Sol Üzerine (9): Solun Melankolisi
Erdoğan Özmen

Ama adam, bu anıları toplayıp biriktirmek istiyor. İnsanlar ölümü kabullenir, yas tutar, daha sonra da unutur. Unutmazsak, derler, dünya çok geçmeden kocaman bir kitaplığa dönüşür.                                                                 

J.M. Coetzee, Petersburg’lu Usta

Solun içinde bulunduğu kriz hakkında, solun zayıflığı, etkisizliği ve gerilemesi hakkında, sesini, kelimelerini ve zeminlerini kaybetmesinin nedenleri hakkında konuşmayı doğrudan sol hakkında, solun ne olup olmadığı, ne olmak istediği hakkında konuşmakla bir ve aynı şey saymalıyız demek ki. Solun sözü, söylemi, yakın ve uzak hedefleri, amaç ve sloganları üzerine düşünmekle bir ve aynı şey. Bir önceki yazıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, solun krizini klasik bir kayıp/melankoli sorunsalı içinden düşünmek temel bir noktayı ıskalamak anlamına gelecektir. Sözünü ettiğim aynı makalesinde şunları yazar Wendy Brown:

“Kısacası, sol birtakım özgürlük ve hakları korumayı amaçlayan bir politikayı temsil eder duruma gelmiştir; bu politika ne bunların içerdiği tahakkümlerle, ne de çağdaş kapitalizm yapılanışlarında bu özgürlük ve haklara biçilen sınırlı değerle yüzleşir. Ve bu gelenekçilik, kapitalist dağıtım tarzının sosyalist reddi için hayati önem teşkil eden özgürlükçü vizyona ve kapitalist üretim tarzının sosyalist reddi için hayati önem teşkil eden eşitlikçi vizyona olan inanç kaybıyla birleştiğinde, sol gelenekçilik sorunu oldukça ciddileşir. Ortaya çıkan, statükonun derin ve radikal bir eleştirisi veya şeylerin mevcut durumuna zorlayıcı bir alternatif sunamadan işleyen bir soldur, ama belki bundan daha da rahatsız edici olan, potansiyel verimliliğindense olanaksızlığına bağımlı hale gelmiş bir sol, kendini umut doluyken değil, marjinal ve başarısızken evinde hisseden bir sol, böylece, ruhu hayaletvari olan, arzu yapısı geçmişe dönük ve cezalandırıcı olan kendi ölü geçmişinin belirli bir ifadesine melankolik bir bağlılık yapısı dahilinde takılı kalan bir soldur.

Solu radikal (Latince “kök” anlamına gelen radix’ten gelir) bir eleştirel ve ileri görüşlü ruhla güçlendirmek amacıyla onu melankolik ve tutucu alışkanlıklarından kurtarmak için ne yapmak gerekir? Bu, toplumda derin ve gerçekten huzursuz edici bir dönüşüm anlayışını benimseyen bir ruh olmalıdır.”[1]

Söz konusu kayıp sorunsalının, solun krizini bir kayıp sorunsalı içinde ele alan tutumun temsil edici bir örneği bu. Burada aynı zamanda melankolinin olumsuz, ketleyici, muhafazakar bir ruh hali olarak tasvir edilmesi, öyle görülmesi var. Dahası, “marjinal ve başarısızken evinde hisseden bir sol”, “kendi ölü geçmişinin belirli bir ifadesine melankolik bir bağlılık dahilinde takılı kalan bir sol” ifadelerinde dile gelen şey de, kısıtlı bir melankoli kavrayışının ürünü değil midir? Kaybı ve melankoliyi, sadece solun somut ve olmuş bitmiş yenilgi ve başarısızlıklarıyla sınırlı bir çerçevede ele alan bir kavrayış bu. O kayıplar karşısında melankoliye karşı yas önerisi: yasını tamamla, yasın aşamalarını kat et, kaybettiğin şeyi geride bırak, yeni libidinal bağlantılar oluştur, ve devam et! Kayıp deneyimini ve melankoliyi düşüneceğimiz daha kuşatıcı ve verimli bir zemin de mümkün çünkü:

“Sol melankoli ille de reel sosyalizme yahut Stalinizmin enkaz olmuş diğer biçimlerine duyulan nostalji demek değildir. Kaybedilen nesne, bir rejim veya ideolojidense, bütün kırılganlığına, istikrarsızlığına ve geçiciliğine rağmen hatırlanmaya değer tarihsel bir deneyim mahiyetindeki bir özgürleşme mücadelesi de olabilir. Bu açıdan, geçmiş ihtimallerin anısı ve farkındalığı demektir melankoli; devrimin neticelerine değil, özgürlükçü vaatlerine duyulan sadakattir. Bu durumda melankoli, Slavoj Zizek’in konuya ilişkin dediği gibi, bir kayıptan ziyade, bir eksiklik ile özdeşleşmedir. Komünizmde gerçekleştiği haliyle değil (devlet sosyalizmi), hayal edildiği ve beklendiği haliyle özdeşleşmedir. Bu tür bir sadakat, geçmişi işlemeye yönelik her türlü olası çabanın özüdür.”[2]

Sol eğer, diğerleriyle ortaklık, dayanışma, eşitlik zeminleri arama, keşfetme ve icat etmenin hareketi, eylemliliği ise, birbirimizin sorumluluğunu üstlenerek ve kolektif eylemlerimizle yaratacağımız geleceğe duyulan inancın ete kemiğe bürünmesi ise… Karşılıklı sorumluluk ve güven, ortaklık, dayanışma içindeyken çünkü, yeni bir insanlık durumu yaratma pratikleri boyunca kendimi ötekine sunarım. Onun güçsüzlüğü, zayıflığı ve çaresizliğiyle dertlenir, giderek o eksik ve yetersizliklerle özdeşim kurar, bunu açıkça ilan ederim. Toplumdaki geleneksel rol ve işlevlerimi terk eder, mevcut konumlarımı arkamda bırakır, bir eşiği geri dönüşsüz olarak aşarım: Senin tarafında, seninle birlikte, sana yoldaş olacağım. Durumun ümitsizliğine rağmen buna cesaret ediyorum. Bilirim ki, cesur ve haysiyetli bir yaşama varacak olan yegane yol tekrarlardan ve alıştırmalardan, ümitsizlik, korku, endişe ve tereddütlerime rağmen cesur ve haysiyetli eylemler için gösterdiğim ısrar ve inattan geçecek. Bütün benliğimle ortak çabamızın mucizevi gücüne inanıyorumdur bir de. Nitekim, hiç beklenmedik yerde ve zamanda ortaya çıkmaz mı tüm mucizeler…

İnsanın en güzel, en eşsiz, en yüce halinin ortaya çıktığı yerdir burası. Dayanışma ve ortaklık karşısında, dayanışma/ortaklık pratiklerinde/jestlerinde içimizin kabarması, sevinçle hafiflemek bu yüzden belki de. Bir an beliren keskin parıltı ve umut: Tüm insanlığı, hepimizi bağlayan derin bir kardeşlik ve eşitlik bağı var, ve dünyayı bu bağa göre, bu bağı temsil edecek biçimde yeniden yaratabiliriz...


[1] Wendy Brown, Sol Melankoliye Direnmek, Çev. Şeyda Öztürk, Cogito sayı 51, yaz 2007, s. 267-74.

[2] Enzo Traverso, Solun Melankolisi, Çev. Elif Ersavcı, İletişim Yayınları, 2018, s. 89.