İktidar tarafı, “Seçim zamanında yapılacak” diyor; başka bir şey demiyor. Muhalefet “Erken seçim yapılsın” diyor; ama bunu demekle kalmıyor, yapılacağını varsayarak kendine göre bir hazırlık etkinliğine de giriyor. Muhalefetin şu geçen yıllardan edindiği önemli bir ders iktidarın hiçbir dediğine inanmayacaksın. Ve aslında iktidarın da hiç seçim hazırlığı yapmadığı söylenemez. Yapıyor yapmasına da, yaptığı hazırlığın kendisi için hayırlı sonuçlarına güvenmediği için “Haydi, buyurun” demiyor.
“Seçim hazırlığı” diyorum. Bunun biçimlerini, tekniklerini biliriz — “seçim ekonomisi” v.b. Ama Türkiye’de olacak seçimin (Allah bilir ne zaman) bu bildiklerimize benzemeyeceğini de tahmin edebiliriz. Muhalefet açısından bu seçim “Büyük bir ihtimalle bizi iktidar yapacak olay”. İktidar açısından “Asla ve kat’a kaybetmememiz gereken olay.” Gerilimi son haddinde, bir “seçim”den çok bir “hayat/memat” meselesi gibi. Bunu böyle yapan da öncelikle iktidar.
Nedeni basit: kaybediyorlar. Erimeyi durduramıyorlar. Kaybederlerse çok şey kaybedecekler.
Dolayısıyla AKP’nin istediği bildik, klasik “seçim kazanmak” değil; AKP “iktidarda kalmayı” kazanmak istiyor. Bana öyle geliyor ki, bunun yöntemi de çok önemli değil. Bildiğimiz “Şunu yaptım, bunu yaptım” değil; “Şunu yapacağım, bunu yapacağım” da değil. Kavgalı itişmeli bir süreç; polisli mahkemeli bir süreç. Şimdi, Ekrem İmamoğlu’nun kendisi Belediye Başkanı seçildikten sonra kaç PKK’lı gassalı işe aldığını sorun haline getirmenin bir alemi var mı? Hani şunu yalın bir şekilde dile getirmek gerekirse, “AKP’li olmayanın ya da AKP’yi desteklemeyenin oy kullanması yasaktır” diye bir yasa çıkarıp seçimi de buna göre yapsalar içleri rahat edecek. Bunu yapabilseler “erken seçim” de hemen olabilir.
Ortalık “kayyum”dan geçilmiyor. Doğu'da buna alışmıştık. Doğu'da seçim yapılır; HDP’li adaylar seçimi kazanır; kısa bir süre sonra Belediye Başkanları azledilir; milletvekilleri için fezleke çıkarılır. Tutuklanırlar. Yasanın izin verdiği yerde kayyumlar gelir. Oralarda “seçim” denen şey böyledir. Doğal gidiş budur. Ama şimdi Batı’ya geldik. Yani memleket içinde “kurtarılmış bölge” alanını genişletiyoruz. İmamoğlu meğer gizli FETÖ’cüymüş, şimdi fırsatı bulunca doldurmuş arkadaşlarını belediyeye; yalnız İmamoğlu olsa gene iyi; ardından bakacağız, Ankara’daki adam da aynı şeyi yapmış; Adana’daki, Antalya’daki hepsi aynı şeyi yapmışlar. Bunların hepsinin üstünden kayyum geçireceksin. Böyle böyle, “seçim ortamına” gireceğiz.
Hep olduğu gibi, Cumhurbaşkanı’nın öncülüğünde bir “ağız bozma” sürecine girdik. Muhalefetin başındaki kişi “adam değil”! Birileri iktidara itiraz ediyorlarsa “anıırıyorlar” demektir. İktidarımız elbette buna kulak verecek değil, ezip geçecek. Bunun gibi daha neler neler! Hani, bunları bir Cumhurbaşkanı telaffuz ederse, herkese kötü örnek oluyor, demeye alışmışızdır. Koskoca Cumhurbaşkanı böyle konuşursa sokaktaki adamın ne yapacağını, ne söyleyeceğini anlatmaya çalışırız. Ama bizim bu dönemde ”sokaktaki adam” başkandan çok daha “müeddeb”. Kimse Tayyip Erdoğan’ın tutturduğu doza yaklaşamıyor. Ayrıca bu lafları söyleyen kişinin kendisine hakaret edildiğini ileri sürerek ona buna dava açmakta dünya rekorları kırdığını düşününce işin içinden çıkmak iyice güçleşiyor.
“Seçim olacak, olmayacak” tartışması devam ederken anketler sıklaştı. Toplumun büyük kısmı bir şekilde havaya girdi. Kaldı ki seçim daha uzasa bile, gerilim ayakta. Yapılan bu anketlerin sonuçlarının Tayyip Erdoğan’ın sinirlerini ayakta tuttuğu kanısındayım. Anketlerin verdiği rakamlar bir yandan, ekonomiden gelen rakamlar ve haberler öbür yandan, sinir bozmayacak gibi de değil.
Ama şu sıralar ortalığa saçılan incilerin sadece “sinir bozukluğu” ürünü olduğuna inanasım gelmiyor. Bunun da bir “seçim hazırlığı” olduğunu düşünüyorum. Tayyip Erdoğan bir zaman hatırısayılır oy toplamayı başarmış bir önder. Bu şimdi yok. Peki, gidenler geri gelmez mi? Bütün bu olanlardan, yapılan ve söylenenlerden sonra, başlangıçtaki söyleme ve eyleme dönmenin imkânı kalmadı. Ne olacaksa, bu kavga yolunda olacak. Şu halde kavgayı iyice kışkırtır, kızıştırırsak, “Bu adamlar bir de seçim kazanırsa sizin iflahınızı keserler” uyarısını daha inandırıcı bir hale getirirsek, ayrıca her türlü hukuk dışı uygulamayı mazur gösterecek bir ortam yaratırsak, kazanabiliriz.
Sanırım taktik bu. Bu dille konuşarak, varılacak başka bir yer zaten yok.
Öte yandan, AKP’nin ve “Reis”inin söyleyeceklerinde ve yapabileceklerinde ciddi bir daralma görülüyor. Kendisi sürekli hukuk dışında kalan bir iktidarın siyasi hasımlarını yasa dışına itme çabalarının trajikomik özellikleri bir yana, bir de ciddi “malzeme eksikliği” yaşıyorlar. Şu saçma sapan gassal hikayesiyle ve dört elle sarıldıkları iddianameyle İstanbul gibi bir kentin kendilerine 800.000 fark atarak kazanmış Belediye Başkanı’nı azletmeye ve yerine kayyum getirmeye kalkışmaları çaresizliklerini, hayal güçlerinin sefaletini açığa vuruyor. “Demek bunlara kaldılar” diye düşündürüyor. Bu zaten başlı başına bir tükenmişlik, bir iflas durumunu anlatıyor. Ama zaten gerçek durum da bu.