Seçimin her gün bir gün daha yaklaştığını hissediyoruz ama olacağı günün hangi gün olduğunu, olacağını bilmediğimiz için kafamızda seçime ilişkin bir belirsizlik var. İktidar adına konuşanlar, her seferinde, ağızlarını açtıklarında, “zamanında yapılacak” diyorlar, bunu kesin sözlerle ifade ediyorlar. Gelgelelim, bütün bu yıllardan sonra, iktidarın herhangi bir sözüne inanmamak gerektiği dersini aldığımız için, “Ha, demek öyleymiş” deyip geçemiyoruz. İktidarın can derdinde olduğunu da görebiliyoruz. Onun için kendilerine “en elverişli an” gibi görülecek anı seçeceklerinden şüphemiz yok.
Bunlar, tabii, “seçim olacağı” varsayımı üstünden kurulan hesaplar. Olacağı kesin mi? Yoo! Olmayabilir de, ertelenebilir de, her şey mümkün. Şimdiye kadar olagelmiş olağandışı olayları ve iktidarın bu gibi olayları açıklama ve haklı gösterme üslubunu düşündüğümüzde, her şeyin mümkün olduğunu da çıkarsayabiliyoruz. Bu ihtimal karşısında kimin ne gibi bir planı, düşüncesi var, bilmiyorum. Ama varolan iktidarı korumak için ellerinden geleceği yapacaklarından —şimdiye kadar yaptıklarına bakarak— gene şüphemiz yok.
Seçim olacak, diyelim, bu soruları bir yerde bırakalım. Seçim olunca, en kritik olması beklenen Cumhurbaşkanlığı’na Cumhur İttifakı’nın hangi adayla katılacağı belli. İki hak, üç hak, filan, bunlarla vakit kaybetmenin gereği yok. “Yıpranmamış aday” falan beklentilerinin de bir anlamı yok. O cephede neyin ne olduğu saydam, görünüyor. Ama Millet cephesinde durum böyle değil. Orada şimdiye kadar “belli” olan bir tek Meral Akşener’in Cumhurbaşkanı değil, Başbakan adayı olması. Bunun bile değişmesi hiç olmayacak bir şey değil.
Bu böyleyse, Cumhurbaşkanı adayının da CHP’den çıkması beklenir. Ama nasıl beklenir? Kâğıt üstünde beklenir. Gerçeklik düzeyinde ne olur, bunlar hâlâ belirsiz ve karışık. Ali Babacan, “her parti kendi başkanını aday gösterir” demişti. DEVA ve Gelecek Partisi bugün muhalefet cephesi içinde, birlikte çalışıyorlar. Böyle devam edecekler mi? Ben “rasyonel” davranacaklarını bekliyorum; şu koşullarda da “rasyonel davranma”nın anlamı Tayyip Erdoğan ile AKP’yi iktidardan uzaklaştırmakla başlıyor. Başka her şey bunun arkasından geliyor.
Diyelim Cumhurbaşkanı adayı CHP’den çıkacak. Ama bunu “demek” de esrarı çözmeye yetmiyor. CHP içinden kim? Zorlu, tartışmalı, kıran kırana bir kampanyaya en uygun kişi olarak Ekrem İmamoğlu görünüyor. Benim şimdiye kadar gördüğüm anketlerde Mansur Yavaş ondan biraz ileride duruyordu ama Mansur Yavaş’ın bu makama erişmek için fazlaca bir enerji duyduğu izlenimini almıyorum. Yavaş, belediyesinden hoşnut görünüyor. İmamoğlu daha dişli bir aday gibi.
Tabii öteki sorunlar da işin içine karışıyor. İmamoğlu başkanlığı bırakırsa belediye meclisi bir AKP’liyi oraya getirir. İşlemin sonucunda İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı'nı kazanırsa buna bir çare bulunmaz mı? Bence bulunur. Bu ihtimaller, tartışmalar…
Ama daha buraya gelmeden, asıl önemli soru Kemal Kılıçdaroğlu’yla ilgili. Kılıçdaroğlu bu partinin başkanı ve şimdiye kadarki konuşmalarında belediye başkanlarının başkanlıklarından vazgeçmemesini doğru bulduğunu açıkladı. Bunun da bir mantığı var, şüphesiz. Ama bunun mantığından önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasının mantığı sözkonusu.
