İstanbul’da metro ve tramvay seferlerine Ramazan ayı düzenlemesi yapıldı. İstabul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Metro İstanbul’dan yapılan açıklamaya göre Ramazan ayı boyunca metro ve füniküler hatları gece 02.00’ye kadar hizmet vermeye devam edecek (haberin detayı için tıklayın).
Büyükşehir Belediyesi’ni ve başkanı Ekrem İmamoğlu’nu bu karar için tebrik etmek gerekiyor. Zira, bu karar bir yandan dindar yurttaşların kimliklerinin tanındığını ifade ederken bir yandan da kamu hizmetlerinin sunumunda yurttaşların ihtiyaç ve taleplerinin dikkate alındığını gösteriyor. Ötesi, dışlayıcı laiklikle özdeşleşmiş CHP’nin, ülkenin en büyük şehrini yöneten belediye yönetimi üzerinden dindar muhafazakar camiayla ilişkisini iyileştirme arayışını destekliyor.
CHP’nin liderlik ettiği Millet İttifakı’nın seçimleri kazanması ve 20 yılı bulan AK Parti yönetiminin yerine geçmesi iki ana grubu ikna etmesine bağlı. Bunlardan ilkini dindar-muhafazakar kesim oluşturuyor, diğerini ise Kürtler. Zira, Türkiye siyasetinin formasyonunda kimlikler çok belirleyici. Pek fazla tartışmasak da bu kimlik meseleleri aynı zamanda sınıfsal ilişkilerin formasyonunu, maddi ve sembolik kaynakların yönetimini ve bölüşümünü doğrudan belirliyor.[1]
CHP, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı üstlendiği 2010 yılından bu yana hem Kürtlere hem de dindar-muhafazakarlara dönük bir açılım yapma arayışında. Bununla birlikte, aradan geçen 12 yıla rağmen çok sınırlı bir mesafe alındığı çok açık. Türkiye’nin derin bir ekonomik ve siyasi kriz yaşamasına rağmen, AK Parti’nin hâlâ birinci parti olarak gücünü koruması bunu teyit ediyor. Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açma, özgürlükçü ve kapsayıcı bir siyaset inşası her iki toplumsal kesime yönelik daha radikal ve cesur adımlar atmayı gerektiriyor.
Kürtlerin Bağrındaki Taş
2019 yerel seçimlerinde, HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş “gerekirse bağrınıza taş basın” diyerek Kürtleri Millet İttifakı adaylarını desteklemeye çağırdı. Nitekim Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısının, gayri safi milli hasılasınn yaklaşık %60’nın bulunduğu 11 metropol şehrinin yönetiminin muhalefete geçmesinde HDP’nin desteği önemli bir rol oynadı. En azından İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin ve Adana’da HDP desteği olmadan seçimlerin kazanılamayacağı açıktı.
Genel seçim havasına girdiğimiz bu dönemde Kürtler yeniden bağırlarına taş basar mı? 2019 seçimlerinden bu yana üç yıl geçti. Söz konusu şehirlerde Kürtlerin gündelik yaşamlarında, özellikle de kimliklerine dönük dişe dokunur bir gelişme söz konusu değil. Üstelik, Kürt siyaseti, muhalefetin yerellerde iktidar olmasının önünü açarken kayyum siyaseti ve uygulamasıyla tüm yerel iktidarını yitirdi. Bu anlamda bir tür bedel ödediği iddia edilebilir. Bu dönemde, bir iki sembolik ziyaret ve açıklamadan öteye muhalefeti yanında göremedi. İşin doğrusu, zaten Demirtaş Ekim 2019 tarihinde verdiği bir demeçte, AK Parti hükümetinin Rojava’ya dönük askeri müdahalelerine destek veren muhalefete hitaben şu hatırlatmayı yapmıştı: “Günü geldiğinde kimse bağrına taş falan basmayacaktır, o bir kere olur.” O gün daha gelmedi ama çok yaklaştı.
