Kimlik Siyaseti ve Kaynak Bölüşümü
Cuma Çiçek

Türkiye’de çoğunlukla Kürt meselesi etrafında tartıştığımız ama bununla da sınırlı olmayan büyük ve bitmeyen bir tartışma var: Sınıf siyaseti mi kimlik siyaseti mi? Kimlik siyaseti siyasal alanın formasyonunda, insanların politik sosyalizasyonunda ve mobilizasyonunda en belirleyici dinamiklerden biri. Son dönemde yapılan birçok saha araştırmasının gösterdiği üzere kimliklerimiz neredeyse birer “inanca” dönüşmüş durumda.[1] Bununla beraber, kimlik siyaseti siyasi hareketler ve partiler tarafından çoğunlukla söylemsel düzeyde gayri meşru bir politik hat olarak kodlanıyor.

İşin doğrusu, Kürtlerin Sarı Hocası İsmail Beşikçi, daha 1970 yılında kaleme aldığı Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyoekonomik ve Etnik Temeller[2] adlı eserinde sınıf ve kimlik meselesini birlikte düşünmeyi önerdi. Bununla birlikte geçen yıllar içerisinde bu tartışmanın hakkıyla yürütüldüğünü söylemek çok zor. Sarı Hoca da bu hattı bırakalı çok oldu.  

Kimlik meselesinde kör bir sınıf analizi ya da sınıf siyaseti mümkün mü? Soruyu tersinden sormak da mümkün: Sınıf meselesine kör bir kimlik analizi ya da kimlik siyaseti yapılabilir mi?

Ekonomik krizin ağırlaşması sonucu memleketin her tarafında mutfaklara ateş düştü. Öyle ki muhalefet cephesinde umut yaratan en önemli dinamiğin ekonomik alandaki kara tablo olduğu söylenebilir. Nitekim, kimlik temelli toplumsal yarılmalar sonucu içine gömüldüğümüz kutuplaşma karanlığından, sınıf siyasetiyle çıkabileceğimize dair söylemler, iddialar daha güçlü dile getirilmeye başladı.[3] Yapılan saha araştırmalarında insanların en önemli sorunu olarak ekonominin öne çıkması bu tür söylemleri besledi, besliyor.[4] Tüm bu tablonun bir sonucu olarak muhalefet de esas olarak ekonomik sorunlar üzerinden toplumla konuşmaya çabalıyor.

Çakışan Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Coğrafyalar

Kimlik ve sınıf siyasetleri arasında yapılan bu ayrımlar hem hakikati anlamamıza yetmiyor hem de daha iyi bir toplum inşası için operasyonel açıdan işlevsel bir çerçeve sunmuyor. Zira, kimlikten azade bir sınıfın ya da sınıftan azade bir kimliğin olduğunu varsayıyor. Oysa sadece Türkiye’de değil, farklı zaman ve mekanlardaki deneyimler bu varsayımların geçersiz olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de siyasi coğrafyalar ile ekonomik ve kültürel coğrafyalar çok uzun bir zamandır çakışıyor. Sadece bu çakışmanın kendisi kimlik siyasetini mülk meselesiyle, daha açık bir ifadeyle kaynak yönetimi ve bölüşümü meselesiyle birlikte düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Aşağıdaki illerin ve bölgelerin sosyoekonomik gelişmişlik endeksi (SEGE) araştırması sonucunu gösteren Harita 1 ile 31 Mart 2019 yerel seçim sonuçlarını gösteren Harita 2 bu çakışmanın güncel halini gösteriyor. Bununla birlikte, 1932 Beş Yıllık Sanayi Planından bu yana yapılan bölgesel eşitsizlik tartışmaları, Devlet Planlama Teşkilatı'nın kuruluşuyla beraber düzenli aralıklarla yapılan il, ilçe ve bölgelerin sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması (SEGE) araştırmalarının sonuçları, meselenin güncel bir mesele olmadığını gösteriyor (Meraklıları 1966-2022 yılları arasında yapılan SEGE araştırmalarına Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın web sitesinde erişebilirler).

Harita 1: 2017 İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (SEGE)

Kaynak: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, “İl SEGE-2017”, https://www.sanayi.gov.tr/merkez-birimi/b94224510b7b/sege, erişim tarihi: 29 Nisan 2022.

Harita 2: 31 Mart 2019 Yerel Seçim Sonuçları: Türkiye Geneli.

