Seçimin tam tarihini hâlâ bilmiyoruz ama yaklaştığını biliyoruz. Yaklaştıkça seçim üstüne sözlü ve yazılı “literatür” çoğalıyor, zenginleşiyor. Normaldir, yaklaştıkça “Ne olacak?” sorusu gitgide yayılıyor. Burada da böyle: anketler çoğalıyor, sıklaşıyor v.b. Ancak, “Ne olacak?” sorusunun yanısıra, daha erken tarihlerde pek fazla telaffuz edilmeyen bir başka soru da sorulmaya başladı: “Seçim olacak mı?” Bu sorunun belirli bir yaygınlaşma göstermesi şu sıralarda yapılan anketlerde görülen sonuçlarla bir paralellik içinde devam ediyor. Sözkonusu sonuçlar yirmi yıldır iktidarını sürdüren AKP açısından parlak görülmüyor. En başta “ekonomist” Tayyip Erdoğan’ın verdiği kararlarla altüst olmuş ekonomi, ama daha birçok sorun, partizanlık v.b., iktidar partisinin kuyusunu kazmaya başladı. Tayyip Erdoğan’ın sanırım çokça güvendiği “karizma” falan da bu seferinde, etkisini kaybetmiş, bu sınavda pek işe yaramayacağa benziyor. Yerel seçimlerde büyük kentlerde alınan sonuçlar bu tür tahminlerin başlıca desteği; ama anketler de istikrarlı bir yöneliş gösteriyor gibi.
AKP son analizde radikal bir parti. Türkiye’yi “iyi” yönetmek ve zenginleştirmekle tükenmiyor kendine biçtiği misyon. Aldığı Türkiye’den farklı bir Türkiye yaratma hedefini benimsemiş. Her radikal siyasi hareket gibi, eline geçirdiği iktidarı bilinmeyen bir süre bırakıp bildik şekilde muhalefet yapacak bir partiye benzemiyor. Yukarıda söylediğim sorunun yaygınlaşmasına yol açan da onun bu özelliği: “Bunlar bir kere ele geçirdiği iktidarı bırakır mı?” “Bırakmaz” demek Türkiye zıvanadan çıkacak demek. Anayasal düzen, her şey, tepetaklak gidecek demek. AKP ve yöneticileri bunu göze alabilir mi? Alır ve denerlerse bunu tutturacak güçleri var mı? Bu yazı çizi düzeyine fazla yansımıyor çünkü son derece netameli bir soru. Ama her yerde konuşulan, tartışılan konu da bu.
Ciddiye alınıp konuşulmasının nedenlerinden biri radikal AKP’nin, zaten tepeden tırnağa değiştirmek istediği Türkiye düzenine saygı duymuyor ve göstermiyor olması. İktidar olduğu andan itibaren bu parti kurulu düzenle uyuşamazlığının işaretlerini verdi — herhangi bir “kamuflaj” ihtiyacı duymadan. Bu işaretleri “sözü” ile verdi (“saygı duymuyorum” dedi v.b.) ama fiilen davranışlarıyla da verdi (AİHM hükümlerini uygulamayı reddederek, örneğin). Tabii ayrıca seçim sırasında davranışları v.b. sayılabilir. Mühürsüz pusulalar örneği var, İstanbul seçimini yenileme gibi örnekler var. AKP bu türden keyfiliğini her gün artırarak yoluna devam ediyor. Bu yönetim anlayışının da dediğim türden kuşkular ve kaygılar uyandırması normal.
AKP’ye karşı oluşmuş muhalefet cephesinde (Her yerde her zaman olduğu gibi) bu konuda nasıl konuşmak gerektiği konusunda da bir görüş ayrılığı oluşmuş durumda. Bir kesim diyor ki “Bunlar bir yolunu bulup iktidarda kalır inanışını yayarsanız karamsarlığı yaymış olursunuz, o zaman da ‘nasıl olsa gitmeyecekler’ diye birçok kişi sandığa gitmeyecektir. Onun için böyle konuşup karamsarlık yaymaktan vazgeçmelidir.” Hatta diyorlar ki, “Bu zaten iktidarın da yaymak istediği bakış ve yorum. Buna hizmet etmeyin.” Şimdi bu saçma bir görüş mü? Bence değil. Dedikleri gibi olabilir.
Ne var ki, “böyle bir şey olamaz” diye özetlenecek bir rahatlık da olmamalı. Dünyanın her yerinde seçimin güvenlik içinde yapılması için ne türlü tedbir varsa alınır, Türkiye’ye, Türkiye’nin şu andaki durumuna özgü bir şey değil bu. Ama şu şimdiki bağlamda önemli olan ve gerekli olan bu güvenlikten muhalefet adına sorumlu olanlar. Onların her bakımdan hazırlıklı olması gerekiyor. Herhangi bir aşamada gevşememeleri gerekiyor. Bütün ihtimalleri düşünmüş ve tedbirini almış olmaları gerekiyor. Bu ihtimaller arasında yasaları zorlayacak davranışların varlığı da sözkonusu.
Biz “düz seçmenlere” ise “yüksek katılım” gerekiyor. Karamsarlık ya da ne türlü olursa olsun seçime katılma hakkının kullanılmaması vicdani bir durum olarak anlaşılmalı. İktidar, bugüne kadar, yeniden kazanırsa ne yapacağını, nasıl davranacağını yeterince gösterdi. 2002’de bu yeni partinin nasıl davranacağını pek bilemiyorduk. Şimdi biliyoruz. Bütün kabul edilemez uygulamalarına rağmen bu iktidar kendine özgü yöntemlerle bir taban da edindi. Bundan böyle şapkadan neler çıkarabileceğini de bilmiyoruz ama çıkardıklarında şaşırmayacağız herhalde. Bu bakımlardan son derece önemli bir yol ayrımının eşiğindeyiz. Seçimi kazanmak gerek ama bence yalnız “kazanmak” da yeterli değil: seçimi açık farkla kazanmak gerekiyor. Son İstanbul seçimi uygun örnek.
“Yeni bir Türkiye”! Bu “yeni Türkiye’de benim de tuzum var” demek istiyorsak seçimi açık farkla kazanmamız gerekiyor.