Kürt Sokağının Üç Eğilimi
Yazının başlığındaki sorulara cevap verebilmek için sanırım ilk olarak Kürt sokağındaki siyasi eğilimleri değerlendirmek gerekiyor. Gözlemleyebildiğim kadarıyla Kürt sokağında üç ana eğilim var. İlk eğilimin sahiplerini siyasetten umudunu kesenler oluşturuyor. 2013-2015 Çözüm Süreci sonrasında bu grup dikkate değer düzeyde genişledi. 1999-2015 arasında inişli çıkışlı da olsa 16 yıllık barış arayışlarının ve göreli normalleşme döneminin büyük bir yıkımla, binlerce can kaybı ve yüzbinlerce yerinden etmeyle sonuçlanması, barış ve entegrasyon siyasetine yatırım yapan HDP seçmeninde büyük bir umut ve güven kaybı yarattı. Kürt alanındaki 2015 sonrasındaki demobilizasyonun ana nedenini -farklı nedenler olmakla birlikte- bu oluşturuyor. Bununla birlikte, benzer bir umut kaybı, Kürtlerin ikinci ana siyasi adresi olan AK Parti seçmeni içerisinde de yaşandı. Zira, büyük bir çözüm umuduyla desteklenen AK Parti, MHP limanına demir attı. Özetle, umutsuz Kürtler arasında siyasete mesafe artıyor. Mevcut şartlar değişmezse, bu eğilime sahip Kürtlerin seçime ilgi göstermeyeceği, boykot vb. eğilimlere gireceği beklenebilir.
İkinci ana eğilimi, Erdoğan karşıtlığı oluşturuyor. Bu grubun ana motivasyonu Erdoğan’ın kaybetmesi. Bu grup, özetle, 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi kazanacak olana değil, kaybedecek olana odaklanıyor. Geçen üç yıl içerisinde adı geçen büyükşehirlerde Kürtlere yönelik dişe dokunur bir değişim olmadı, bu konuda dikkate değer bir politika inşa edilemedi. Bununla birlikte, hem siyasal hem de ekonomik alandaki büyük yıkımlar Erdoğan karşıtlığını canlı tutuyor. Ayrıca, ana-akım Kürt siyaseti içindeki sol-sosyalist ve Alevi damarla, sol-sosyalist camiayla kurulan ittifaklar bu eğilimi normatif olarak da besliyor.
Son olarak, pragmatist eğilimden bahsetmek gerekir. Bu eğilimin temel özelliği Ankara’daki siyasi değişime stratejik bir anlam atfetmemesi ve esasında Türkiye sınırlarını aşan Kürt alanına odaklanması. Zira, esas olarak Ankara’daki hakim partiler arasında Kürt meselesi konusunda dikkate değer bir farkın olmadığını iddia eden bu eğilime sahip gruplar, Ankara’ya değil, Kürt sokağına odaklanmayı öneriyor. Daha açık bir ifadeyle, merkez siyaseti “ana yatırım” alanı olarak görmüyorlar. Irak ve Suriye’de Kürt teritoryal idarelerinin inşası bu eğilimi zaten uzun zamandır besliyor.
Kuşkusuz bu üç eğilim ve bunlara sahip gruplar da dinamik. İç ve dış sınırları sürekli değişiyor. Halihazırda, CHP ve İYİ Parti’nin liderlik ettiği Millet İttifakı’nın HDP’ye dönük dışlayıcı tutumu ve Kürt meselesinde yeni bir sayfa açma konusundaki tutukluğu, özetle “çözüm kapısını gösteren, ama ötesinden bahsetmeyen” pozisyonu, Kürt sokağında umutsuz ve pragmatist eğilimleri güçlendiriyor. Söz konusu eğilimler ve bunlar arasındaki etkileşimler HDP’nin de pozisyonunu belirliyor, belirlemeye devam edecek. Bu noktada, Kürt sokağının HDP’yi de içeren ama onu aşan bir alan olduğunu not etmek gerekir.
Millet İttifakı’nın tek başına Erdoğan-karşıtı eğilime güvenerek seçimi kazanması zor görünüyor. Üstelik, Metropol Araştırma Başkanı Özer Sencar’ın ifadesiyle “seçim kazanma makinası” olan Erdoğan’ın şapkasından hangi tavşanların çıkacağını kimse bilmiyor.
Normatif tartışmaları bir yana bırakıp, bir “rasyonel seçim” olarak meseleye baktığımızda, seçimi kazanmak hem umutsuzlarda çözüme dönük umut yaratmayı hem de pragmatistlere ikna olabilecekleri bir seçenek sunmayı gerektiriyor.
Bu seçenek mümkün. Kürt meselesinin “büyük resmini” bir an için görmezden gelip, son dönemde muhalefet ağı içinde yer alan ya da etkide bulunan farklı yüzler tarafından sıkça altı çizilen “mevcut şartları” dikkate aldığımızda, “anadil meselesi” yol açıcı bir rol oynayabilir. Sadece, 1999-2015 dönemindeki üç büyük barış ve diyalog sürecinde yapılan reformların esasında Kürtçeye ilişkin olduğunu hatırlatalım.
