Schadenfreude: Başkasının Acısıyla Zevklenmek
Erdoğan Özmen

“Dedikodu değirmeni, diye düşünüyor, gece gündüz                                           dönüp insanların adını öğütüyor. Dürüst insanlar toplumu;                            kıyıda köşede, telefonlarda, kapalı kapılar ardında                                          görüşüyorlar. Neşeyle fısıldaşıyorlar. Schadenfreude. Önce                               hüküm, sonra mahkeme.”                                                  J.M. Coetzee, Utanç[1]

Schadenfreude, başkasının acısı ya da talihsizliğine tanık olmanın verdiği keyif ya da hazzı anlatan Almanca sözcük. Çağrıştırdığı ilk şey sadistik ruhsal yapı ve birey olsa da, farklı kültür ve toplumlarda hemen her bireyin farklı derecelerde yaşadığı duygusal bir durum bu. Yani bireyin nevrotik, psikotik ya da sapkın olmasıyla bu durum arasında doğrudan bir ilişki söz konusu değil.

“Japonlarda, “Başkalarının talihsizlikleri baldan tatlıdır”, diye bir deyiş var. Fransızlar joie maligne’den, yani başka insanların ıstıraplarından alınan şeytani hazdan söz eder. Danimarkalılar skadefryd, Hollandalılarsa leedvermaak hissini konuşur. İbranicede başka insanların başına gelen felaketlerden keyif almanın adı simcha la-ed’dir, Mandarin Çincesinde xing-zai-le-huo, Sırpça-Hırvatçada zluradost, Rusçada da zloradstvo’dur. İki bin yılı aşkın bir süre önce Romalılar malevolentia’dan bahsediyordu. Bundan da önce Yunanlar epichairekakia’yı tarif etmişti (birebir anlamıyla, utanç verici durum (kakia) üzerinden (epi) sevinç (chairo) duymak). Filozof Friedrich Nietzsche, “Başkalarının acı çektiğini görmek insana iyi hissettirir,” diye yazmıştı. “Başkalarına acı çektirmek daha da fazla. Hayli sert ama muazzam kuvvetli, insanca, pek insanca bir ilkedir bu.”[2]

Belirli tarihsel/toplumsal dönem ve koşulları karakterize eden, o dönemlere özgü belirli öznellik biçimleri söz konusu.  Belirli ruhsal yapılar ve duygular belirli dönemlerde öne çıkıyor, yaygınlık kazanıyor. İlgili dönemin hakim ideolojisi belirli psikolojik eğilimlere izin veriyor, o eğilimleri güçlendiriyor. Burada karşılıklı bir ilişki var belki de: O psikolojik eğilim ve özellikler baskın hale geldikçe dönemin ideolojisini, manevi iklimini, ahlakını, gündelik hal ve tavırları biçimlendirmeye başlıyor. Güncel söylem biçimlerinin ve konuşmaların yapısına dahil oluyor.

Otoriter/totaliter rejimler, sapkın ruhsal yapı ve utanma duygusunun kaybı arasında bir ilişkiler ağı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bir yandan söz konusu rejimler sapkınlığa ve utanmazlığa zemin ve gerekçe sağlarken, diğer yandan sapkın öznellik ve utanmazlık/yüzsüzlük aynı rejimleri mümkün kılan, bireyleri söz konusu rejime ikna eden bir ethos’un kurucu unsuru, taşıyıcı kolonu oluyor.

Schadenfreude, günümüzde utanç duygusunun yerine geçen, utanç duygusunun kaybıyla boşalan ruhsal alanı dolduran bir tür duygu kompleksi olarak görülmelidir belki de. Utanmazlık ve ikiyüzlülükle bitişen, eklemlenen bir ruh hali olarak. Bu, aynı zamanda schadenfreude’nın sıradan ve gündelik bir duygu olmaktan çıkıp, sapkın öznelliğe yaslanan bir toplumsal bağlamda bambaşka bir şeye dönüşmesinin hikayesi:      

Schadenfreude antisosyal bir duygu gibi görünebilir. Bununla birlikte, spordan dedikoduya en çok el üstünde tuttuğumuz toplu ritüellerimizin çoğunda yer alır. İnsanlara karşı nefret barındıran bir duygu olduğu düşünülebilir, fakat yaşamımızın en insani yanlarıyla iç içe geçmiştir: adalet ve hakkaniyet içgüdüsü; hiyerarşi gereksinimi ve bu hiyerarşiler içinde bir statü arayışı; bizi güvende tutan gruplara ait olma ve onları koruma arzusu. Üstünlük taslayan, alçaltıcı bir davranış gibi görünebilir ama aynı zamanda mütemadiyen kavrayışımızdan sıyrılıp kaçan bir dünyada kontrole sahipmişiz gibi görünme teşebbüslerimizin saçmalığını takdir etme gereksinimizi de ortaya koyar. Sizi çevrenizden yalıtmaya ve aranızı bozmaya yarıyor gibi görünebilir ama bunun yanısıra hüsran yaşadığımızda yalnız hissetmeme, başarısız olmuşlardan oluşan bir topluluğun parçası olma tesellisiyle avunma ihtiyacımıza işaret eder.” [3]

Utanç duygusunu kavramanın belki de en etkili yollarından birisi “başkası adına/yerine utanma” denen hal üzerine düşünmektir. Başkasının başarısızlığı ve suçluluğu ile kurulan sahici bir özdeşimden kaynaklanan “başkası adına/yerine utanma” da, demek ki başkası için acı duyabilmekle, düşen birine eğilerek/şefkatle uzanmakla bitişiyor, eklemleniyor. Schadenfreude ise, diğer uçta: Başkasının ıstırabından/başarısızlığından/yetersizliğinden duyulan zevk. Günümüzde yalnızca bir duygu/duygulanma biçimi değil artık, aynı zamanda belli bir ilişki örüntüsünü/kipini varsayan ve dayatan öznel bir konum.


[1] J.M. Coetzee, Utanç, Çev. İlknur Özdemir, Can Yayınları, Nisan 2016, s. 55-6.

[2] T.W. Smith, Schadenfreude (başkasının talihsizliğinden duyulan keyif), Çev. Nüvit Bingöl, Kolektif Kitap, 2020, s.17-8

[3] Age, s. 36.