Son yirmi yılda dünya nüfusu toplam %8 artarken, hapishanelerdeki tutuklu ve mahkûm sayısı aynı dönemde %10 arttı. Suçluların ve suçlu olduğu iddia edilenlerin “hak ettikleri biçimde” cezalandırılmasını, bugün sadece sağ ve aşırı sağ akımlar değil, içine sol akımların bir kısmını da alan çok daha geniş bir çevre talep ediyor. Dünyada otoriter rejimlerin yükselmesinde en önemli ideolojik taşıyıcılardan biri olan güvenlik gerekçesinin tamamlayıcı yan unsuru acımasız biçimde cezalandırmaktır. Buna ilaveten, otoriter rejimlerde güvenlik teması iktidardaki zümrenin veya otokratın kendisi için tehdit gördüğü her türlü sesi, eylemi, oluşumu bastırmak için gerekçe kılıfı işlevi görür.
Bugünkü dünyada, hapsetme saplantısının en üst derecede kendini gösterdiği ülke, ilk elde zannedileceği gibi diktatörlükler, otokrasiler değil. ABD bugün hapiste insan oranı itibarıyla açık ara şampiyonluğu sürdürüyor. 2020’de dünyadaki toplam on buçuk milyon mahpusun beşte biri (yani iki milyondan biraz fazla!) ABD’nin federal ve yerel hapishanelerinde yatıyor. Dünya toplam mahpus nüfusunun üçte ikisi on ülkede toplanıyor.
Türkiye bu on ülke arasında 291 bin mahpus sayısıyla yedinci sırada. Bu sıralamada Türkiye’nin önünde yer alan, kendinden çok daha büyük nüfusa sahip ABD, Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’yı saymazsak, 70 milyon nüfusuyla sadece Tayland bu iç karartıcı sırada daha önde bulunuyor.
Hapishanelerdeki kişilerin oranı elbette mutlak mahpus sayısından daha anlamlıdır. Genel olarak yüz bin nüfusa denk düşen mahpus oranı bu karşılaştırmalarda kullanılan en yaygın veridir. Bu orana göre sıralamada ABD gene yüz binde 664 mahpusla başı çekiyor. Onu Rwanda (580), Türkmenistan (576), El Salvador (564), Küba (510), Tayland (445) izliyor. 2021’de Türkiye bu sıralamada yüz bin nüfusta 357 mahpus oranıyla 19. sırada yer alıyor. Dünya ölçeğinde azımsanmayacak bir performans
ABD’de ayrıca dikkat çekici olan, eyaletler arasında hapishane nüfusu oranının çok büyük fark göstermesidir. Louisiana’da 1.094 olan bu oran, Massachusetts’te 275’e düşüyor! Mississippi'de 1.031, Oklahoma’da 933, Georgia’da 968, Alabama’da 938. Buna karşılık Vermont’ta 288, Rhode Island’da 289, vs… Bunu eyaletlerin Demokratlar veya Cumhuriyetçiler tarafından yönetilmesi kısmen açıklasa da, daha anlamlı bir karşılaştırma hapisteki nüfusun özellikleri. The Sentencing Project’in araştırmasına göre, ABD hapishanelerindeki Afro-Amerikalı oranı, ülkedeki Afro-Amerikalı oranından beş misli yüksek. Latin Amerika kökenlilerde ise 1,3 misli yüksek. Irk ayrımcılığının en açık biçimde kendini gösterdiği alanlardan birisi ceza yargısı ve ceza infaz uygulamaları. ABD’de yaşayan her 81 Afro-Amerikalıdan biri hayatında en az bir kez cezaevinde kalmış. Eyaletler arasında var olan hapisteki Afro-Amerikalı oranı farkları ırk ayrımcılığını daha da açık biçimde gösteriyor.