Bir Arada Yaşarız Araştırması ve Anadil Meselesi
İzmir merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan Bir Arada Yaşarız – Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) geçen hafta Türkiye genelinde yaptığı bir araştırmayı kamuoyu ile paylaştı (araştırmaya şu linkten erişebilirsiniz). Anadil meselesine ilişkin soruya verilen cevaplar, sanılanın aksine, bu konuda toplumsal alanda dikkate değer bir rızanın olduğunu ve CHP’nin adım atabileceğini gösteriyor.
Araştırmada katılımcılara aşağıdaki iki ifadeyi doğru ya da yanlış bulup bulmadıkları soruluyor:
Almanya'daki Türk çocuklarının anadilleri olan Türkçe eğitim almaması insan hakları ihlalidir. Türkiye’deki Kürt çocuklarının anadilleri olan Kürtçe eğitim almamaları insan hakları ihlalidir.
Anadilde eğitim hakkını hem Almanya’daki Türk çocukları hem de Türkiye’deki Kürt çocukları için bir insan hakkı olarak gören ve bu anlamda bir arada yaşama potansiyeli yüksek grubun oranı %47.
Almanya’daki Türk çocukları için bir insan hakkı olarak görüp, aynı hakkı Kürt çocukları için tanımayan grubun oranı ise %16.
Katılımcıların %12’si dışlayıcı ve homojenleştirici ulus-devlet anlayışını tutarlı şekilde benimseyip her iki grup için de bunun bir hak olmadığını iddia ediyor. Öte yandan, %10’luk bir kesim ise ortada duruyor.
CHP Kürt Açılımı Yapar mı?
2011-2012 döneminde saha araştırmasını yaptığım ve 2015 yılında yayımlanan doktora tezimin[2] ana sorularından birini din, ulus ve sınıf dinamikleri etrafında farklılaşmış, ayrışmış Kürt gruplarının üzerinde uzlaşı sağladığı ana mutabakatlar oluşturuyordu. Mutabakat sağlanan iki konudan birini Kürtlerin yerel düzeyde kendini yönetmesi diğeri ise anadilin korunması ve yeni kuşaklara aktarılması oluşturuyordu. Birçok araştırmanın gösterdiği üzere, bu konsensüs bugün de büyük oranda devam ediyor.
CHP, Kürtlerin üzerinde mutabkık olduğu anadil meselesinde atacağı adımlarla bir yandan Kürt sokağının tamamına hitap edebilir, öte yandan Türk sokağında meselenin çözümüne dönük rıza üretme sürecinin kapısını aralayabilir.
Açıkça ifade etmekte yarar var. Kanada’nın Quebec bölgesindeki Fransızca, yine İspanya’daki Baskça ve Katalanca örneklerinin gösterdiği üzere, uzun süre baskı altında kalmış dilleri, baskın dil karşısında korumak ve kesintiye uğrayan kuşaklar arası dil aktarım sürecini tersine çevirmek diller arası eşitlikle bile çoğu durumda mümkün olamıyor. Bu konuda dünya deneyimleri “Anadil temelli çok dilliliği” öneriyor. Daha açık bir ifadeyle, Kürtçe gibi baskı altında kalmış dillerin korunması ve yeni kuşaklara aktarılması anadili merkeze alan, bununla birlikte baskın/ortak dili de öğrenmeyi zorunlu kılan asimetrik iki-dilliliği, çok-dilliliği gerektiriyor.
Böylesi bir dil politikasının benimsenmesi ve uygulamaya geçmesi kuşkusuz ciddi bir planlamayı ve geçiş sürecini gerektiriyor. CHP’nin bugünden yarına bunu yapmasını beklemek gerçekçi de olmayabilir. CHP bu meseleyi “pedagoglara” danışabilir elbette. Ama anadil hakkı, kuşaklar arası dil aktarımının güvenceye alınması Kürtler açısından bir müzakere meselesi değil.
İstanbul, İzmir ve Ankara’yı Kürtçeye Açmak
Seçimlere daha zaman var. CHP anadil meselesini ayrıntılı çalışabilir. Ama buradan, birkaç hafta içerisinde uygulanabilecek, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümüne ve toplumsal barışa büyük bir katkı sağlayacak bir öneri yapabiliriz. CHP yönettiği İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Mersin, Adana başta olmak üzere dikkate değer oranda Kürt nüfusu barından 11 metropolde Kürtçeye alan açabilir. Birkaç bin kişinin dil öğrenmeye çalıştığı Kürtçe kurslar düzenlemesinden bahsetmiyorum elbette. Kürtçenin bu toprakların, bu şehirlerin dili olduğunu sadece Kürtlere değil, tüm yurttaşlara gösterecek çözümlerin geliştirilmesinden bahsediyorum. Bu hem barışa hem de entegrasyona katkı sağlar.
