Bir önceki yazıda “Kürt meselesinde geleceğe dönük bir ufuk inşasının kapısı biri iç diğeri dış siyasette iki alanda açılabilir. İç siyasette demokratikleşme perspektifini ademimerkeziyet ile derinleştirme, dış siyaset kapsamında ise Suriye’de kapsayıcı bir barış inşası siyasetini destekleme şeklinde olabilir,” diye yazmıştım. Bu yazıda, Kürt meselesinin çözümünde asıl belirleyici olan iç siyaset boyutunu biraz daha detaylandırmak istiyorum.
Ademimerkeziyet, Türkiye’nin tarihsel Kürt meselesinin çözümünü, ülkenin üç büyük sorunuyla ilişkilendirerek, herkes için kapsayıcı bir çözüm sunabilir. Bu üç büyük sorunun ilkini demokratikleşme, ikincisini kapsayıcı ve dengeli gelişme, üçüncüsünü ise kamu idaresinin rasyonalizasyonu ve modernizasyonuyla kamu hizmetlerinde iyileşme oluşturuyor. Kürt meselesinin ademimerkeziyetçi çözümü yıllardır canımızı yakan bir sorunu geride bırakmaktan öteye herkes için daha iyi bir gelecek inşasını mümkün kılabilir.[1]
Önceki yazıda, ademimerkezileşmenin, dikey düzlemde merkez ile yerel/bölgeler arasında bir denge ve denetleme mekanizması inşası, siyasetin yerelleşmesi, siyasal katılımın güçlendirilmesi ve yerel ölçekte siyasi rekabetin ve çoğulculuğun artırılması yoluyla ülkedeki demokratikleşme arayışlarını güçlendireceğini iddia ettim.
Kapsayıcı ve Dengeli Gelişim
Demokratikleşmenin yanı sıra, ademimerkezileşme ülke genelinde daha kapsayıcı ve dengeli gelişme sağlayabilir. Türkiye’de iller ve bölgeler arası gelişmişlik farkı sorunu Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan bir geçmişe sahip. 1932 yılında hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’na kadar uzanan tartışmalara ve sayısız planlama girişimine rağmen, iller ve bölgeler arası gelişmişlik farkı –çok fazla konuşmasak da– bugün ülkenin en büyük sorunlarından biri.
Bölgesel eşitsizliği birçok gösterge üzerinden takip etmek mümkün. Burada sadece en güncel hali ortaya koyan bir rapora yer verelim. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Kalkınma Ajansı Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2022[2] araştırmasında demografi, istihdam ve sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, finans, rekabetçilik, yenilikçilik ve yaşam kalitesi olmak üzere sekiz alanda toplam 56 değişken dikkate alınarak 81 ilin 973 ilçesi sosyoekonomik gelişmişlik seviyesine göre sıralanıyor ve 6 grupta sınıflandırılıyor.
Birinci derece gelişmiş ilçe sayısı sadece 67. Bu, toplam ilçe sayısının yaklaşık yüzde 6,89’una denk düşüyor. Bu ilçelerin 36’sı Marmara Bölgesi’nde, 13’ü Ege Bölgesi’nde, 9’u İç Anadolu Bölgesi’nde, 5’i Akdeniz Bölgesi’nde, 2’si Karadeniz Bölgesi’nde bulunuyor. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise sadece birer ilçe bulunuyor. Birinci derece gelişmiş ilçeler toplam ilçe sayısına göre çok sınırlı bir orandayken, bu ilçelerde yaşayan nüfus 2020 yılı verilerine göre yaklaşık 25,3 milyon kişi ve bu sayı toplam nüfusun yüzde 30,2’sine denk düşüyor.
İstanbul’un 39 ilçesinin 29’u, İzmir’in 30 ilçesinin 10’u, Ankara’nın 25 ilçesinin 5’i ve Antalya’nın 19 ilçesinin 3’ü bu kademede yer alıyor. Yani, birinci kademe gelişmiş 67 ilçenin %70’i sadece bu dört büyükşehirde bulunuyor. Daha açık bir ifadeyle mesele sadece bölgeler arası eşitsizlik sorunu değil, aynı zamanda her bir bölgede bulunan iller ve ilçeler arasında devasa bir eşitsizlik var ve esasen ülke kaynakları büyük oranda çok sınırlı sayıda ilimize yığılmış durumda.
Rapordan birkaç alıntı yapalım (s. 39-40):
Ülkemizin sanayi ve hizmetler sektörlerinde öne çıkan ilçelerin büyük çoğunluğu birinci kademe gelişmiş ilçeler içerisinde yer almaktadır.
İktisadi hayatın gelişmişliği bu ilçelerde finansal değişkenlerde yüksek değerleri beraberinde getirmektedir.
Ekonomik göstergelerdeki yüksek değerlerle birlikte bu ilçelerin temel altyapısının önemli oranda tamamlanmış olduğu, bu çerçevede eğitim, sağlık ve yaşam kalitesini temsil eden değişkenlerde diğer ilçelere göre yüksek değerlere sahip olduğu görülmektedir.
