Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm
Murat Belge

Engels bu ayrımı yaptığı kitabını 1880’de yazdı. Savunduğu temel tez şöyle özetlenebilir: sanayileşme ve kapitalizmin insanlığa yararlarının çok ötesine varan kötülükleri karşısında birçok düşünür, adına genel olarak “sosyalizm” denilen bir düzen kurmayı düşündüler. Ne var ki, ne kapitalizmin ne olduğu, ne sosyalizmin ne olması gerektiği ne de birinciden ikinciye geçmenin yollarının ne olacağı konusunda gerçek bilimsel bilgiye dayanan teorik yaklaşımlar kuramamışlardı. Bunu yapan Karl Marx olmuştu. Dolayısıyla adil bir toplumda yaşamak isteyen insanlar bundan böyle “bilimsel sosyalizm”in (bu aynı zamanda “Marksizm” demekti) bayrağı altında savaş vermeliydi.

Owen, Saint-Simon, Fourier v.b., onun “ütopik” diye sınıflandırdığı düşünürlerin aslında “bilimsel” olduğunu savunacak değilim. Sosyalizmin, olacaksa, her konuda, her sorunda bilimin yol göstericiliğini de tartışmam. Gene de Engels’in bu oldukça kesin ayrımını doğru bulmuyorum.

En başta, “ütopizm” ille de olumsuz bir şey değil ve kiminki olursa olsun her tür sosyalizmin içerdiği bir ütopya dozu vardır ve olmalıdır. “Sosyalist toplum” dediğimiz nesne, birtakım mühendis hesaplarına dayanarak inşa edeceğimiz (ister istemez “tek”) bir bina değildir. Sosyalist toplumlar, birtakım temel değerleri paylaşmanın ötesinde, kendi tarihlerinden gelen farklılıklara göre aralarında farklılaşabilir de. Oysa Engels ortaya bir model koyuyor. Burada birinin ötekine “Senin yaptığın ‘bilimsel’ değil diyerek engel olmasına varacak bir kapı açıyor. Oysa bilim denen şeyin kendisi, tanımı gereği, her zaman “revizyon”a açık olmalı.

“Bilimsel” olduğunu iddia ettiğimiz, birilerinin bir yerlerde yazmış olduğu bir ya da birçok metinde söylenenlerin söylendiği şekilde gerçekleşmesi değil sosyalizm; bilgisayarın bize gösterdiği gibi, “feed-back”e ihtiyacımız var.” Bir şey yaptık. X sonucunu aldık; bunun bizim amaçladığımız şeyi başaran ögeleri var, ama önceden göremediğimiz ve o amaçlara ters düşen ögeleri de var. En yalın örneğiyle, “sosyalist toplum düzeni” işçi sınıfını mutlu edecek inancıyla yola çıktık. Böyle koca bir çağ yaşadık. Derken bir gün geldi, hiç de mutlu olmadığını gördük. Bizim yaptıklarımızın nerede işlemediğini ya da farklı tepki yarattığını da görmedik ve zaten araştırmadık. Çünkü elimizde öyle bir metin ve bizim o metin hakkında bir değerlendirmemiz vardı. Bunlardan şaşmadık. Onlardan şaşmayınca sonuçtan fena şaşırdık.

1880 dedikti. “Bilim” dünyayı değiştiriyordu. Bilimin dediği doğruydu. Yalnız Marksizm ve Marksistler değildi bilimden “bilim” kavramıyla çelişen mucizeler bekleyen. “Pozitivizm” oluşmuştu. Fizik-kimya v.b., yöntemlerini uygulayınca toplumun sorunlarını da hem anlıyor, hem de çözüyorduk. Bu inanç bizim buraya da “En hakiki mürşit ilimdir” sloganıyla geldi. Benim derdim “bilim”le değil, kullanımıyla. Bir “otorite” geldi, “Bu böyledir, böyle olduğunu söyleyen de bilimdir” dedi. Ne yapacağız? Bilim olduğu nereden belli, varolan sorunun bilimsel bir açıklaması ve çözüm yöntemi olduğu nereden belli? “Peki” deyip boyun eğecek miyiz kendinden-menkul “bilimsel otorite”ye?

Engels, sosyalizme yanyana yürüyeceklerini umduğu işçi sınıfına işin “doğrusunu” anlatmak istiyordu. İşçiler, koca kapitalist düzen karşısında güçsüzdüler. Engels onlara tarihin onların yanında olduğunu göstermek istiyordu. Tarih, varlığın düzeni (diyalektik) kararını vermişti. Şimdi iş işçi sınıfının vereceği mücadele kararına kalmıştı.

İnsan toplumu buraya doğru yürümek zorundaydı. Tabii bunu söylemek, tarihin bir amacı olduğunu iddia etmek anlamına da geliyordu — yani “teleoloji” dediğimiz ilke.

Başka bir bağlamda tartışılıyor olsa Engels böyle bir felsefeye karşı çıkardı diye tahmin ediyorum. Ama burada itiraz etmiyordu. Onun bu tavrı, Marksizm’in pozitivizme kaymasına yol açtı. Bilim, birçok “Marksist”in elinde ve dilinde fetişleşti. İki kere “altyapı/üstyapı” deyince doğruyu söylemiş oluyordun. Bilim senden yanaydı.

O tarihlerde bu konular üstüne konuşan birçok kişinin sorunlara Marx’tan daha derin ve kapsamlı bir vukufla baktığını ve analiz getirdiğini söylemiyorum — en azından benim okuduğum “literatür”de böyle bir şeye rastlamadım. Bilim iyidir, şüphesiz; ama bilimin bize vereceği bizim bilime verdiğimizden çok başka ya da çok farklı değildir. Yani biz bilime aptalca bir soru soruyorsak ya aptalca bir cevap alırız ya da cevap almayız. Kullandığım bilgisayar çok işime yarar, inanılmaz zaman kazandırır v.b. Ama beni olduğumdan daha akıllı yapmaz.