Kürt Meselesinde Rasyonel Çözüm Mümkün mü?
Cuma Çiçek

AK Parti hükümeti bugünlerde Suriye’nin Rojava bölgesine yeni bir askeri müdahaleyi konuşuyor. Hemen öncesinde ise Rojava bölgesine yaklaşık bir milyon sığınmacının yerleştirilmesine ilişkin projesini gündeme getirdi. Sığınmacılar meselesinin son aylarda harlatılmasının da bir sonucu olarak her iki konu da kamuoyunda ilgi gördü.

Her iki mesele de esas olarak seçimlerle ilişkilendirilerek tartışılsa da konunun seçimlerden öteye bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Söz konusu girişimler, 15 Temmuz sonrası siyaset alanına hâkim olan “yerli” ve “milli” siyasetin bir devamı olarak da okunabilir. Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim hesaplarından öteye, Kürt meselesinin hem sınır içi hem de sınır-ötesi jeopolitik denkleminde meydana gelen kırılmalara Türk devleti ve siyasetinin verdiği cevapların ve bununla ilişkili olarak yaşadığı dönüşümlerin bir devamı olarak da değerlendirilebilir. Nitekim Rojava konusunda başta İYİ Parti ve CHP olmak üzere muhalefetinin suskunluğu ya da desteği de bu yönlü değerlendirme ihtiyacını ortaya çıkarıyor. 

HDP’nin kapatılma davası da çoğunlukla seçim hesapları çerçevesinde değerlendiriliyor. Bununla beraber, ana-akım legal Kürt partisinin kapatılma davasını da seçimlerden öteye Kürt meselesinin yeni hali ve devletin dönüşümüyle ilişkili olarak değerlendirmekte fayda var. HDP’nin kapatılması durumunda, söz konusu kapatmanın önceki parti kapatmalardan farklı olacağı, legal Kürt siyasetini daraltmaya ve toplumsal itirazı bastırmaya yönelik daha kalıcı etkiler bırakacağı öngörülebilir.

Bu siyasi atmosfer içerisinde doğal olarak çoğu Kürt muhalefete bakıyor. HDP’nin hem Türkiye ölçeğinde sınırlı bir etkiye sahip olması hem de son dönemlerde karşı karşıya kaldığı izolasyon ve bastırma politikası sonucu bu etkinin daha da sınırlandırılması ana muhalefet partisine dönük ilgiyi artırıyor. CHP’yi doğal olarak müstakbel çözüm adresi haline getiriyor. Buna karşın, ana-muhalefet partisinin Kürt meselesi konusundaki -Ahmet Türk’ün ifadesiyle- “suskun ve mesafeli tavrı” sürüyor.  

Geçen hafta, CHP belediye başkanlarını Van’da toplayarak, Diyarbakır’dan sonra Kürt mahallesine ikinci bir çıkartma yaptı. Parti yönetimi 247 belediye başkanıyla Van’da üç günlük bir kampa girdi. Söz konusu belediye başkanları arasında Cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı geçen Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş da bulunuyordu. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Van’da yaptığı değerlendirmelerde kayyumların bir daha gelmemesi, Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması için Kürt kitlelerine kendilerine katılma çağrısı yaptı.

Söz konusu çıkartmayı CHP’nin, Kürt siyasi aktörleriyle ortaklık ya da işbirliği yapmadan Kürt kitlelerinin gönlünü kazanma çabalarının bir devamı olarak görebiliriz. Yine, Kürt meselesinde çözüm kapısından bahseden ancak kapıdan ötesini konuşmayan pozisyonunun sembolik hallerinden biri olarak da değerlendirebiliriz.

Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun söylemi Kürtlere yönelik iki önemli mesajı da içeriyor. İlk olarak, Kürtlerin kolektif öznelliğini dışarıda bırakarak onları “katılmaya” çağırıyor. Bu anlamda sadece Kürt siyasi aktörleriyle değil, Kürt kitleleriyle de bir diyalog ve müzakere söylemini içermiyor. İkinci olarak, sadece 2015 öncesine geri dönmeye ilişkin bir taahhütte bulunuyor, ötesini değil. Kürt meselesinde kayyumların olmaması, Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılmasıyla sınırlı bir söylem geleceğe dönük değil, geçmişe dönük bir ufuk sunuyor.

