Başlıktaki cümle, Çekmeköy’de atık kâğıt işçiliği yapan Nursu’ya ait. Derin Yoksulluk Ağı’nın günlük ve güvencesiz çalışmaya ilişkin yapmış olduğu görüşmelerde söylüyor: “Doğru düzgün çöplerden bir şey çıkmıyor artık. Belediye topluyor zaten. Ee sana ne kalıyor? Bu sefer de geçimimizi sağlayamıyoruz. Çöpte hayat bitti artık.”
Yoksulluk, en yapısal insan hakkı ihlallerinden biri. Temel insan hakkı olarak verili kabul ettiğimiz her bir hakkın gerçekleştirilmesinin, hak sahipleri tarafından kullanılmasının önüne geçiyor. Çünkü yoksulluk meselesi bir insan hakları meselesi olarak görülmediğinde, yani onu tekil, bireysel ve ekonomik bir durumun sonucu olarak tarif ettiğinizde, diğer bütün hakları kategorik olarak inkâr etmek gerekiyor. Gıda hakkı, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, barınma hakkı, insan onuruna uygun yaşama hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı diye sıralanıp giden o temel haklar dizgesinin yani bizzat yaşama hakkının bir boş göstereni yoksulluk. Bunun türlü çeşitli yüzlerini hepimiz yaşıyoruz: Kadın yoksulluğu, regl yoksulluğu, işçi yoksulluğu, gıda yoksulluğu, bölgesel yoksulluk, eğitim yoksulluğu gibi. En özel görünümlerinden biri çocuk yoksulluğu. Çocuk yoksulluğu, beslenme, barınma, temizlik, eğitim haklarından yoksun olan çocukların yaşadığı bütüncül bir hayat yoksunluğu aslında.
TÜİK’in bile 2020 yılında yayımladığı Çocuk İşgücü Verileri, Türkiye için derinleşen bir çocuk yoksulluğu sorununu ortaya çıkarıyor. TÜİK’e göre bile çocuk işçilerin %35’i eğitimine devam edemiyor. Buradaki yaş aralığı 5-17 yaş. Bile biliyorum, çünkü bunun asgari bir oranı yansıttığını biliyoruz. Türkiye’de verilerin devlet kontrolünden ve tahribatından geçmeden yayımlanamadığını bildiğimiz gibi. İstatistik oluşturmayı devlet dışındaki kurumlara yasaklayacağı söylenen yasa çalışması bunun için yok muydu? Nitekim DİSK Genel İş Emek Araştırmaları Bürosu tarafından yayımlanan bültende de Türkiye’de aslında 1 milyonun üzerinde çocuk işçi olduğu söyleniyor.
12 Haziran, Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü. Çocuk işçiliğiyle mücadele, çocuk yoksulluğunu da içine alarak yapılan bir mücadele. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi’nin Mart 2022’de yayımlanan raporu, çocuk yoksulluğu bağlamında Türkiye’ye bir parantez açmıştı. Rapor ülkelerin analizini yaparken, Türkiye’deki aşırı büyümenin bu çocukları asimetrik olarak etkilediğini, büyümeden her kesimin eşit şekilde pay alarak çıkmadığını, aksine servet paylaşımının eşitsiz ve dengesiz yapıldığının gözlendiğini söylemişti. Bu aşırı büyüme endeksli ekonomi politiğinden en büyük zararının, çocukları aşırı ve derinleşen bir yoksulluğa itmesi olduğunu not ederek. Bu raporların sağlamasını Türkiye yapıyordu zaten. Hazine ve Maliye Bakanı da o utanç verici cümleyle raporların doğruluğunu ikrar etmiyor muydu?: “Bu sistemden dar gelirliler hariç herkes kâr ediyor.”
BM Dünya Gıda Programı’nın açlık haritası Hunger Map Live de 9 Mayıs’ta güncellendi. Türkiye, orta riskli ve istikrarlı olarak görülüyor çünkü aşırı büyüme desteklenirken, risk artarak devam ediyor. Bugün bu ülkede, yani dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birinde (!) açlık haritasını konuşuyoruz. Çünkü bugün o haritanın içinde yaşıyoruz. Çünkü bugün, o harita her dakika güncelleniyor.