Birinci derece gelişmiş ilçe sayısı toplam ilçe sayısının sadece yüzde 6,89’unu oluştururken, nüfus oranının yüzde 30,2 olması Marmara ve Ege bölgelerine, esasında İstanbul ve İzmir şehirlerine dönük ülkenin dört bir yanından on yıllardır durmadan süren göç hikâyesinin nedenini özetliyor. Yukarıdaki rakamların açıkça gösterdiği üzere göç veren yöreler de esasen en az gelişmiş olan, yani altıncı kademe gelişmiş ilçeler.
Altıncı kademe gelişmiş ilçe sayısı 121, toplam ilçe sayısının yüzde 12,43’ü. Doğu Anadolu Bölgesi’nde 49, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 41, Karadeniz Bölgesi’nde 15, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde 8’er ilçe altıncı kademe gelişmiş ilçeler içerisinde yer alıyor. Ege ve Marmara bölgelerinde altıncı kademe gelişmiş ilçe bulunmuyor. Fark edileceği üzere en az gelişmiş ilçelerin 90’ı, yani yüzde 74,38’i Kürt illerinde bulunuyor. Altıncı kademe gelişmiş ilçelerin toplam nüfus oranı 2020 yılı itibariyle 3,3 milyon sevisinde ve toplam nüfus içindeki oranı yüzde 3,9.
Ülke kaynaklarının mekansal açıdan daha dengeli dağılımı ve daha eşit bir kaynak bölüşümü için ademimerkezileşme yeni bir yol açabilir. Yüzyıllık merkeziyetçi idari ve siyasi yapının bizi getirdiği nokta ortada. Uzun bir tartışmayı gerektirse de, özetle, ülkenin aşırı merkeziyetçi idari ve siyasi yapısı ile kaynakların belli merkezlerde kümelenmesi/merkezileşmesi arasında doğrudan bir bağ var.
Kamu İdaresinin Modernizasyonu ve Rasyonalizasyonu
Demokratikleşme, kapsayıcı ve dengeli gelişmenin yanı sıra, ademimerkeziyet üçüncü olarak kamu idaresinde bir modernizasyon ve rasyonalizasyon sağlayarak eğitim, sağlık, barınma, gıda, tarım, hayvancılık, sanayi, enerji, ulaşım, iletişim gibi alanlardaki temel kamu hizmetlerinde erişebilirliği ve niteliği artırabilir. Yerel kaynakların yerel gelişim için kullanıldığı, gelişmiş alanlardan az gelişmiş alanlara tersine kaynak transferinin gerçeleştirildiği yeni bir kamu idaresiyle Türkiye’de daha adil ve herkes için daha erişilebilir bir hayat kurmak mümkün hale gelebilir.
Kuşkusuz kamu idaresindeki modernizasyon ve rasyonalizasyon herşeyden önce kaynak bölüşümünü yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Yüzyıllık hikayede ülke kaynakları sürekli İstanbul ve İzmir merkezli olarak Marmara ve Ege Bölgesi’ne aktı. Örneğin, bugün ülke coğrafyasının sadece yüzde 0,7’sini oluşturan İstanbul’da toplam nüfusumuzun ortalama beşte biri, ülke kaynaklarının ise üçte biri yığılmış durumda. İstanbul, İzmir başta olmak üzere ülkenin sınırlı sayıdaki metropol kenti bir yandan ülkenin büyük çoğunluğunun kaynaklarını emerken ve bu alanları geride bırakırken, öte yandan bu metropollerdeki hayat kalitesi de büyük oranda düşmüş ve bu şehirler yönetilemez alanlara dönüşmüş durumda. Ulaşım sorununun yanı sıra, temiz su kaynaklarına erişim, gıdaya erişim, katı ve sıvı atıkların yönetimi gibi hususlar tek başına mevcut gidişatın değiştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Olası bir İstanbul depreminin ülke genelinde yaratacağı yıkıcı etkiyi düşündüğümüzde çok geç kaldığımız bile söylenebilir.
Kuşkusuz böylesi bir dönüşüm ihtiyacının en önemli gerekçesini Türkiye’nin nüfus ve coğrafi büyüklüğü oluşturuyor. Özellikle büyük bir nüfusa ve coğrafyaya sahip ülkelerde, merkeziyetçi yönetim modelleriyle yerellerin ihtiyaç ve taleplerini belirlemek, sorunlarını doğru tespit etmek ve bunların çözümlerine dönük eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi kamu hizmetlerinin sunumunda etkinlik ve verimlilik sağlamak zor, çoğu durumda imkansız. Ankara’nın aynı ayda hem yirmi milyona yakın nüfusa sahip İstanbul gibi bir tür “şehirler-yığınını” hem de Dersim gibi nüfusu 100 binin altında, kırsal alanın yaygın olduğu şehirleri aynı perspektifle ve yöntemle idare etmesinde yönetsel rasyonalitenin bulunmadığı açık. Bu yönetsel irrasyonalitenin bedellerini en son Kovid-19 pandemi döneminde zaten yitirdiğimiz canlarla ödedik.