Kaynak: Yeni Şafak, “31 Mart 2019 Türkiye Geneli Yerel Seçim Sonuçları”, https://www.yenisafak.com/yerel-secim-2019/secim-sonuclari, erişim tarihi: 29 Nisan 2022.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır 2020 yılında yayımlanan Hikayesini Arayan Gelecek (Doğan Kitap) adlı kitabında ve son dönemde yaptığı analizlerde sıklıkla üç Türkiye’den bahsediyor: (1) Kürt bölgesi, (2) kıyı şeridi ve (3) orta ve kuzey Anadolu bölgeleri. Ağırdır, bu üç Türkiye’yi özetle, sekülerler-muhafazakârlar-Kürtler olarak tanımlıyor. Kürt coğrafyası hem kimlik bağlamında ülkenin geri kalanından önemli ölçüde farklı bir toplumsal yapı arz ediyor hem de kaynak bölüşümünde en az payı alıyor. Nitekim Devlet Planlama Teşkilatı'nın kuruluşundan bu yana düzenli olarak yapılan il, ilçe ve bölgelerin sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması araştırmaları  (SEGE) da bu durumu teyit ediyor. Öte yandan, kıyı şeridi ile orta ve kuzey Anadolu bölgeleri arasındaki fark bir yandan sınıfsal bir farka işaret ederken öte yandan bu farklılıklar modern-seküler/dindar-muhafazakâr, metropol/kent-kır gibi ayrımlara da göreli olarak denk düşüyor.

Bekir Ağırdır’ın KONDA saha araştırması verilerine dayalı olarak yaptığı bu analizler aslında tarihsel bir seyrin güncel veçhelerini oluşturuyor. Zira, Murat Güvenç ve Hasan Kirmanoğlu tarafından kaleme alınan ve yaklaşık 60 yıllık seçim sonuçlarının analizini içeren Türkiye Seçim Atlası – 1950-2009 (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009) Türkiye’nin siyasi coğrafyalarının şekillenişinde iki temel eksenin belirleyici olduğunu gösteriyor: (1) Kürtlük/Türklük, (2) Zenginlik/Yoksulluk. Bu iki eksene dayalı olarak Türkiye, üç büyük siyasi coğrafyaya ayrılmış durumda ve bu coğrafyalar Ağırdır’ın işaret ettiği aynı bölgeler.

Maddi ve Sembolik Kaynak/Güç İlişkisi

Hem KONDA’nın son yıllarda yaptığı saha araştırmalarının makro analizleri hem de 60 yıllık dönemi kapsayan Türkiye Seçim Atlası çalışması sonuçları şunu gösteriyor: Türkiye’de sınıfsal eşitsizliklerin inşasıyla kimlik temelli toplumsal eşitsizliklerin inşası arasında bir paralellik var. Kimlik meselesine kör bir sınıf siyasetiyle ne hakikati anlama şansımız var ne de bu ilişkiselliğe dayalı olarak inşa edilmiş toplumsal ilişkileri ve yapıları dönüştürme olanağımız.  

Kimlik meselesini sınıf meselesiyle birlikte düşünmek gerekiyor. Zira sınıfsal eşitsizliklerin inşasında etnik/ulusal, dini/mezhepsel, yerel/göçmen, toplumsal cinsiyet temelli farklılıklar kaynak işlevi görür. Genel olarak ekonomik ve siyasi kaynak/güç kaybı ya da birikimiyle sembolik (kimlikleri sembolik kaynaklar olarak düşünebiliriz) kaynak/güç kaybı ya da birikimi arasında bir korelasyon, yani pozitif bir paralellik var. Başka bir ifadeyle -Pierrre Bourdieu’nun kavramlarına başvurursak- ekonomik ve siyasi sermaye ve iktidar kaybı ya da temerküzü ile sembolik sermaye ve iktidar kaybı ya da temerküzü arasında bir ilişki var.

Daha somut ifadeyle, tüm resmi verilerin teyit ettiği üzere Kürt bölgesi Türkiye’nin en yoksul coğrafyasını oluşturur. Metropollerde merdiven altı, prestiji düşük, güvencesiz işlerin sahibidir Kürtler. Yine, çöp toplamak gibi hiç kimsenin yapmak istemeyeceği işleri bugün Hatay’da, Urfa’da, Antep’te, İstanbul’da, İzmir’de neredeyse tamamıyla sığınmacılar yapar. İş gücü piyasasında kadınlar erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalışır, Suriyeli ya da Afgan mültecilerin emeği ise kadınlarınkinden de “ucuz”dur.

Yeni Bir Türkiye?

