CHP ve İYİ Parti’nin liderlik ettiği Altılı Masa, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi’ni 28 Kasım 2022 Pazartesi günü kamuoyuyla paylaştı. Ana muhalefet blokunun “demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunacağı” öneri birçok açıdan değerlendirilmeyi hak ediyor. Zira, Türkiye’de demokratik bir rejim inşasına dönük önemli değişiklikler içeriyor.
Bununla birlikte, müzakere çağrısına da bir cevap olarak bu yazıda söz konusu öneriye daha sınırlı bir çerçeveden, “Kürt meselesi merceğinden” bakmak istiyorum.
Altılı-Masa’nın “150 yıllık Anayasa geleneğimizde yeni bir sayfa açmanın heyecanı ve gururu” içerisinde” hazırladığı ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü devlet ve Cumhuriyet tecrübesinin demokrasi ile taçlandırıldığı bir sistem(i) hedef(lediği)” anayasa değişikliği önerisi Kürtlere ne vadediyor?
Kürt Meselesi ve Anayasa
Bu soru hem güncel anlamda hem de tarihsel olarak önemli. Zira, Kürt meselesi son kertede yeni bir toplumsal sözleşme gerektiren bir rejim sorunu. Sorunun çözümü yeni bir siyasal sistem inşasını gerektiriyor. Kürt meselesi, Türkiye ahalisinin kimliği, yönetim sistemi, egemenliğin hangi yapı ve mekanizmalarla paylaşılacağı ve uygulanacağı, vatandaşların siyasal, kültürel ve sosyal alandaki hak ve hürriyetleri gibi temel hususları doğrudan belirleyen bir sorun. Daha da önemlisi yüzyıllık Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de siyasal rejim inşasında belirleyici olmuş; Ankara’daki iktidar odakları tarafından siyasal alanda otoriterlik, ekonomik alanda ise eşitsizlik kaynağı olarak araçsallaştırılmış bir mesele. Bu anlamda, yeni anayasa tartışmalarının Kürt meselesine kör bir perspektifle ele alınması demokratik bir siyasal sistemin ve eşitlikçi-dayanışmacı bir ekonomik düzenin inşasına yönelik iddiaları baştan zayıflatıyor, aktörlere olan güveni sarsıyor.
Sadece tarihsel olarak değil, güncel olarak da Altılı Masa’nın anayasa önerisinin Kürtlere ne vadettiği önemli. Zira, arzulanan güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş Kürtlerin desteği olmadan gerçekleşebilecek bir durum değil. Cumhurbaşkanı seçimi bir yana, parlamenter sisteme geçiş mecliste doğrudan ya da referandum yolu ile anayasa değişikliği yapmayı, bu da mecliste en az yüzde 60 çoğunluğun sağlanmasını gerektiriyor. Önümüzdeki altı ay içerisinde çok büyük değişimler olmazsa -ki ufukta böyle bir rüzgâr görünmüyor- ana muhalefet blokunun Kürt seçmenin desteği almaksızın bunu sağlaması imkânsız gibi.
1982 Anayasası’nın Ruhu
Yukarıda ana sorumuza dönecek olursak ve metindeki güzellemeleri bir yana bırakırsak ilk altını çizmemiz gereken husus yeni bir anayasanın önerilmediği. Yeni bir anayasa önerisi sunmaktansa, 12 Eylül askeri darbesi sonrası hazırlanan mevcut anayasanın değişimini esas alan bir yaklaşım başlı başına dönüşüm potansiyelini daraltıyor.
Nitekim bu daralmanın bir sonucu olarak, öneri, Kürt meselesi bağlamında ilk akla gelen Anayasa’nın başlangıç bölümü ile ilk maddelerini dışarıda bırakıyor. Oysaki Anayasa’nın ruhunu Türklük esası üzerine inşa eden başlangıç bölümü, bu bölümdeki temel ilkelere dayandırılan cumhuriyetin niteliklerinin belirlendiği ikinci madde, devletin dilinin (altını çizmekte fayda var, devletin resmi dili değil, dili olarak geçiyor) Türkçe ile sınırlandırıldığı üçüncü madde ve başlangıçtaki temel ilkelerin ve söz konusu maddelerin değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğinin belirtildiği dördüncü madde zaten Kürt meselesinin özünü oluşturuyor.
Anadilde Eğitim Hakkı ve Vatandaşlık Tanımı
Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisi, Kürt sokağında öne çıkan ve farklı siyasi görüşlere sahip grupların uzlaşı sağladığı anadilde eğitim meselesinde de bir değişiklik içermiyor. Anayasa’nın “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddesine göre, “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
Ana muhalefet blokunun dışarıda bıraktığı bir diğer kritik mesele vatandaşlık tanımı. Zira, “Kürtler ne istiyor?” diye sorulduğunda akla gelen ilk taleplerden biri kapsayıcı bir vatandaşlık tanımının yapılması. Halihazırda, Anayasa’nın 66. maddesine göre, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”
Anadile ve vatandaşlık tanımına ilişkin herhangi bir düzenleme önermeyen ana-muhalefet bloku öte yandan Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi’nden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu”na ilişkin maddeyi koruyor.