Bu konuda Türkiye mevzuatına da kısmi olarak yansıyan ancak hayata geçirilmeyen “yerindenlik” ilkesini hatırlamakta fayda var. AB ülkelerinin temel yönetsel ilkesi olan kamu hizmetlerinin hizmetten faydalanan yurttaşlara en yakın idari birim tarafından sağlanması ilkesi anlamına gelen “yerindenlik”, demokrasi, katılım, yerellik, şeffaflık, hesap-verebilirlik, çoğulculuk gibi ilkelerin yanı sıra daha rasyonel ve modern bir kamu idaresinin inşası gerekçesine de dayandırılır.
İyi bir kamu idaresi bir yandan yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası ölçekte dikey ağları, bununla birlikte her bir ölçekte kamu, özel sektör ve gönüllü kuruluşları ile yurttaşları içeren yatay ağları örmek ve yönetmeyi gerektirir. Yerel aktörlere dayanan ve onlara daha fazla alan açan, kapsayıcı, aşağıdan örgütlenmeye dayalı bir kamu idaresi, insani, maddi ve bilgi-temelli farklı kaynakları mobilize etmeyi ve farklılaşmış aktörler arasında işbirliği ve ortaklık kurmayı kolaylaştırır. Daha fazla katılım ve çoğulluk olanakları yaratarak çeşitliliği ve yeniliği geliştirir. Aynı zamanda yerel ölçekte farklı çıkar grupları arasında bir tür denge-denetleme mekanizması sunarak kamusal denetimi ve güç paylaşımını mümkün kılar.
Ademimerkeziyet modern ve rasyonel bir kamu idaresinin iki temel özelliğinin gelişimini sağlar. İlk olarak, kamu idaresini esnekleştirerek hem yerel hem de ulusal, ulus-ötesi ve uluslararası ölçekteki ekonomik, siyasi, kültürel, çevresel ya da teknolojik değişimlere uyum sağlamayı sağlar. Söz konusu alanlarda meydana gelen sürekli değişimlerin yarattığı belirsizliklerle baş etmeyi kolaylaştırır. Daha da önemlisi merkeziyetçi yönetimin dayandığı tekbiçimli idari yapıları dönüştürerek yerel şartlara uyumlu özgün idari yapıların kurulmasını sağlar, operasyonel kapasiteyi büyütür.
İkinci olarak, kamu idaresini yerelleştirerek değişen çevre ve sebep olduğu sorunlar karşısında yerel ölçekteki farklı kaynakları mobilize etmeyi, genel çözümlerin yanı sıra özgün/yerel çözümler üretmeyi de sağlar, hem yerelde hem de ülke genelinde çeşitliliği ve yenilikçiliği besler.
İyi bir eğitime erişmek için bugün gençlerimiz hâlâ İstanbul, İzmir ve Ankara’ya gitmeye devam ediyor. Ciddi bir sağlık sorunu olan yurttaşlarımız nitelikli sağlık hizmetlerine erişmek ve sağlıklarına kavuşmak için yine adı geçen illere gitmek zorunda kalıyorlar. Türkiye tarımını ve gıdasını hızla kaybediyor ve kırdan kentte dönük göçün de adresi çoğunlukla metropoller. İyi yaşam şartlarına kavuşmak, çalışma olanaklarını iyileştirmek ve genişletmek için toplum olarak sürekli göç halindeyiz.
Bekir Ağırdır’ın altını çizdiği üzere 1975 yılından bu yana 30 milyona yakın kişi daha iyi bir hayat için yaşam alanını terk etti. Bu toplam nüfusun yüzde 40’ı, yetişkin nüfusun ise yarısından fazlası demek.[3] Bu büyük göçün adresi de esas olarak İstanbul ve İzmir merkezli olarak Marmara ve Ege bölgeleri oldu. Bu durum tek başına merkeziyetçi idari ve siyasi yapının ve yaratmış olduğu ekonomik yapının başarısızlığını ortaya koyuyor, idareyi değiştirmenin zamanının geldiğini gösteriyor.
[1] Çiçek, Cuma, Bu konuya dair ayrıntılı bir analiz için bkz.: https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2021/10/GucPaylasimiveAdemiMerkeziyet.pdf, erişim tarihi: 17 Haziran 2022.
[2] Rapor bakanlığın internet sitesinde erişime açıktır. Bkz.: https://www.sanayi.gov.tr/merkez-birimi/b94224510b7b/sege/ilce-sege-raporlari, erişim tarihi: 17 Haziran 2022.
[3] Ağırdır, Bekir, Hikayesini Arayan Gelecek, İstanbul: Doğan Kitap, 2022, s. 274-278.