Hukuk nasıl hareket eder? Donald Black, 2 yıl boyunca bir polis arabasının arka koltuğunda polislerle seyahat ederek bu sorunun cevabını aramıştı. Hukukun hareket kabiliyetini görmek için, kolluğun yani polisin hareketlerini takip etme fikri, 1970’li yıllar için oldukça cesur bir adımdı tabii. Hukukun, statik ve normatif olduğuna ilişkin bir tür galat-ı meşhur vardı ama normatif olanın, her zaman normun kendisini sabit ve değişmez yapmayacağını da biliyorduk. Normu sorgulamamız, verili olanla yetinmememiz, sosyal değişimi gerçekleştirmeye çalışırken hukuku da değiştirmenin yollarını aramamız bundandı. “Esas olan, hukukun farklı sosyal düzlemlerde nasıl bir salınıma sahip olduğudur.” diyordu Donald Black.[1] Bu salınım bazen hak ve özgürlükler arasındaki ayrımlarla, bazen kimin hak öznesi olduğuna bakarak, bazen de kimin “biz” olarak tarif edildiğinin ayırdında olarak işliyordu.
Şimdi bir başka kesişimden bahsetmek istiyorum, elektrik faturaları. Hukukun, nerede nasıl salındığını göstermesi bakımından oldukça elzem bir örnek. Elektrik faturalarının sadece devletin vergilendirme tekeli, vatandaşların yoksulluğa düşmeme hakkı, temel ve asgari ihtiyaçlara erişerek insan onuruna uygun yaşama hakkı ile bağlantılı olduğunu düşünebiliriz. Ama sorduğum soru şu: Elektrik faturalarından bahsederken, sadece bireysel ya da örgütlenmelerimiz ve onların olduğu mekanlar bağlamında da kolektif bir hakkın tahribatından mı bahsediyoruz? Garip Dede Kültür ve Cemevi Derneği, yeni zamlardan sonra Dergah’ına gelen elektrik faturasını paylaştı: 30.000 TL olarak. Alevi inancının bedeli, sadece manevi olarak, ayrımcılıkla ya da çok temel insan haklarının ihlal edilmesi yoluyla ödetilmiyordu. Elektrik Piyasası Kanunu’nda bir başka ayrımcılık maddesi gizliydi: “Toplumun ibadetine açılmış ve ücretsiz girilen ibadethanelere ilişkin aydınlatma giderleri ise Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.”
Bu şu demekti, bir Alevi dergahına, Cemevi’ne 30.000 TL elektrik faturası gelirken, bunun bir kısmı da vergi olduğu için Devlet’e buradan kaynak aktarılırken ve Aleviler bu meblağları kendileri ödemek zorunda kalırken, Devlet’in ibadethane olarak tanıdığı yerlerin, çok büyük çoğunluğu camiler olan yerlerin, elektrik giderleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ödeniyordu. Ayrımcılığın, kesişimsel ve hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkan bir boyutu daha vardır. Herkes için eşit düzeyde hak ihlali yarattığını düşündüğümüz bir siyasal mesele, bazen öyle bir hareket eder ki kendisini başka bir boyutta gösterir. Öyle bir sosyal düzlem vardır ki hukuk orada eşitsiz ve tersine hareket eder.
Hukukun hareket tarzını ve salınımlarını incelerken Donald Black, bir başka nüveden daha bahsetmişti. Hukuktan bahsedebilmemiz için, yürütme düzeyinde bir sosyal kontrolün varlığının gerektiğinden. Bu şu demekti, devletin ve vatandaşın sosyal kontrolü varsa, vatandaşın da dahli söz konusuysa hukuk vardı. Ancak devlet hizmetlerinin günlük yaşantıda nasıl dağıtıldığına ilişkin sosyal kontrol, vatandaşta değil doğrudan amirlerde ve siyasal iktidarda ise, vatandaşın burada hiçbir katılım hakkı söz konusu değilse, artık burada hukukun alanında değildik.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, bu hafta Türkiye için ihlal prosedürünü başlattığı Kavala dosyasıyla çok konuşuldu. Uzun süredir uygulanmayan bir karar olarak, Kavala’yı hukuken özne olmanın nasıl dışına ittiğini anlatması bakımından oldukça önemli. Bakanlar Komitesi’nin icra edilmediğini tespit ederek Türkiye’yi izlediği ilk karar Kavala değildi. En son Aralık 2021’de icra edilmeyen kararların açıklandığı izleme dosyası sunuldu. Türkiye’den bir grup dava daha vardı: İzzettin Doğan ve Diğerleri Kararı, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı Kararı, Hasan ve Eylem Zengin Kararı, Mansur Yalçın ve Diğerleri Kararı. Bu kararların ortak noktası, Alevi davaları olan geçen ve “karmaşık sorun” olarak tespit edilip icra edilmesi için Türkiye’ye süre verilen kararlar olmasıydı. Temel tespiti, Alevi inancına sahip olanlara, kamusal dini hizmetin, toplumun çoğunluğunu oluşturan Sünnilere verildiği gibi verilmediği, cemevlerine ibadethane statüsü tanınmadığı için birçok özlük haklarından yoksun bırakıldığı ve inançlar arasında devlet nezdinde eşit muamele söz konusu olmadığıydı.
Donald Black’in, hukuki olanı, vatandaşın da dahil olabildiği bir sosyal kontrol olarak tanımlarken yaptığı şey, neyin hukuki olmadığını da gösteriyordu. Bu durumda bazı toplumların sosyal yaşamlarının, bazı toplulukların kamusal görünümlerinin hukuk alanında olmadığı da ortaya çıkıyordu tabii. Hak öznesi tayin edilmiş olması bakımından bazıları hukukun alanına tabiyken, bazılarına elektrik faturaları bile ayrımcılık olarak geri dönebiliyordu. Sadece ekonomik bir hak ihlali değil, bizzat eşitsiz muamelenin bir görünümü olarak Alevilere elektrik faturası, inancın maddi bedeliyle beraber kesiliyordu. Sanırım hukukun nasıl hareket ettiğini takip ederken, kamusal hizmetin kimin hakkı olarak görüldüğünün de peşine düşmek gerekiyor. Aksi halde kamusal hizmetin bizatihi kendisi, kamunun, kamusal olandan dışlanmasıyla yok oluyor.
[1] Donald Black, Hukukun Hareket Tarzı, Pinhan Yay., Çev. Hasan Basri Çifci, 2020.