Seküler Köprüler, Milliyetçi Bariyerler
Cuma Çiçek

Türk sokağının ve Türk siyasetinin seküler-milliyetçi bir dönüşüm sürecinden geçtiği bu dönemde Kürt meselesinin çözümüne dönük bir açılım potansiyeli var mı? Bir yandan sekülerleşmeye dönük toplumsal rıza genişlerken ve özellikle genç kuşak başta olmak üzere yeni toplumsal grupları içine alırken, bir yandan da farklı nüanslarla birlikte genişleyen, güçlenen bir milliyetçilik var. Sekülerleşme dalgası AK Parti sonrası olası demokratik dönüşüm sürecine Kürt itirazını katma potansiyeli taşıyor, bununla birlikte bu dalganın sınırlarını Türk milliyetçiliğinin dönüşüm kapasitesi belirliyor.

Kürt Siyaseti ve Seküler Köprüler

Bugün HDP’nin temsil ettiği ana-akım Kürt siyaseti seküler bir hareket. Çoğunluğu dindar-muhafazakâr Kürt toplumu içinden çıkan ve kitleselleşen bir hareket olarak rızaya dayalı seküler bir toplumsal dönüşümün başarılı bir örneği olarak değerlendirilebilir. Türk sokağındaki sekülerleşmeye kıyasla siyaset-toplum arasında görece daha barışık bir ilişki kurduğu da iddia edilebilir. Sosyalist bir gelenekten gelip dindar-muhafazakâr bir toplumsal yapı içerisinde hegemonik bir siyasi harekete dönüşmek örneği çok görülen bir durum değil.

Ana-akım Kürt siyasetinin seküler karakterinin kaynakları neler? Yusuf Ekinci Kürt Sekülerleşmesi: Kürt Solu ve Kuşakların Dönüşümü (İstanbul: İletişim, 2022) adlı kitabında Diyarbakır özelinde Kürt solunun yarattığı özgün sekülerleşme dalgasına odaklanıyor. Bununla birlikte, AK Parti yönetiminin oluşturduğu negatif referanslarla birlikte ortaya çıkan ve Kürt sokağıyla sınırlı olmayan “tepkisel sekülerleşmeye” işaret ediyor. Ekinci’nin altını çizdiği üzere 1990’lı yıllarda Hizbullah’ın ve yakın zamanda IŞİD’in de bu tepkisel sekülerleşmede göz ardı edilemeyecek bir etkisi var.

Ana-akım Kürt siyasetinin seküler karakterinde kuşkusuz Ekinci’nin dikkat çektiği “sol” nitelik belirleyici. 1970’li yıllarda Türkiye sosyalist hareketi içerisinde olgunlaşan ana-akım Kürt siyaseti zaman içerisinde bu siyasi gelenekten yollarını ayırdı. Hamit Bozarslan’ın ifadesiyle otonomlaşıp radikalleşti.[1] Bununla birlikte Türkiye solundan miras aldığı dine dönük ortodoks yaklaşım ana-akım Kürt siyasetinde 1990’lı yıllara kadar etkili oldu. Bu yaklaşım özetle dini arkaik, sosyo-ekonomik gelişmeyle birlikte zaman içinde ortadan kalkacak “gerici” bir olgu olarak değerlendiriyordu.

Bununla birlikte, kanaatimce ana-akım Kürt siyasetinin seküler niteliğinin ana-kaynağını “ulusal-kurtuluşçu” bir hareket olarak ortaya çıkması ve konudaki mirası oluşturuyor. Zira, sol-sosyalist niteliği olmayan ulusal kurtuluş hareketleri de bulunuyor. Irak’taki Kürdistan Demokrat Partisi hemen yakınımızda olan bir örnek. Öte yandan, ulusal hareketlerin seküler niteliğinin ana dinamiği kolektif kimliğin ana kaynağı olarak ulusun/milletin/halkın konulmasından gelir. Ümmetin yerini alan ulus, farklı dini kimliklere sahip üyeler arasında eşitlik ve dayanışma öngörür. Bu yeni kolektif kimlik mekânsal olarak da yurtta, paylaşılan-ortak toprakta ifadesini bulur.

