Bombanın Esrarı
Murat Belge

İstiklal Caddesi bombasının “esrar” havası hâlâ sürüyor. Bombayı oraya bırakanın ve onunla yakın denebilecek bir işbirliği içinde olanların kimlikleri konusunda uzun boylu bir şüphe kaldığını sanmıyorum. Ama bu işi kim planladı, niçin böyle planladı, nereye varmak istiyordu, bu sorulara doyurucu bir cevap halen verilmiş değil. Yetkililerden (İçişleri Bakanı v.b.) ısrarla “PKK” deniyor. Bir “Menbiç” deniyor, bir süre sonra “Kobani” oluyor, falan. Ama “PKK” kısmı değişmiyor. Olabilir de.  PKK şimdiye kadar buna benzeyen çok şey yaptı. Haziran-Kasım diye anılan süreçte azımsanmayacak bir rolü oldu. O zaman başlıca derdi Kürt “demokratik” hareketini karaya oturtarak “Bu işin sahibi bunca zamandır dağda mücadele vermiş olan bizleriz” hükmünü yerleştirmekti. Bu iddia elbette gene var ve sanırım bu koşullarda hep olacak; ama şimdiki koşullar o döneminkinden epey farklı.

“PKK yaptı” diyenlerin açıklamakta herhalde zorluk çekeceği bir “etnik köken” sorunu var. “Kürt halkı adına” iddiasıyla bu tür eylem yapanların “Kürt” olmasını beklersiniz, bekleriz. Oysa bu olayda Kürt veya terörist Türk denecek kimse yok: Araplar, Arap ülkesinin yurttaşı Çerkesler, belki başkaları da… ama Kürt yok. Bombayı koyan muhtemelen Arap da değil, muhtemelen Afrika’dan bir yerden. Bu ne demek? PKK eylem biçimini mi değiştiriyor? Kökeni farklı terör örgütleriyle “güçbirliği” yapmaya mı yöneliyor? Öyleyse bu ciddi bir konu, incelenmesi gerekir; ama böyle olduğunu da sanmıyorum.

Arada başka ayrıntılar: bir MHP’li ile telefon görüşmeleri neyin nesi? O MHP’linin bu işlerle herhangi bir ilgisi olacağını düşünmüyorum ama neden arıyorlar, nereye varmak istiyorlar? Herhalde oyun oynamıyorlardı.

Eylemin tarzı, bu işlerin yapılışının üslubu da beni düşündürüyor. Bu insanlar Suriye’nin bir yöresinden yola çıkmışlar, hemen hemen hiç gözümüzün önüne getiremeyeceğimiz koşullarda Türkiye’ye gelmiş, sonra da İstanbul’a ulaşmışlar. “Çok talihli imişler” diyeceğim, çünkü inanılmaz acemiler. Bu kadar yolu bavullarını, çantalarını kaybetmeden, bombalarını bir yerde unutmadan geçip gelebildikleri için kutlanmaları gerek. Bu Ahlam Albashır, İstiklal Caddesi’nde kameralar olacağını bilmiyor mu, hiç aklına getirmemiş mi? Eylem arkadaşlarından bir uyaran yok mu?

PKK olsun, akla gelen öteki suç örgütü IŞİD olsun, böyle bir eylemde karar kıldılarsa, ellerinin altında bunu yaptıracak çok daha becerikli, deneyimli kadrolar mutlaka vardır. Oysa şimdi, yığınla kadro faş oldu, atölye ve örgüt evi ortaya çıktı (“kaçak taksi” v.b., böyle bir örgüt için herhalde çok değerli sayılması gereken şeyler!).

Peki, ne kazanıldı karşılığında? Yukarıda sorduğum sorunun, yani bu eylemi yaparak neyi sağlamayı umduklarının cevabını bilmediğimiz için buna cevap vermek de zor. Sorun bir güvensizlik, bir tedirginlik yaratmak idiyse, eh, bunu bir ölçüde sağlamış olabilirler. Ama şimdiye kadar yapılmış benzer eylemlerde kayıplar, dolayısıyla da “panik” etkisi çok daha büyük boyutlara çıkabiliyordu. Bu sefer, biraz da şansımız yaver gittiği için, fazla kan dökülmedi (altı kişi yok yere öldü, durduk yerde öldü; ama yapılan işin naturası gereği, altmış kişi de bu akıbete uğrayabilirdi, “şans” dediğim bu—iğrenç bir şey bu terör).

PKK’nın şu sıralarda dikkatini daha çok “Pençe-Kilit/Pençe-Kılıç” gibi gelişmeler üstünde yoğunlaştırmasını beklerim — nitekim bunu yapıyor da. İki günde bir oradan bir şehit haberi geliyor. Toplamda altmışı geçmiş durumdayız.

Peki insanların bir tedirginlik yaşamalarının kime ve nasıl yararı olur?

Dünyanın neresinde olursa olsun, bu soruyla karşılaşan ve buna “sosyoloji” kuralları içinde cevap arayan kişi, kesin bir hedef göstermekten muhtemelen kaçınacak, “koşullara göre” diyecektir; ama “olabilir” diye saydığı alternatifler arasında “varolan iktidar” da herhalde bulunacaktır. Çünkü kendini tehlikede hisseden insanın gücü nerede görüyorsa oraya doğru yönelmesi sayısız kereler tekrarlanmış bir davranış kalıbıdır. Örneği burada da yaşandı zaten. Ve o yaşanan birkaç ayın anısı hâlâ epey sıcak olduğu için bu sefer de çok sayıda insanın aklına böyle bir ihtimal geldi. Buna ben kendi hesabıma pek ihtimal vermiyorum, ama Türkiye’nin şu sıralar içinde bulunduğu derin bölünme ve aynı zamanda dağınıklık ortamında o cepheden birilerinin olayda bir payı olabilir diye düşünüyorum. Bu bir “planlayıcı” payı olmayabilir, haberdar olup da ses çıkarmamak olabilir, örneğin. Ancak, olay kimin “eseri” olursa olsun, yapılan hesapta yaklaşan seçimin bir yeri olmamasını aklım kabul etmez.

Kolay ve arızasız bir süreç olmasını zaten beklemiyorduk.