Halbuki gıda, barınma, konut, eğitim, sağlık hakkı yani nasıl yaşayacağımızı belirleyen, en temel hak olan yaşama hakkına içeriğini kazandıran haklar, bunlar birer lüks değildir. Vazgeçilebilir, feda edilebilir, birileri lehine terk edilebilir haklar değillerdir. Derinleşen yoksulluk, insanları yaşamın her bir kalemini silmek zorunda bırakan, en sonunda onları açlık sınırına doğru iten bir haleye bürünüyor. Çağla Geniş’in İlkses Gazetesi’ndeki özel haberini hatırlayalım: “Yoksulluğun çocuk yüzü: Boş beslenme çantaları!” Yani “Hiç yoktan iyidir diye pet şişesine su dolduruyorum, yanına su koyuyorum.” diyen o anne. Kadınların ve çocukların, hiç yoktan iyidir bir hayata terk edilmesinin sorumluluğunu, yoksulluğu sadece bir ekonomi meselesi olarak görüp savuşturamazlar değil mi? Yoksulluğun bir ekonomi değil, bir politika ve eşitlik meselesi olduğunu görmek zorundalar. Hacer Foggo söylemişti: “Aç çocuğun okulu bırakma ihtimali, tok çocuktan daha yüksek.” Gıdanın sadece karın tokluğuyla ilgili bir mesele olmadığını, karın tokluğunun bizzat yaşamla ve çocuklar arası eşitlikle ilgili bir mesele olduğunu anlatıyordu bu cümle.
Çocukların derinleşen yoksulluğu, bir neslin siyasal pazarlıklar uğruna terk edildiği ve kaybedildiği bir ülkeyi yaratıyor. Bu uyarıyı yine Hacer Foggo yapmıştı: “Şu andaki en önemli sorunumuz bu, bir nesil bütün bu sorunlar apaçık ortadayken yapılması gerekenler belliyken kaybediliyor.” Yani çocukların, yetişkinlere dönüşmesi meselesi. Bundan Aksu Bora da bahsetmişti, Çocuk Düşmanlığı’nı anlatırken. Kitabı çevirirken onu en çok etkileyen şeylerden biri olarak kitabın çocuk ayrımcılığını gösterme biçiminden bahsetmişti:
“Bir yandan da ayrımcılığa uğrayan diğer gruplardan farklı olarak, çocuklar yetişkinlere dönüşüyorlar ve çocukluklarında karşılaştıkları ayrımcılığı yeni formlar içinde, yeniden üretiyorlar. Benim için kitabın en dikkate değer tezi buydu: Ayrımcılık ile kuşaklar arasında kurduğu karmaşık bağlantılar.”
Bu bağlantıların, çocuk işçiliği, çocuk açlığı, çocuk istismarı ve çocuk yoksulluğuyla bir ilişkisi elbette var. Üstelik bu bir nesli kaybederek ilerleyen yani durdurulamazsa, geri dönüşü olmayan bir süreç. Çünkü başlangıçta söylediğim gibi, yapısal ve sistematik. Her geçen gün yeniden üretilen bir ayrımcılık biçimi olarak çocukları yani en kırılgan grubu katbekat etkiliyor. Hannah Arendt ayrımcılığın nasıl sadece kendinde bir ihlal değil, ayrıca bir silah olduğunu anlatırken söylemişti: “Çünkü toplum, ayrımcılığın insanları kan dökmeden öldürebilen sosyal bir silah olduğunu keşfetti.”
Toplum bunu keşfettiğinden beri, her gün çocuklar hiç yoktan iyidir bir hayata terk ediliyor. Yine Hannah Arendt, bir tür öfkeden bahsetmişti.[1] Bu öfkenin bir biçiminin, dünyayı açığa çıkarıp ortaya serdiğini söylemişti. Belki de bu tip bir öfkeyi seferber etmek gerekiyordur, çocuk işçiliği ve çocuk yoksulluğuyla mücadele ederken, bunun bir tür çocuk düşmanlığı ve ayrımcılığı olduğunu yüksek sesle söylemek.
12 Haziran, Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü demiştim, belki buradan doğru düşünmeye başlamak, mücadelenin henüz başlangıç kelimesidir.
[1] Hannah Arendt, Karanlık Zamanlarda İnsanlar, İletişim Yay., 2022.