Geleceği konuşmak

Oysaki Türkiye’nin çoğu meselesinde olduğu gibi Kürt meselesinde de ortak bir gelecek ufkuna ihtiyaç var. Böylesi bir gelecek ufkunu taşıyacak siyasi özneler, aktörler ortaya çıktığı ölçüde mesafe alabileceğiz.

Kürt meselesinin Türkiye’deki tarihsel seyrine baktığımızda, sorunun çözümsüzlüğünün siyasi alanda otoriterlik, ekonomik alanda ise eşitsizlik kaynağı olarak araçsallaştırıldığını söyleyebiliriz. 2002-2015 yılları arasında ise göreli olarak seçim siyaseti kapsamında işlevsel olarak mobilize edildi. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ise bildik yüzyıllık hikâye kaldığı yerden devam etti.

Bu noktada sorabiliriz. Kürt meselesi siyasi alanda demokratikleşme, ekonomik alanda eşitlik kaynağı olabilir mi? Siyasi ve ekonomik alanda eşitliği güçlendiren, daha dengeli ve kapsayıcı bir güç/iktidar ve kaynak paylaşımı sağlayan bir dinamiğe dönüşebilir mi? Başka bir ifadeyle Kürt meselesinde geçmişin zincirlerini kırıp, sorunun çözümünü ortak bir gelecek inşasının parçası kılabilir miyiz? Kürtlerin geçmişle yüzleşme, tanınma, dilsel ve kültürel haklar, adil kaynak paylaşımı, yerel ve merkezi düzeyde siyasal katılım talepleri ile ülkedeki siyasi ve ekonomik güç/iktidar ve kaynak paylaşımı arasında bağ kurabildiğimiz ölçüde yukarıdaki soruların tamamına olumlu cevaplar verebiliriz.

Kürt meselesinde geleceğe dönük bir ufuk inşasının kapısı biri iç diğeri dış siyasette iki alanda açılabilir. İç siyasette demokratikleşme perspektifini ademimerkeziyet ile derinleştirme, dış siyasette ise Suriye’de kapsayıcı bir barış inşası siyasetini destekleme şeklinde olabilir.

Demokratikleşme için ademimerkeziyet

Ademimerkeziyet üç alanda Türkiye’de demokratikleşme perspektifini güçlendirebilir. İlk olarak, dikey düzlemde bir denge ve denetleme mekanizması sağlayabilir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrası kurumsal yapıların zayıflaması ve şahsi yönetime dayalı otoriter rejim inşası ve buna alternatif olarak altı partinin ortaklaştığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” tartışmalarında denge ve denetleme mekanizmaları kapsamında esas olarak yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığına dikkat çekiliyor. Kuvvetler ayrımı kuşkusuz demokratikleşmeyi güçlendirecektir. Bununla birlikte, sağlıklı işleyen bir demokratik yapı için yatay düzlemdeki bu denge ve denetleme mekanizmasının merkez ve yerel/bölgeler arasında sağlanacak güç paylaşımıyla dikey denge ve denetleme mekanizmalarıyla da güçlendirilmesi gerekir.

Ademimerkeziyet ikinci olarak Türkiye’de siyaseti yerelleştirerek demokratikleşmeye katkı sunabilir. Türkiye’de siyaset esas olarak “yüksek siyaset” olarak algılanıyor ve böyle yapılıyor. Belediye seçimlerinde bile Türkiye’nin makro siyasetini konuşuyor ve makro sorunlar etrafında mobilize oluyoruz. Siyasal partiler ve merkezi devlet bürokrasisi etrafında şekillenen “yüksek siyasete” alternatif olarak, aşağıdan bir siyaset mümkün. Yerellerde, siyasi partilerden öteye daha fazla toplumsal aktörün katılımına olanak tanıyan, siyasal gündem ve rekabetin yerel sorunlar etrafında şekillendiği, gündelik hayatın merkezde yer aldığı bir siyaset için ademimerkeziyet iyi bir alan açabilir.