İç içe geçen sınıf ve kimlik meselelerini birlikte düşünebildiğimiz ve ilişkisel çözümler üretebildiğimiz ölçüde Türkiye’de yeni bir sayfa açmak mümkün olacak. Bununla beraber altı partiden oluşan ana muhalefet cephesinde kimlik meselesini kaynak yönetimi ve bölüşümü meselesiyle ilişkilendiren bir siyasal vizyon bulunmuyor. Aksine, ekonomik kriz kimlik meselelerini örtmek için bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Öte yandan, ana-akım Kürt siyaseti kaynak bölüşümü konusunda dönem dönem kimi sembolik çıkışlar yapsa da uzun bir zamandır Kürt meselesini kimlik ve şiddetin sonlanması anlamında “negatif barış”a indirgemiş durumda.

Öte yandan, Türkiye’de yaşanan ağır siyasi ve ekonomik kriz yeni bir toplumsal inşa için bulunmaz fırsatlar sunuyor. Siyasal, ekonomik ve kimlik temelli sorunları birlikte ele alan ve bu sorunların çözümleri arasında köprüler kuran bir siyaset radikal bir dönüşüm sağlayabilir. Ağır ekonomik kriz ve kutuplaşma yorgunluğu iki önemli kaynak olarak değerlendirilebilir.

Seçimi Kazanmak?

Normatif tartışmalar bir yana, seçimi kazanmak için de kimlik ve sınıf meselesini ilişkilendirmek gerekir. Zira, bugün mevcut hükümete yönelik toplumsal rızanın azalmasının en temel dinamiğini ekonomik kriz oluşturuyor. Bununla birlikte, bu krizin sebep olduğu yıkımların etkilerinin eşitsiz olduğunu unutmamak gerekiyor. Sembolik sermayeleri en az ve sembolik iktidarları en güçsüz olanlar ekonomik yıkımdan daha fazla etkileniyorlar. Bazı toplumsal kesimler lükslerinden vazgeçerken, kimisi sofrasından kısmak zorunda kalıyor.

Öte yandan, 2015’ten bu yana süregelen hâkim güvenlikçi siyasete rağmen, HDP %11-13 bandındaki gücünü koruyor ve 2022 Newroz etkinliklerinin gösterdiği üzere Kürt sokağının itirazı ve toplumsal mobilizasyon kapasitesi sürüyor.

Türkiye siyasetinin formasyonunda Kürt siyaseti kurucu bir aktör olarak rol oynayamayabilir. Kürtlerin ekonomik, demografik ve siyasi gücünün sınırları; meselenin iki asırlık geçmişinin yarattığı ağır yükler ve çoklu yaralar böylesi bir rol oynamayı zaten neredeyse imkânsız kılıyor. Bununla birlikte, 2019 yerel seçimlerinde görüldüğü üzere, ana-akım Kürt siyaseti oyun bozucu bir aktör olma kapasitesine sahip.

Muhalefetin seçimi kazanması kimlik siyaseti etrafında mobilize olan Kürt itirazını yanına alabildiği ve Kürtlerin de büyük çoğunluğunun içinde olduğu ekonomik krizin kaybedenlerine bir çözüm kapısı gösterebildiği ölçüde mümkün olacak.


[1] Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) tarafından yapılan "Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması: Kutuplaşan Toplumda Bir Arada Yaşama Kapasitesi" başlıklı araştırması bu konuda önemli veriler sunuyor. Raporu şu linkten erişebilirsiniz: https://bayetav.org/uploads/documents/BAY-rapor-son.pdf.

[2] Eserin güncel baskısı için bkz.: Beşikçi, İsmail, Doğu Anadolu’nun Düzeni: Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, İstanbul: İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, 2014.

[3] Bu konuda Bekir Ağırdır’ın analizlerine bakılabilir. Son örneklerden biri için bkz.: https://gazeteoksijen.com/yazarlar/bekir-agirdir/buzlar-erirken-toplumsal-kutuplarin-ozu-degisiyor-151880

[4] BAYETAV’ın adı geçen araştırmasında “Toplumda huzur içinde bir arada yaşayabilmemiz için aşağıdaki hangi konularda adaletin sağlanması önemlidir” sorusuna verilen cevaplar içerisinde %82 ile “gelir dağılımı adaletsizliğinin giderilmesi” birinci sırayı oluşturuyor. Bunu sırasıyla cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi (%72), etnik eşitsizliklerin giderilmesi (%62) ve mezhepsel gruplar arasındaki eşitsizliğin giderilmesi (%62) oluşturuyor.