Sol Üzerine (3)
Erdoğan Özmen

Kendimizi kararlarımızda, seçimlerimizde, yargı ve eylemlerimizde -ne eksik ne fazla, ne isek o olarak- tanımayı ne çok isteriz. Tümünün rasyonel ve bilinçli faili olarak temsil etmeyi kendimizi. “İşte ben” demeyi. Demek daima, sanki kendimize bütünüyle saydammışız gibi davranmak isteriz. Kendimizle tam bir özdeşlik içinde olduğumuza, yekpare bir bütün oluşturduğumuza, varlığımızın tam bir tutarlılık içinde olduğuna ve buna göre yaşadığımıza inanmak isteriz. Kendimiz olduğumuza, kendimizin efendisi olarak hayatımızı kontrol ettiğimize. Ama, bir körlüktür bu, bir yanılsamaya/aldanışa teslim olmak, kendimizi kandırmaktır. Arada bir yerdeyizdir çünkü. Fazlalıkla eksiklik, bağımlılıkla özerklik, tatmin/haz ile hüsran/yoksunluk, kayıp ile kavuşma, ayrılma/uzaklaşma ile bütünleşme/kaynaşma arasında bir yerde. Bilememenin, şaşkınlığın, sarsılarak fark etmenin kıyısında. Bir türlü yeterli gelmeyen, yerini bulamayan kelimelerin, bulanık hatıra ve imgelerin, belirsizliklerin, izlerin, izlenimlerin okyanusunda, muallakta.

“Muallakta olmak, soluğunu tutmaktır. Ve pürdikkat bakmaktır, şeylerin mevcudiyetinde kendini sana sunana, öylece orada olana”[1]

Bazen de akıl yürütmemizin sekteye uğradığı, mantıklı düşüncemizin rayından çıktığı ve çelindiği, yapıp ettiklerimizin peşinden sürüklendiğimiz, anlamadığımız/benliğe yabancı güçlerin esiri olduğumuz, baştan çıktığımız, ayartıldığımız, çılgınca davrandığımız yerdeyizdir. İnsanlığın en kadim meselesinin, suçun/suçluluğun mahallinde. Biz değilizdir ama, suçlu olan. Agamemnon gibi:

“..siz de, Argoslular, dinleyin beni,

anlayın sözümü her biriniz iyicene.

Akhalar sık sık söylediler bana bunu,

bana çıkıştılar, ama suçlu değilim ben,

Zeus, Kader, karanlıkta yürüyen Erinys

o toplantıda çeldiler aklımı,

düşürdüler kötü bir Çılgınlığa

aldığım gün Akhilleus’un onur payını.

Benim elimden ne gelirdi ki?

Tanrı getirir, her şeyin sonunu.

İnsanları şaşırtan Çılgınlık büyük kızıdır Zeus’un,

Uğursuzun inceciktir ayakları, basmaz yere,

konar insanların kafalarına, bela olur,

onu bunu alır ağının içine.”[2]

Psikanaliz böyle ortaya çıkmıştır: Zahmetsizce gözlenebilen, ortalık yerde bulunan tuhaf fenomenlerden, ve bunların anlamlarının ve motivasyonlarının sistematik bir biçimde incelenmesinden. “Öylece orada olana” pürdikkat bakarak.

                        ***

Belirli bir ruh halinden, Sol halet-i ruhiyeden söz ediyorum. Solun söylemini, kelimelerini, sloganlarını, tavırlarını derinden belirleyen bir zihniyet yapısından. Üzücü bir katılık ve sertliğin,  uzlaşmazlık ve tavizsizlik örtüsünün gerisindeki kaba bir yıkıcılık ve acımasızlığın, kendi fiili yetersizlik ve güçsüzlüklerini inkar etmeyi özgüvenli olmak sanmanın, mütemadiyen haklılığının teslim edilmesi, haklı çıkmak, haklılığını ilan etmek için bekleyip durmanın sol bünye/ruhsallıkla nasıl bir arada bulunabildiğinden. Dolayısıyla başkalarını dinlemeyi zül sayan, kibirli ve alaycı bir dille konuşmakta beis görmeyen, muhatabına seslenme derdi taşımayan, dahası muhatabının olup olmamasını umursamayan bir tavrın sebeplerinden. Kestirme değerlendirme ve cevaplarla, kendinden hep emin olmakla, tereddüt etmemekle, hazır reçetelerle, kesinliklerle dile gelen donmuş düşüncenin, düşünmeye lüzum bile görmemenin kaynaklarından.       


[1] Anne Dufourmantelle, Riske Övgü, Çev. Murat Erşen, Kolektif Kitap, 2021, s. 31.

[2] Homeros, İlyada, Çev. Azra Erhat/A. Kadir, Can Yayınları 17. Basım, 2004, s. 425.