ABD’de hapishanedeki kişi oranının en düşük olduğu eyalette bile (Massachusetts) bu oran diğer gelişmiş ülkelerin hepsinden daha yüksek. ABD’nin oluşturduğu “demokratik ülkeler” içi istisnayı not ederken, bu ülkedeki çok yüksek mahpus oranının ülkedeki benzer büyüklükte bir suç ve “şiddet suçu” oranına tekabül etmediğini belirtmeliyiz. Prison Policy Initiative’in 2021 raporunun sonuç bölümünde işaret edildiği gibi, “ABD’deki yüksek mahpus oranı yüksek bir suç oranına karşı verilen rasyonel bir yanıt değil, halkın suç ve şiddet konusundaki endişelerini karşılamak için verilmiş fırsatçı bir siyasal kararın sonucudur.”
Dünya Bir Yana, Türkiye Diğer Yana
ABD’de ve birkaç istisna dışında hemen bütün ülkelerde son yıllarda toplam nüfusa göre ceza ve infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlü oranı düşüyor. Bu oran 2008’de ABD’de 755 iken, 2020’de 642’ye düşmüş. Rusya’da oran 2010’da 574 iken 2020’de 356’ya inmiş. Bu oranın son on yılda inmek yerine arttığı ülkeler arasında Türkiye açık ara birinci sırada yer alıyor: 2010’da yüz bin kişinin 165’i hapis iken, 2015’te bu oran 223’e ve 2021’de de 357’e çıktı. On yılda toplam artış, %115! Üstelik 2020’de takriben otuz bin kişinin ceza infaz yasasında yapılan değişlikle salıverilmesine rağmen, Türkiye bugün aralarında Rusya ve Azerbaycan’ın da yer aldığı 47 Avrupa Konseyi üyesi ülke arasında birinci sırada yer alıyor. 2020’de 260 bine düşen hapishane nüfusu bir yıl içinde gene 290 binin üstüne çıktı.
Dünyayı bir kenara bırakalım, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'ne bakalım. Avrupa Konseyi Ceza İstatistikleri raporuna göre, son on yılda cezaevi nüfus oranı artan on civarında ülke var. Biri açık ara ile birinci sırada yer alan Türkiye (+%115). Diğer dokuz ülkede artış %10’un altında kalmış: Arnavutluk’ta %9,3, Slovenya, Macaristan ve Sırbistan’da ise oran %4’le %5 arasında artmış. Hapishane nüfus oranı görece yüksek olan Rusya (356), Litvanya (282), Letonya (319) ve Estonya’da (260) bu oran son on yılda ciddi bir düşüş göstermiş. Azerbaycan’da bile bu oran 2010-2020 arasında 243’ten 208’e düşmüş. Ama Türkiye’de %115 artmış… Otokratik rejimin siyasal baskı aracı olarak tutukluluk ve mahkûmiyeti en yaygın biçimde kullandığı Avrupa Konseyi üyesi ülke şampiyonluğunu elde tutuyor Erdoğanizm Türkiyesi.
Bu “yerli ve milli” güvenlik ve ceza politikasının en çarpıcı icraatı, “terör suçu” nedeniyle hapiste olan insan sayısında yatıyor. Avrupa Konseyi raporunda yer alan 9 no’lu tabloda suç türlerine göre dağılım yer alıyor. 2021’in ilk çeyreği itibarıyla toplam 30.514 kişi Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkenin hapishanelerinde “terör suçu” nedeniyle tutuklu veya mahkûm. Bunların 29.827’si yani %97’si Türkiye hapishanelerinde yatıyor. En başta Rusya olmak üzere, bazı ülkelerin bu veriyi vermediğini dikkate alarak, gerçekte bu oranın biraz daha düşük olduğunu varsaysak da, Türkiye’de Erdoğanizm istibdadının en somut uygulamalarından biri, “terör” suçlamasının hemen tüm muhaliflere yöneltilen veya potansiyel olarak yöneltilmeyi bekleyen bir baskı, sindirme, susturma silahı olarak kullanılmasıdır. Bunu hukukçular düşman ceza hukuku uygulaması olarak değerlendiriyorlar.
