Ukrayna
Murat Belge

Bugün Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal harekatının beşinci günü. Ukrayna direnişinin Rusya’nın (ve Putin’in) beklediği ve umduğu kadar kolay ve hızlı yürümediği anlaşılıyor. En şiddetli çarpışmaların Harkiv’de geçtiği söyleniyor. Kiev de düşmüş, teslim olmuş değil. Rus birliklerinin istedikleri sonuca ulaşmaları geciktikçe birtakım temel kaynaklarının da azalacağı söylenenler arasında. Bunlara bakarak “Bravo Ukrayna’ya!” demek mümkün tabii. Ama bütün bu olaylar kocaman bir insanlık felaketinin parçaları. Ukrayna sınırlarından çıkarak çeşitli komşu ülkelere sığınanların sayısı da şimdiden dört yüz bine dayanmış durumda.

Bizim Helsinki Yurttaşlar örgütünün görece daha enerjik ve hareketli zamanlarıydı —doksanların ilk yarısı olsa gerek. Kiev’e ilk ziyaretimi yaptım. Dernekten bir grup halinde Kırım sorunu üstüne bilgi edinmek üzere davet edilmiş (örgütün Ukrayna kolu tarafından) ve gitmiştik. Benim uçağım vaktinde kalkamadığı için aktarma noktası Viyana’ya indiğimde bizim grup Kırım’a devam etmişti. Böylece Kiev’de kaldım; ancak ertesi günü gidebildim Kırım’a. Ukrayna’da yalnız kalmak zordu. Ayrıntılarına girmem gerekmiyor ama kendimi beni bir şekilde soymaya hazır insanlardan oluşan bir ortamda hissettiğimi söyleyebilirim. Ne var ki, o yıllarda Sovyetik dünyadan çıkmış hangi ülkeye gitsem aşağı yukarı aynı durumla karşılaşıyordum. “Sovyet tipi sosyalizm” belli ki ciddi bir insan çürümesine yol açmıştı.

Bu ilk gidişim oldu ama sonuncu olmadı. Daha üç dört kere kendimi Kiev’de buldum. Bir seferinde de Odessa’ya gidip geldim. Tanışıklık ilerledikçe bu topluma duyduğum sempati de arttı.

Bu gidiş gelişlerde Ukrayna milliyetçiliği ile de tanıştık — tanışmamak mümkün değil, çünkü oldukça güçlü. Ukrayna milliyetçiliği kaçınılmaz olarak Rusya’ya karşı olma ekseni üzerinde yeşeriyor. İddia, Rusya’nın tarih boyunca Ukrayna ulusal kimliği üzerinde oturması ve onu ezmesi. “İddia” diyorum ya, bunun sağlam bir temeli olmayan iddialardan biri olduğunu söylemek herhalde doğru olmaz. Bu gidiş gelişler başlayıncaya kadar Ukrayna dilinin Rusça’ya çok yakın olduğunu, iki halkın da aynı şekilde birbirine çok yakın olduğunu düşünürdüm. Durumu gördükçe, bunun muhtemelen Rus tarafının anlattığı bir hikaye olduğu ve gerçekliği yansıtmadığı sonucuna vardım. “Dil Rusça’dan çok Lehçe’ye yakındır” diyorlardı (doğrulayacak veya yanlışlayacak bilgiden yoksunum). Rusya denen büyük filin “Ukrayna ulusal kimliği” denen nesne karşısında çok duyarlı ya da nazik olmadığı belliydi.

Sosyalist rejim de durumu düzeltmemişti. Ukraynalılar Stalin döneminde Ukrayna’yı aç bırakarak genoside uğrattığını düşünüyorlardı. Galiba pek de haksız sayılmazlardı.

Mümkün olsa da Stalin’e niçin böyle davrandığı sorulsa, o da muhtemelen Ukrayna’nın “anti-komünizmi”ndan yakınırdı. O da çok haksız sayılmazdı sanırım. Savaş sırasında Naziler’le işbirliği yapanlar, Yahudi yok etmek için en az Naziler kadar coşkuyla çalışanlar (Onları Babi Yar’da yalnız bırakmayanlar) da kolay unutulur şeyler değildir.

Dost olduğum Yuri çok iyi bir insandı. Makuldü, insan canlısıydı. Ama “Rus” denince başka bir insan oluyordu. Örneği Rus kökenli Kazaklar kötü, ilkel, canavar ruhlu adamlardı ona göre. Ukrayna kökenliler ise bunun tam karşıtıydı. İş böyle ayrıntılara kadar uzuyordu. Bizim Helsinki örgütünün Ukrayna kolunun başında Natalya Belitser adında, yaşını başını almış bir hanım vardı. Natalya aslında bir Rus’tu. Ama onun kadar “anti-Rus bir Rus” hayatımda görmedim. Bu bakımdan Natalya da Yuri gibi, Yuri kadar bir Ukrayna milliyetçisi sayılabilirdi. Bu dostlar şimdi ne yapıyorlar acaba!

Evet, direniş, herkesi şaşırtan bir sebatla devam ediyor. Ukrayna halkının Rusya karşısında duyguları sanırım bu sebatı besleyen bir etken. Bu arada Batı’dan ağır bir kazık yemiş durumdalar. Herhalde önceki temaslarda bu kadar kolay gözden çıkarılacakları izlenimini edinmemişlerdi. Sonuçta bir şekilde Batı dünyasına bağlı bir halk oldukları için, Batı’da “Suriyeli” muamelesi görmeyeceklerdir, ama Batı bu, hiç belli olmaz. “Polonyalı tesisatçı” muhabbetlerinin üstünden çok zaman geçmedi. Arkasından “Ukraynalı bahçivan” v.b. bir yeni heyula çıkabilir.

Bu arada Türkiye’de de, aralarında resmi ağızların da bulunduğu birilerinin Batı’yı bu kayıtsızlık nedeniyle eleştirdiğini, suçladığını görüyoruz. İyi de, biz ne yapıyoruz bu konuda? “Arabuluculuk yapalım” diyoruz, ama özellikle Rusya (en azından şimdilik) böyle bir “yardım”a ihtiyaç duyarmış gibi görünmüyor. “Gemileri geçirmeyin” gibi taleplere de bizim yanaşır gibi bir halimiz yok. Konuyla ilgili ağzını açan herkes “tarafsızlık” tavrı almayı hararetle savunuyor. Tamam, savaşa tutuşmuş tarafların ikisiyle de gazdı, petroldü, buğdaydı, alışverişimiz olan önemli alanlar var. Ama Rusya’nın bu saldırgan davranışı karşısında “Ne ayıp! Ne ayıp!” deyip kılını kıpırdatmayan Batılılar’ın da buna benzer gerekçeleri vardır. Hiçbir şey olmasa da, şu anda Leiden’da evinde oturmakta olan bir Hollandalı’yı Rusya ile savaşmaya ikna edebilir misiniz? Etseniz de ettiğinize pişman olabilirsiniz: Serebrenitsa’da Boşnaklar’ı ne güzel korumuşlardı, hatırlarsınız. Şimdilik, “Ukrayna NATO üyesi değil, kıpırdamamıza gerek yok” deyip oturuyorlar. Oturmaya devam edeceklerdir. “Yaptırım” filan ne kadar etkili olur, göreceğiz. Bu arada Biden da dua ettiklerini söyledi. İyi işte, daha ne olsun?