Kılıçdaroğlu şimdiye kadar Erdoğan’la böyle bir yarışa girmedi. Girmedi ya, yapılan anketlerin hiçbirinde de, ona oy vereceklerini söyleyenlerin sayısı Tayyip Erdoğan’a oy vereceğini söyleyenlerin sayısını geçmedi. Halen bu rakamlarda bir değişiklik olduğunu görmedim.
Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerinde ve davranışlarında böyle bir hamle için bir hazırlığa girmiş olabileceği anlamına yorumlanabilecek bir şeyler görüyorum. Yalnız ben değil, bunu gören ve böyle olacağına bahse girmeye hazır birçok kişi görüyorum. Böyle olacağına inananların bir kısmı bundan ötürü tedirgin değil, hatta bunu destekler pozisyon almış. Ama bir kısmı da son derece endişeli. Bu ikinci kategoriye girenlerin çoğu Kılıçdaroğlu’nun Tayyip Erdoğan’a karşı bir seçim kazanamayacağı konusunda kesin fikir ve tavır sahibiler.
Bundan diyelim bir yıl önce ben de onların arasına katılabilirdim (zaten Kılıçdaroğlu kendisi de aday olmaktan kaçınıyordu). Bu tavır bugün de zihnimin bir yerlerinde kıpraşıyor, ama o kadar — bir kesinlik yok. Olmaması iki nedene dayanıyor. Biri, oy vereceklerin yalnız iki partinin taraftarları olmaması; ikincisi Kılıçdaroğlu’nun kendisinde gözlemlediğim değişim.
Birinciden başlayalım. İşte, malum, “%50+1” konusu. Anketler, Cumhur İttifakı adayının buralara pek yaklaşamayacağını ilan ediyor ne zamandır. Ama tabii HDP’nin oyları da “hayati”, Millet İttifakı açısından. Burada HDP’nin oylarından çok İYİ Parti’li bir zevatın davranışları daha belirleyici olabilir. HDP-Millet İttifakı ilişkisini hâlâ oldukça yetersiz buluyorum. Türk siyaset adamlarında demokrasiyi aşan, önemsizleştiren değerler, kavramlar az değil. Ancak bu yetersiz başlangıçtan sonra iki taraftan da gerekli sorumluluğun bilincinde olanlar daha belirleyici görünüyorlar. Umarım burada bir kazaya uğramayız ve Tayyip Erdoğan’ın karşısındaki aday kimse Cumhurbaşkanlığı’nı kazanır.
Ama bir yandan da Kemal Kılıçdaroğlu etkeni sözkonusu. Kılıçdaroğlu klasik bir “Halk Partili” değil. Ve partisini o klasik yoldan, buyurganlıktan, “ben bilirimcilikten” uzaklaştırmak için bayağı savaş verdi. Ama bir yandan muhalefeti birlik ve dirlik halinde tutmak için gerekeni yaptı, herkese yardımcı oldu, herkesle medeni ilişkiler kurmayı başardı.
Bana çok değerli görünen bu davranışları topluma ne kadar yansıdı, insanların oy verme davranışlarını ne derece etkiledi, bilemiyorum. Bu gibi dönüşümler toplumsal hayatta oldukça ağır aksak yürür, zaman alır. Bunu biliyorum. Bunun için de gönül rahatlığıyla “Bu iş oldu. Kılıçdaroğlu bu toplumun psiko-politik engellerini aştı” diyemiyorum. Öte yandan da, normal ahvalde, seçime daha zaman var. Bu zaman içinde Kılıçdaroğlu meziyetlerini toplumun bilincine daha derinlemesine gösterebilir, tanıtabilir. Kişiliğinin de bu koşullara uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü onun göstermesi gereken çaba, elinin altında daha fazla yetki toplamak değil, Tayyip Erdoğan’ın tekeline aldığı yetkileri, ayrıcalıkları dağıtmak ve “desantralize” etmek. Bunun Kemal Kılıçdaroğlu kişiliğine çok daha keyifli bir iş olarak görüneceğine inanıyorum. Daha doğrusu bunun “ana muhalefet partisi” siyasi yapısı içinde yer alan birçok kişiden daha uygun olacağını düşünüyorum.