Bu ortodoks yaklaşım 1990’lı yıllarda iki dinamikle birlikte dönüşmeye başladı. İlki, ana-akım Kürt siyaseti 1990’lı yıllarda hızla kitleselleşti ve dindar-muhafazakâr Kürt sokağıyla bu hızlı bütünleşme “zorunlu bir yüzleşmeyi” getirdi. Bu dönemde genel olarak din, özelde ise İslam, “devrimci” bir çerçeveden yeniden okundu. Bununla bağlantılı olarak, ikincisi, ulusal mücadelenin cephesini genişletmek için bir yandan Sünni Müslümanlara dönük kurumsal yapılanmalar inşa edilirken, bir yandan da Alevi ve Êzîdî Kürtlerin özgün örgütler kurması sağlandı.  Dinler arasında denklik kuran ve çoğunluğun yanı sıra Alevi ve Êzîdî dinsel azınlıklara da alan açan bu yaklaşım Kürt sokağında sekülerleşmeyi hem güçlendirdi hem de yaygınlaştırdı. Bu deneyimlerle birlikte, ana-akım Kürt siyaseti bir yandan tabanından öğrenirken ve dönüşürken bir yandan da tabanını dönüştürdü. Zorunlu yüzleşme ve cepheyi genişletme üzerine kurulu araçsalçı bir akılla yeniden yorumlanan din, ana-akım Kürt siyasetinde din konusunda “çatışmalı dönüşüm” süreci başlattı ve bu süreç bugün de büyük oranda sürüyor.

Ekinci’nin kitabında yer verdiği Kürt sokağındaki bir diğer önemli sekülerleşme dinamiğini, ana-akım Kürt siyasetinin toplumsal cinsiyet özgürlüğü söylemi ve toplumsal mobilizasyonu oluşturuyor. Din konusunda olduğu gibi toplumsal cinsiyet meselesindeki açılım da esas olarak ana-akım Kürt siyasetinin “sol” karakterinden ziyade ulusal-kurtuluşçu geleneğinden geliyor. Çoğu ulusal-kurtuluşçu hareket gibi ana-akım Kürt siyaseti de kadınları bir yandan ulusal kimliğin, dilin ve kültürün “koruyucusu” ve yeni kuşaklara “aktarıcısı”, bir yandan da “inşa edilen” modern ulusun “kurucusu” kılan bir rol biçti. Dinî gruplar gibi kadınlar da ulusal mücadeleyi büyütmenin özgün bir alanı olarak kodlandı. Bununla birlikte, Kürt Kadın Hareketi “ulusal özgürlük” çerçevesinde açılan alanları büyüttü, genişletti ve çeşitlendirdi. Din meselesindeki “çatışmalı dönüşüm” süreci toplumsal cinsiyet alanında çok daha sert yaşandı, yaşanıyor. Bugün Kürt Kadın Hareketi hem ideoloji-politika hem kurumsal yapılanma hem de toplumsal mobilizasyon alanlarında ana-akım Kürt siyasetinin kurucu/belirleyici bir bileşeni. Kadınların toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğü arayışları ulusal meseleyi uzun zamandır aşmış durumda. Kürt kadınlarının toplumsal ve siyasal alandaki bu mobilizasyonu Kürt sokağındaki sekülerleşme dalgasına not etmeye değer bir ivme kazandırdı.

Son olarak, bölgesel dinamiklerin altını çizmek gerekiyor. Türkiye’deki ana-akım Kürt siyasetinden öteye Kürt siyasetlerinin bölgesel ölçekte ana damarlarının tamamı seküler hareketlerden oluşuyor. Bugün hem İran’daki hem Irak’taki hem de Suriye’deki ana-akım Kürt hareketlerinin tamamı seküler yapılar. Bu bölgesel nitelik Türkiye’deki ana-akım Kürt siyasetinin seküler niteliğini destekledi, destekliyor.

Türk Siyaseti ve Milliyetçi Bariyerler

Ana-akım Kürt siyasetinin seküler karakteri CHP-İYİ Parti liderliğiyle temsil edilen muhalefetle ortaklık zemini sunuyor. Bu zeminin değerlendirilmesi ve ortaklığın sağlanması durumunda Türkiye’de hem sokakta hem siyaset alanında hem de devlet yapısında seküler dönüşüm süreci köklü ve kalıcı hale gelebilir, bu süreç hızlanabilir. Bununla birlikte bu sekülerleşme sürecinin bir sosyal demokrasiye evrilmesi esas olarak Türk milliyetçiliğinin dönüşme ve Kürt itirazını içerme kapasitesine bağlı.