Daha somut olarak ifade edersem, örneğin bu büyükşehirlerde toplu taşımada Kürtçeyi ikinci, üçüncü dil olarak kullanabilir CHP belediyeleri. Türkiye nüfusunun yaklaşık %20’sinin yaşadığı ve Türkiye’nin bütün renklerini içeren İstanbul’da metroda, tramvayda, vapurda, otobüslerde “Sayın yolcularımız sonraki durağımız Üsküdar” sözünü Kürtçe de söyleyebilir. İstanbul’da 2021’de, pandeminin negatif etkisine rağmen, raylı sistemler, otobüsler ve deniz taşımacılığıyla günlük yaklaşık 3,8 milyon yolcuya hizmet verildiğini dikkate aldığımızda,[3] sadece bu alanın Kürtçeye açılması Türkiye’de normalleşmeye büyük bir katkı sağlar, barış ve çözüm umuduna büyük bir kapı açabilir. Kürt olmayan yurttaşlar, “kardeşlerinin” diliyle birkaç kelam etmeyi öğrenir belki. İstanbul’u İzmir, Ankara, Mersin ve Adana takip edebilir ve Kürtçe hızla 11 büyükşehrin dili haline getirilebilir. Böylesi bir adım bir yandan Kürt meselesinin kapsayıcı çözümü için toplumsal atmosferin oluşmasını sağlar, öte yandan Kürtlerin barış ve entegrasyon arayışlarına cevap verebilir.
Müşterekler ve Özgürlükçü-Çoğulcu Kimlik Siyaseti
Kuşkusuz burada mesele sadece Kürtleri desteleme ve Kürtlerin gönlünü alma sorunu değil. Bundan öteye, çoğulcu ve özgülükçü bir kimlik siyasetinin mümkün olduğunu göstermek önem arz ediyor. Kimlikler üzerinden oluşmuş kutuplaşmayı, kimlikleri yok sayarak değil, özgürlükçü ve çoğulcu bir kimlik siyasetiyle aşmak mümkün. Bir yandan Ramazan ayında oruç tutan insanları gözetirken, bir yandan da Kürtlerin anadillerini duymak, işitilir kılmak gerekir.
Türkiye’de uzun yıllardır içine gömüldüğümüz kutuplaşma karanlığından çıkmak; etnik/ulusal, dini/mezhepsel, dindarlık/sekülerlik, yaşam tarzı, yerellik/göçmenlik, toplumsal cinsiyet gibi toplumsal yarılmaları aşmak mümkün. Her biri için ürettiğimiz çözümleri ilişkilendirebildiğimiz, ortak gelecek hikâyesinin parçası kılabildiğimiz ölçüde yol alabiliceğiz.
Bir Arada Yaşarız Araştırması, bunun mümkün olduğunu gösteriyor. İnsanlar hem “aynı” hem de “farklı” olmak istiyor. Ferhat Kentel’in ifadesiyle “hem aynı olmak hem farklı olmak ‘çelişki’ değil; karmaşıklığın, yani ‘normalliğin’ farklı tezahürleri. … İnsanların aynı beden içinde hem ‘aynılığa’ hem de ‘farklılığa’ vurgu yapması, tanınma isteği eşliğinde bir arada yaşama isteğine tekabül ediyor.”
Kimlik meselesini Kürtlerin meselesi olmaktan öteye müşterek bir mesele olarak görmek ve çözmek gerekir. Bu anlamda, toplumsal sorunları ele alırken ve çözüm üretirken, ürettiğimiz içerikler kadar bunları yerleştirdiğimiz ve ilişkilendirdiğimiz “çerçeveler” de önem arz ediyor.
[1] Kimlik ve siyaset arasındaki bu belirleyici ilişkiye dair daha detaylı analizler için bkz.: Ağırdır, Bekir, Hikayesini Arayan Gelecek, İstanbul: Doğan Kitap, 202o; Güvenç, Murat & Kirmanoğlu, Hasan, Türkiye Seçim Atlası 1950-2009, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009; Çiçek, Cuma, “Etnik ve sınıfsal inşa süreçleri bağlamında kürt meselesi: Bölgesel eşitsizlik ve bölgesel özerklik,” Praksis, 28(2012), ss. 11-42.
[2] Merak edenler için: Çiçek, Cuma, Ulus, Din, Sınıf: Türkiye’de Kürt Mutabakatının İnşası, 2. Baskı, İstanbul: İletişim, 2021.
[3] İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “İstanbul’da Toplu Ulaşım,” https://www.iett.istanbul/tr/main/pages/istanbulda-toplu-ulasim/95, erişim tarihi: 03.04.2022.