi. Kent yoktu. Yerel yönetim, o yerelde yaşayan halk, kent hakkı, vatandaşlık hukuku, rant ve imar karşısında çoktan askıya alınmıştı.

Söz konusu yerel yönetimler olduğunda, siyasal iktidarın bir sonraki adımını tahmin etmek zor değil. Çünkü hikâye, hep yerelin siyasetsizleştirilmesi ve bir büyük rant içinde yok edilmesine dayanıyor.  Belediyelere müdahalelerin, nasıl kamuya müdahale olduğunu Kadın Koalisyonu muazzam şekilde anlatıyor zaten, yıllardır.[5] Kadın Koalisyonu, yaşadığımız yerler ve yerel yönetimler diyerek anlatıyordu bu ilişkiyi. Çünkü yerel yönetimler, yaşadığımız yerlerdir. Kayyum atamasından, imar planları ve ranta kadar, yerel yönetimin yok sayıldığı büyük küçük her bir an, yaşadığımız yere, ona zarar verecek birilerini sokar. Halbuki yaşadığımız yer, siyasetin en çok yürüdüğü yoldur. O yolda, yürümek gerek.


[1] İlknur Üstün, Türkiye’de Yerel Siyaset ve Feminizm: Kadın Koalisyonu, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 10: Feminizm içinde, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2020, s. 634.

[2] https://gazetekarinca.com/kayyum-yonetiminde-yolsuzlukla-suclananlar-bir-bir-terfi-ettirildi/

[3] https://www.birgun.net/haber/adalar-halki-mucadeleye-hazir-365369

[4] https://kronos34.news/tr/adalarda-plan-yapma-yetkisi-ibbden-alindi-bakanliga-verildi/

[5] https://kadinkoalisyonu.org/category/kamuya-mudahale/