Bir önceki yazıda detaylıca tartıştığım üzere bu konuda işin doğrusu umut verici bir tablo yok. Zira, Türkiye’de sosyal demokrasinin dayandığı temel normatif çerçeveye yakın toplumsal gruplar toplumun yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Bu gruplar, iyi senaryoda %40’lara kadar genişleyebilir.

Bununla beraber, Türk milliyetçiliğini dönüşüme zorlayacak üç dinamiğin altını çizebiliriz. Bunlardan ilki bir barış hareketinin ortaya çıkması olabilir. Böylesi bir hareket Türkiye’de toplumsal alanda normatif anlamda bir dönüşüm sağlayabilir. Türkiye’de barış odaklı toplumsal mobilizasyonların 1990’lı yıllara kadar geriye gittiği ve son 30 yılda ortaya çıkan birikimin sınırları dikkate alındığında bu konuda yakın zamanda radikal bir dönüşümün ortaya çıkması zor görünüyor. 

Bu noktada, ikinci olarak, Türkiye’de rejim tartışmalarının sürdüğü ve seçimlere olağanüstü bir rol atfedildiği bu dönemde Kürtlerin siyasi desteğinin öneminin artması durumunda Türk milliyetçiliğinde pragmatist bir eğilim güçlenebilir ve bu durum bir dönüşüm fırsatı ortaya çıkarabilir. Bununla birlikte bu dinamiğin işlemesi, Millet ve Cumhur ittifaklarında temsilini bulan siyasi bloklar arası rekabetin sürmesine ve Kürt oylarına olan ihtiyacın devam etmesine bağlı. Kürt oylarına duyulan ihtiyaç zorunlu bir içermeyi ve dönüşümü getirebilir. Öte yandan, başkanlık sistemine kıyasla parlamenter sistemde Kürt oylarına olan ihtiyaç azalacaktır. Zira, %50+1 oy gerektiren başkanlık sisteminde ortalama %12 bandında oy olan bir siyasi hareketin hâkim siyasi bloklar arasında rekabeti artırma gücü bulunurken, parlamenter sistemde sürekli oyun dışında tutulma kalma olasılığı bulunuyor. Özetle, Kürt meselesi Ankara’daki hâkim siyasi bloklar arasında, özellikle seçimlerde bir rekabet unsuru olabildiği ölçüde Türk milliyetçiliği dönüşebilir.

Son olarak, söz konusu pragmatist yaklaşım sadece iç siyasetten kaynaklı olarak değil, Kürt-meselesinin sınır-ötesi dinamiklerinin zorlamasıyla da gelişebilir. Çok özetle, Kürt meselesinin sınır-aşan tablosuna baktığımızda bölgesel ölçekte bir seküler Kürt-Arap ilişkisinin geliştiği söylenebilir. Bu ilişkiye uluslararası aktörlerin yatırım yaptığını da iddia edebiliriz. Halihazırda Kürt meselesinin çözümüne dönük biri Suriye’de diğeri de Irak’ta ortaya çıkan ve şekillenmeye devam eden iki “Arap modeli” var. Kürt meselesinin çözümüne dönük seküler Arap modelleri Türkiye’de bir “Türk modeli” arayışını güçlendirebilir. Arap modelleriyle rekabet edebilecek ve bölgesel ölçekte Kürtlerin ilgisini Türkiye’ye yöneltecek bir çözüm arayışı devlet içerisinde “rasyonel bir seçenek” olarak öne çıkabilir. Zira, 2013-2015 Çözüm Süreci’nin başlamasının -bütün normatif tartışmalar bir yana bırakıldığında-, esas dinamiklerinden biri AK Parti liderliğindeki Türkiye’nin bölgesel ölçekte bir siyasi ve ekonomik güce dönüşme arzuları ve arayışlarıydı.


[1] Hamit Bozarslan’ın bu konudaki detaylı bir tartışması için bkz. https://journals.openedition.org/ejts/4663