Kirami Kılınç'a...
Birçok ülkede farklı tarihlerde kutlanan Mühendisler Günü’nü, Türkiye’de 5 Aralık’a takvimleyenler var, geçtiğimiz yıllarda buna uyan odalar da oldu. Önceki cumartesi (5 Aralık) günü, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) Başkanı Emin Koramaz, böyle bir özel gün olmadığını, Türkiye’deki mühendis, mimar ve şehir plancılarının 19 Eylül’ü dayanışma günü olarak belirlediğini açıkladı.[1] 19 Eylül’ün tarihsel anısı, 1979’da gerçekleştirilen bir günlük iş bırakma eylemindendi.
***
Nakşibendiliğin Gümüşhanevî dergâhının, veya İskenderpaşa cemaatinin karizmatik şeyhi Abdülaziz Bekkine’nin (1895-1952), mühendisler arasından mürit tutmaya önem verdiği rivayet edilir. Yine rivayete göre, hendesenin (matematik), insanı Allah’a götürdüğünü düşünüyordu. Mühendislerin toplumsal nüfuz ve gücünden yararlanmak istediğini varsaymak için, herhalde rivayete ihtiyacımız yok.
Necmettin Erbakan ve Turgut Özal’ın, Abdülaziz Bekkine’nin bağlıları olduğu, Süleyman Demirel’in de öğrenciliğinde onun sohbetlerine katıldığı biliniyor.[2] Üçü de 1940’larda İTÜ’de okumuş. Üçü de Türk sağının kurucu, sembol figürleri, üçü de başbakanlık yapmış üç mühendis. Onların mühendislik ethos’larına bakalım mı biraz? Mühendis olmanın ‘olayını’ nede, nerede görüyorlardı?
***
Erbakan, muhtemelen, aralarında mühendislik kalibresi en yüksek olandı. Makine mühendisliği bölümünü bir yıl erken ve 4 üzerinden 3, 96 not ortalamasıyla bitirmiş. Almanya’da doktora yaparken davet aldığı Deutz fabrikalarında çalışmış. Arada Türkiye’ye döndüğünde İTÜ’nün en genç yaşta bu rütbeyi alan doçenti olmuş. Askerliğini bitirdikten sonra İTÜ motorlar laboratuarında ilk yerli motorun yapım ekibinde yer almış. 27 Mayıs’tan sonra yerli otomobil projesinde de sorumluluk üstlenmiş. “Amerikan pistonuna bağımlı kalmamak” için “gece gündüz yatmadan uyumadan, kulaklarımızda pamuk, motorun sesi çünkü çok yüksek…” çalışıp durduklarını anlatır.
Motor sesinin sağır ediciliğine dair bu birkaç kelime, Erbakan’ın uzun anlatıları içinde mühendislik ‘yaşantısına’ dair rastlayabildiğim tek tasvirdir. Mühendislikle ilgili bir tefsirine, bir tefekkürüne de rastlamadım. Onun mühendislikle ilişkisi, tabii daima “Profesör Doktor” olarak anılmasıyla birlikte, fennî ilimlere de vakıf olduğunu kanıtlamaya yaramış sanki sadece. Mühendislik onun nazarında, bomba, tank, motor, jeneratör, türbin ve saire, güç kudret bahşeden, dolayısıyla Müslümanların güçlenmesini sağlayacak modernlik âletlerine hükmetmenin bilgisidir. 100 bin tank, 100 bin motor, 1,5-2 milyon (“yerli”) otomobil gibi rakamlı hülyaları telaffuz edip durması da, güç ve iktidar arzusunun işareti. Erbakan’da kendisi de bir âlettir, mühendisliğin, bir makinedir. Güç kudret makinesi.
***
Rakam ve hesap, Turgut Özal’ın mühendislik ethos’unun taşıyıcı sütunlarıdır. O, hep rakamlarla konuşmayı sevdi. Tıpkı ‘doğru kelimeyi’ bilmenin ve zikretmenin hakikati ve hikmeti bilmek sayılması gibi, rakamı bilip söylemenin, hakikat ve hikmet bilgisine delâlet ettiğine inanmış gibiydi - ve öyle de inandırdı.