Son olarak, ademimerkeziyet siyasal çoğulculuk ve rekabeti artırarak demokratikleşmeye katkı sunabilir. Türkiye zaten somut olarak üç ana siyasi coğrafyaya sahip; 1) Kürt coğrafyası, 2) kıyı şeridi ve 3) orta ve kuzey Anadolu bölgeleri. Her bölgede ise alt bölgeler bulunuyor. Yerelleşmiş ve aşağıdan bir siyasetle, il ve bölgelerde alternatif toplumsal inşalar söz konusu olabilir ve yerel ölçekteki siyasi rekabetin artışı mümkün olabilir. Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Diyarbakır, Gaziantep, Van gibi iller arasında daha iyi şehirlerin ve daha iyi sosyal, ekonomik ve kültürel hayatların inşasıyla bir rekabet sağlanabilir. Eğitim, sağlık, ulaşım, yeşil alan, tarım-toprak-gıda, su yönetimi, barınma hakkı, temiz su, gıda rejimleri gibi müşterekler üzerine yeni ve alternatif kamusal alanlar inşa edilebilir.      

Altılı masanın mutabakatı: Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi

Sanılanın aksine ademimerkeziyet konusunda Türkiye hızla ilerleyebilir. Altılı masayı oluşturan partiler arasında ademimerkeziyet konusunda bir mutabakat inşası için göreli olarak bir zemin bulunuyor. Söz konusu partilerin programları ve seçim beyannameleri en azından iller düzeyinde bir idari ademi merkezileşmenin bir başlangıç noktası olabileceğini gösteriyor. Söz konusu partilerin tamamı demokratikleşme, kalkınma ve kamu idaresinin rasyonalizasyonu ve modernizasyonu argümanlarıyla yerelleşmeyi savunuyor.

Bir rapor vesilesiyle söz konusu partilerin parti programları ve seçim beyannamelerini incelemiştim.[1] CHP birçok vesileyle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan şerhlerin kaldırılacağını ve buna uygun olarak yerel yönetimlerin güçlendirileceğini belirtti.

İYİ Parti, “Mahalli İdareler Reform Kanunu” ile mahalli idareleri yeniden yapılandırmayı vaat ediyor.  “Yerel demokrasiye” vurgu yapan parti, “halkın hizmet ihtiyaçlarının en yakın hizmet birimince karşılanmasını öncelikli hedef” olarak savunuyor.[2]

Saadet Partisi, altılı masa içerisinde ademimerkeziyet konusunda en ileri reform çerçevesini sunan parti. Saadet Partisi, “demokrasinin derinleşmesi, katılımcı ve çoğulcu bir siyasi rejimin hayata geçirilmesi açısından yerel ihtiyaçlara göre yönetim sisteminin değişmesi” gerektiğini belirterek mahalli idare reformu öneriyor. Parti programına göre, “savunma, dış politika, adalet, iç güvenlik, vergi ve hizmetlerin koordinasyonu gibi genel ve zorunlu hizmetlerin dışında kalan merkezi idare görevleri, belli bir programla illere ve mahalli idarelere devredilecektir.”[3]

DEVA Partisi, ademimerkeziyet konusunda demokratikleşme, iktisadi ve siyasi istikrar vurgusu yapıyor. DEVA Partisi’ne göre, “kaynakların yerinde, verimli ve etkin kullanılabilmesi, demokratik temsilin geliştirilmesi ve demokratik kültürün derinleştirilmesi için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bir zorunluluktur. Ülkemizin iktisadi ve siyasi istikrarını kuvvetlendirmek için yerel yönetimler alanında doğru adımlar atılması gereklidir.”[4]

Gelecek Partisi demokrasi ve ekonomi vurgusu yaparak yerelleşmeyi ve yerinden yönetimi savunuyor. Parti’ye göre, “sıhhatli, verimli ve sürdürülebilir bir merkezi yönetim için etkin bir yerelleşme ve yerinden yönetim Türkiye’nin acil ihtiyaçlarından.” Hem demokrasi hem de ekonomi alanında ilerlemenin sağlanması için “tam demokratik bir kamu yönetimine ve yerinden yönetime” ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılamak için, Gelecek Partisi’ne göre, “demokratik ve rasyonel yaklaşım çerçevesinde” kamu idaresinde reform yapılmalı ve yerel yönetimler güçlendirilmelidir.[5]

Son olarak, Demokrat Parti de demokrasi, kalkınma ve modernizasyon/rasyonalizasyon vurguları yaparak yerel yönetim reformu öneriyor. Parti programına göre, “Yerel yönetimler ile ilgili düzenlemede görev ve fonksiyonlar yeniden değerlendirilecek, faaliyetlerde merkeziyetçilik yerine yerellik ilkesi ve bürokratik zihniyet yerine demokratik yaklaşım hâkim olacak”, “merkezi yönetim bütçe ve fonlarından aktarım yerine, yerel yönetimlerin kendi kaynaklarını oluşturmaları için gereken yasal düzenlemeler gerçekleştir(ilecektir).”[6]

Yukarıdaki tabloya bakıldığında, Saadet Partisi dışındaki partiler ademimerkeziyet ve güç paylaşımı konusunda sınırlı bir çerçeve sunuyor. Bununla birlikte, ademi merkeziyet konusunda siyasi ve toplumsal müzakere ve mutabakat inşası için asgari şartların mevcut olduğu söylenebilir.