Bunun devamında Cumhurbaşkanı'na hakaret iddiasıyla açılan davalar geliyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca’nın hazırladığı raporda yer alan bilgilere göre, 2014-2020 arasında Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle 38.581 dava açıldı. Aynı dönemde açılan soruşturma sayısı ise 160.189! Açılan davaların takriben beşte biri davaya dönüşmüş. Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu tanımlayan Ceza Kanunu'nun 299. maddesine göre verilen mahkûmiyet kararları da bir o kadar yüksek: 2020’de 3.655, 2019’da 4.291, 2018’de 2.775. Türk yargısının Erdoğanizm yargısı, yani şahsa özel baskı aygıtı olarak da çalıştığını bu veriler açıkça gösteriyor.
Kenan Evren’den bu yana diğer cumhurbaşkanları döneminde 299. maddeden açılan dava sayılarını karşılaştırmak başlı başına ibretlik. Evren’in cumhurbaşkanlığında bu maddeden 340 dava açılmış. 1994-2014 arasında ise toplam 1.716 dava açılmış. Aradaki fark, Türkiye toplumunun önemli bir kesiminin iktidarın şefinden nefret etmesinin bir tezahürü olarak da yorumlanabilir, Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir siyaset insanı olmasına rağmen, kendini ağır biçimde eleştirilmesi yasak olan bir semavi güç, bir ulu şahıs olarak görmesinden kaynaklandığı da söylenebilir. Her iki durumun da totaliter ülke yönetimlerine özgü olduğunu hatırlatabiliriz.
299. maddeden açılan dava sayısında patlamanın 2018’den sonra Erdoğan’ın hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan, hem parti başkanı olarak bütün eleştirilerin odağı olmasıyla da elbette bir alakası var. Ama tarafsızlık yemini edip, parti başkanı olarak icraatın başında olan bir Cumhurbaşkanlığı karşısında 299. maddenin yürürlükten kalkması gerekir. Ama unutmamak gerekir ki, Tayyip Erdoğan başbakanlığı sırasında da, 299. madde zırhını kullanamazken, başta muhalefet partisi liderleri, milletvekilleri, gazeteciler olmak üzere, açtığı tazminat davalarıyla fıtratını göstermeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu’na karşı açtığı onlarca davanın bir kısmını kaybetti, kazandıklarında ise bu kez Türkiye AİHM’de mahkûm oluyor. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a ödediği tazminatın daha fazlasını Türkiye devleti tazminat olarak Kılıçdaroğlu’na ödüyor!
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde 29 Ekim 2021’de, gene Erdoğanizm'in şahsi icraatı nedeniyle mahkûm oldu. Vedat Şoli’nin açtığı davada, kendisine Cumhurbaşkanı'na hakaret gerekçesiyle dava açılıp, iki ay tutuklu kalması ve on bir ay hapis cezası almasının, AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğünü koruyan 10. maddesini ihlal ettiğine oybirliğiyle karar verdi. Türkiye Vedat Şoli’ye tazminat ödeyecek. AİHM, 299. maddenin ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığının altını ısrarla çiziyor kararında. Ama Türkiye’nin bir kez daha mahkûm olmasında sadece 299. madde suçlu değil. Cezayı veren, bunu temyizde onaylayan hakimler kadar, bu tür davalar açılması için olur veren şahıs da kabahatli değil mi?
Türkiye’de ceza yargısı giderek daha fazla şahıs devletinin yargısı olarak çalışıyor. Bunu yukarıdaki veriler apaçık gösteriyor. Özellikle ceza yargısı böyle çalışan rejimleri Osmanlı-Türk siyaset dili kadim zamanlardan beri açık ve net biçimde tek bir kavramla tanımlar: istibdat. İlhan Ayverdi Kubbealtı Lugati’nde istibdatı şöyle tanımlıyor: “Tek bir yöneticinin, kendine tâbi olanları mutlak hâkim olarak ve keyfine göre hükmederek idâre etmesi usûlü, keyfe, zora ve baskıya dayanan idâre şekli, diktatörlük, despotluk, despotizm.”