“Hesap”, onun gözde mefhumu “vizyon”un refakatçisiydi; “hesabını yaptık” dedi mi, tamamdı. Mühendislik, hesabını yapabilmenin olanağını veriyordu; rasyonalizmin ruhsatıydı.
Mühendislik ekonomisi eğitimi almış, mühendislik formasyonunu ekonomistliğe ulamıştı. Erbakan’ın heves rakamları tank, araba gibi modernlik oyuncaklarının yüz bin tanesine sahip olmayı tespih ederken; Özal makro ekonomik rakamlarla büyüleniyordu. Sosyal bilimci Veysel Bozkurt, Özal’ı “mühendisliğinden gelen bir ekonomik determinist,” diye tanımlar.[3] Bu determinizm, toplum mühendisliğine veryansın eden sağın (hem milliyetçi-muhafazakâr, hem liberal sağ), toplum mühendisliğinin feriştahını yapmasının ilmi oldu.
Milliyetçi-muhafazakârlık, modernliğin sırrını ve esasını teknolojide görür. Teknolojiden fazlası, fazladır. Özal da öyle gördü; ama teknolojiden gözü kamaşarak, teknolojinin en fazlasını isteyerek. Konuşmalarında teknoloji terimleri olağanüstü sık geçer. Mühendislik, onun için teknoloji iştiyakının ve modernliği teknolojiye boğmanın olanağıdır.
***
Erbakan gibi Özal da, mühendislik üzerine pek bir şey söylememiş. Demirel, bu bakımdan farklı. Mühendislik ethos’u hakkında aşkla konuşmuş durmuş, yıllar boyunca. Ne düşündüğünden, ne söylediğinden daha önemlisi budur: mühendislik üzerine düşünmüş olması. Mühendisliği bizzat önemsemiş, sevmiş olması.
1986’da bir konferansında sarf ettiği sözler, meslekî aşkı örnekliyor:
“Anadolu’da Roma eserlerine baktığınız zaman, gerçek inşaat ve su mühendisliğini görürsünüz. Ben şaşarım. Roma’nın vadiden vadiye su aktarmak için açtığı tüneller ve yaptığı arkedükler, Türkiye’nin en ücra köşelerinde dahi bugün medeniyet tarihine meraklı olanları, mühendisliğin felsefesine ve geçmişine meraklı olanları hayrette bırakacak kadar düzgündür.”
Birçok yatırımla, tesisle vs. övünürken, “mühendislik bakımından bir şaheserdir” notunu düşmeden edemez. 1995’te Çin Seddi’ni ziyaretinde, “mühendis olarak çok heyecan duyuyorum,” demeden edemez.
Siyasete girişini anlatırken söyledikleri, Demirel’in mühendislik ethos’unun özetidir: “Ben mühendisim, benim işim yapmaktır… Ben, yapmanın adamıyım.” Onun bakışında mühendislik, çözüm bulmaya dönük eylem ve irade, demektir. Bunu, sola atfettiği afâkîliğe, teorisizme ve yıkıcılığa karşı sağ adına sahiplendiği gerçekçiliğin, pratikliğin ve yapıcılığın ifadesi olarak da benimser.