Suriye’de kapsayıcı barış siyaseti

İç siyasette ademimerkeziyet ile demokratikleşme ufku güçlendirilirken, dış siyasette Suriye’de kapsayıcı bir barışı destekleyecek bir siyaset Kürt meselesinde asgari çözüm imkânı sunabilir. Yaygın kanaatin aksine, sorun hızla çözüm yoluna girebilir ve şiddet meselesini arkada bırakabiliriz.

Suriye’de bir yandan siyasi barışın sağlanmasını, öte yandan Kürtlerin yeni siyasi ve ekonomik yönetime katılımını destekleyen bir dış siyaset, halihazırda risk olarak görülen Suriye’nin Kürt meselesini, Türkiye için bir çözüm kaynağına dönüştürebilir. Daha açık bir ifadeyle, Suriye’de kapsayıcı bir barış PKK/KCK’nin silahsızlanmasının önünü açabilir. PKK Türkiye’de silahlara veda ederek, Suriye sahasına çekilebilir, Suriye Demokratik Güçleri’ne katılarak kendisini feshedebilir. Irak Kürdistan Bölgesi ile zaman içinde siyasi ve ekonomik alanda ilişkilerini geliştiren Türkiye, benzer bir ilişkiyi Rojava ile de geliştirebilir.

Yukarıdaki senaryo bugün birçok kişiye uzak gelebilir. Bununla birlikte, söz konusu senaryo 2013-2015 Çözüm Süreci’nde gerçekleşebilirdi. Hem iç siyasette hem de bölgedeki gelişmeler söz konusu seçeneği ortadan kaldırdı, aktörlere yeni yollar, yeni seçenekler sundu. Analizi bu yazının sınırlarını aşan birçok faktörden öteye çözüm ufkunu kaybettik. Bununla birlikte, söz konusu senaryo hâlâ çözüm potansiyelini taşıyor.  

Son olarak, bugün Türkiye’nin en büyük meselelerinden biri haline gelen sığınmacılar meselesinin çözümü de Suriye’de kapsayıcı bir barış olmadan mümkün değil. Türkiye’nin istikrarı komşularının istikrarına bağlı. Suriye’de iç savaş ve toplumsal çatışma devam ettikçe Türkiye’nin kalıcı bir istikrara kavuşması mümkün değil. Bu anlamda sığınmacılar meselesinin çözümünde yol almak istiyorsak, söz konusu meseleyi Kürt meselesinin hem sınır içi hem de sınır ötesi boyutlarıyla birlikte düşünmekte fayda var.


[1] Çiçek, Cuma, Kürt Meselesi ve Siyasi Barış Bağlamında Güç Paylaşımı ve Ademi Merkeziyet, İstanbul: Hafıza Merkezi, 2021, ss. 121-123. https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2021/10/GucPaylasimiveAdemiMerkeziyet.pdf

[2] İYİ Parti, Milletimizle Sözleşme, Ankara: İYİ Parti, 2018, s. 33. https://iyiparti.org.tr/assets/pdf/secim_beyani.pdf.

[3] Saadet Partisi, Parti Programı, Ankara: Saadet Partisi, 2019, s. 35. https://saadet.org.tr/upload/file/992649b84c8d390c3ba07fdb6c403965.pdf

[4] DEVA Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi Programı, Ankara: DEVA Partisi, 2020, s. 30. https://cdn.devapartisi.org/14/DEVA-PARTI%CC%87SI%CC%87-PROGRAMI2.pdf

[5] Gelecek Partisi, Program, Ankara: Gelecek Partisi, 2019, ss. 51-3. https://gelecekpartisi.org.tr/uploads/kurumsal/Gelecek_Partisi_Program.pdf

[6] Demokrat Parti, Demokrat Parti Programı, Ankara: Demokrat Parti, 2021, ss. 34-5. https://www.dp.org.tr/storage/DP.Yeni.Program.pdf