1960’ta Devlet Su İşleri Bülteni’nde, 80 yaşındaki Malatyalı Hacı Uçar’ın getirdiği bez parçası üzerinde siyah iplikle pınarları ve suyun pınarlardan köye getirileceği patikaları işaretlediğini ve “işittim ki siz bu işleri bilirmişsiniz. Benim derdime bir çare bulunuz,” deyişini nakleder. “Hacı Uçar’ın determinasyonunda,” yani kararlılık ve yöneliminde, “Türk mühendisinin özü bulunmaktadır,” neticesini çıkartmıştır buradan. 1994’te bir yerde söyledikleri, bunu tamamlar: “Büyük mühendislik projeleri senelerce halk arasında rivayet şeklinde konuşulur; ondan sonra mühendisler alır onu boyutlandırırlar.” 2005’te bir mülakatında hülâsayı çıkarır: “Hayalimdekini yapmış, hakikat olduğunu görmüşüm. ‘Mühendis’ dediğimiz olay budur.” Hayal ettiğini tasarlayıp uygulamak…
Kendi ihtisas sahasından konuşurken, birçok defalar, mühendisin ‘doğanın diyalektiğiyle’ imtihanını konu etmiş: “Mühendis ve su mühendisi suyun gazabını ışığa, o gazabı berekete, o gazabı insanlığın mutluluğuna çevirmenin adıdır.” Suyun gem vurulmaz akışına hâkim olma çabasında mühendisliğin başarılarından duyduğu gurur, o muazzam kudrete karşı beslediği ürpertili hayranlığa sarılıdır. Demirel’in konuşmalarında en romantik ve en ‘metafizik’ anlatımları, din faslından da çok, mühendislik ve bilhassa su mühendisliğiyle ilgili fasıllarda bulursunuz.
***
Demirel, meslek örgütüyle ilişkilerde bakımından da Erbakan ve Özal’dan farklılaşıyor. O ikisinin, TMMOB hemen hiç ilişkileri olmadı. Bu örgütün 1960’lardan itibaren solda konumlanması nedeniyle, olsa olsa husumet ilişkisinden söz edebiliriz. Demirel için de geçerliydi bu karşılıklı husumet; hatta 1971’de bir ara İnşaat Mühendisleri Odası’ndan ihracı bile gündeme gelmişti. Ancak Demirel 1980’den sonra, 12 Eylül rejimine karşı açtığı geniş cephede TMMOB’yle de ülfet kurdu, İnşaat Mühendisleri Odası’nda konuşmalar yaptı. 2006’da bir konuşmasında, “mensubu olmaktan gurur duyduğum İnşaat Mühendisleri Odası” sözleri bile dökülecekti ağzından.
***
Türk sağının kurucu şahsiyetlerinden olan üç sağcı mühendisin, örtüşen ve farklılaşan yanlarıyla dünya görüşleri, üslûpları, habitus’ları hakkında fikir veren mühendislik ethos’ları, böyle...
***
Nilüfer Göle 1986’da yayımlanan Mühendisler ve İdeoloji, üç mühendis ethos’u belirlemişti (o “eylem tarzı” diyordu): girişimci/toplumsal modernleştirici, yönetici seçkin/teknokratik değişimci ve işçi sınıf bilinçli. Ali Artun’un TMMOB bünyesi içinde yürüttüğü Fordizm ve Mühendisin Dönüşümü çalışması (TMMOB yayını, 1999), hâlâ zihin açıcıdır. Artun, bu eserinde kapitalist ekonominin “istihdam hacmini asgarileştirme refleksine” bağlı olarak mühendisin “ayrıcalıklarını korumak şöyle dursun, giderek endüstrinin başındayken hükmettiği emeğin özelliklerini edinmekte” olduğunu yazmış; mühendislerin meritokrasi içindeki yerini, “malî entegrasyonun temsilcilerinin” aldığını da öngörmüştü. Geçen çeyrek yüzyıla yakın zamanda bu eğilimin iyice derinleştiğini söyleyebiliriz. Bu vasatta, mühendisliğin meslekî ve sınıfsal ethos’unun dönüşümleri, meraka ve tahkike değer, değil mi?
[1] https://www.tmmob.org.tr/icerik/5-aralik-dunya-muhendisler-gunu-seklinde-ozel-bir-gun-yoktur
[2] Bu sohbet halkalarına katılmış başka İslamcı mühendisler arasında Korkut Özal var, Mavera’dan bildiğimiz Ersin Nazif Gürdoğan var.
[3] Veysel Bozkurt, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, Ed: İhsan Sezal ve İhsan Dağı, Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat Zihniyet, Boyut Kitapları, İstanbul 2003, s. 187.