Düşünce ve İfade Özgürlüğü
Kürt meselesiyle sınırlı olmayan ama sorunun siyasal yollarla çözümü için vazgeçilmez bir temel teşkil eden düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenleyen 25. ve 26. maddelerde de dikkate değer bir değişiklik önerilmiyor. Söz konusu iki maddenin birleştirilmesini içeren öneride “kimse, … ayrımcılığa tabi tutulamaz” ibaresinin eklenmesi not edilmeye değer bir değişiklik. Bununla birlikte, söz konusu hürriyetin “milli güvenlik”, “kamu düzeni”, “Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması” gibi gerekçelerle sınırlandırılması yeni öneride de yer alıyor. Söz konusu gerekçeler bugüne kadar çoğunlukla geniş bir yorumlama çerçevesi içinde değerlendirildi ve siyasal alan kadar sivil toplum alanının, eleştirel medya ve akademinin de daraltılmasına dayanak yapıldı.
Öte yandan, düşünce ve ifade hürriyetiyle ilişkili olan basın hürriyeti konusunda (madde 26-30) devlete “medyada çoğulculuğu sağlayacak tedbirleri al(ma)” yükümlülüğü getiren önemli bir değişiklik yer alıyor. Yine, kamunun elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı konusunda “hakkaniyet ve adalet ilkesi” ekleniyor (madde 31). Kitle iletişim araçlarının belirli siyasi grupların tekeline girmesini engelleme ve siyasal çoğulculuğu sağlama açısından bu değişiklik önem arz ediyor.
Örgütlenme Hakkı, Siyasal Katılım ve Dokunulmazlıklar
Kürt meselesi bağlamında altı çizilmesi gereken bir diğer önemli değişiklik siyasi partilere dair hususları içeren 68. ve 69. maddelere ilişkindir. Ana-akım legal Kürt partilerinin çoğunun kapatılması ve bu geleneği bugün temsil eden HDP hakkında kapatılma davasının sürmesi bu konuyu önemli kılıyor. Bu konuda siyasi partiler “sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz” ifadesinin çıkarılması; bunun yerine “nefreti, ırkçılığı, şiddeti” ifadesinin yer alması öneriliyor. Ayrıca, siyasi partilere sağlanan Hazine yardımı konusunda daha kapsayıcı bir düzenleme sunuluyor. Öte yandan, ana-akım Kürt partilerinin kapatılma gerekçelerinin esasında “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü”ne dayandırıldığı dikkate alındığında, önerinin Kürt meselesi bağlamında bir yenilik getirmediği söylenebilir.
Bununla birlikte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın partileri kapatma talebiyle doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesi’ne başvurma usulünün ortadan kaldırılması ve TBMM’nin üye tam sayısının beşte üçünün onayı şartına bağlanması parti kapatmayı zorlaştırıyor. Yargının ve yargı yoluyla siyasi makamların partiler üstündeki baskısını azaltan bu düzenlemenin yanı sıra örgütlenme hakkını ve siyasi parti hürriyetini güçlendiren düzenlemeler de yer alıyor.
Öneride, milletvekillerinin dokunulmazlığını zorlaştıran değişikliklere de yer veriliyor. Daha önce TBMM’de dokunulmazlık güvencesi basit çoğunlukla (toplantıya katılanların yarısından bir fazlası) kaldırılabilirken, yapılan değişiklik önerisiyle meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun (301 milletvekili) onayı gerekiyor.
İstisna Halleri, KHK’ler ve Milli Güvenlik Kurumu
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) Kürt meselesinin yönetiminde en önemli düzenlemelerden biri haline geldi. Belediyelere kayyumların atanması, Kürdî sivil toplum kuruluşları ile medya kuruluşlarının kapatılması, kamu çalışanlarının ihraçları ya da görevden uzaklaştırılmaları esasında KHK’ler vasıtasıyla yapıldı. Söz konusu uygulamalar bir yandan siyasal alan ile sivil toplum alanını daraltırken öte yandan eleştirel kamusal tartışmaların zeminini büyük oranda kuruttu.
Öneri, KHK çıkarma yetkisini Cumhurbaşkanlığı yerine parlamenter sisteme uygun bir şekilde Bakanlar Kurulu’na veriyor (Madde 91). Bununla birlikte, Anayasa’nın ikinci kısmında yer alan temel haklar ve hürriyetlerin KHK ile düzenlenemeyeceği belirtiliyor. Bu anlamda anayasada yer alan ekonomik ve sosyal halklar KHK’lerin dışında tutuluyor. Önerilen değişiklik ayrıca, bakanlıkların, kamu idareleri ve kamu tüzel kişilerin KHK ile kurulmasını ve kaldırılmasını da yürürlükten kaldırmayı içeriyor.
Ana muhalefet bloku KHK’lere sınırlama getirirken, öte yandan Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) yer veriyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden parlamenter sisteme geçişin gerektirdiği kimi düzenlemelere yer verilse de Altılı Masa Türkiye’nin siyasi tarihinde belirleyici bir yeri olan MGK’yi anayasada korumayı tercih ediyor.
Bu başlıkta altı çizilmesi gereken son husus olağanüstü hâl yönetimi (OHAL) düzenlemesidir. Mevcut durumdan farklı olarak OHAL ilan etme ve sürdürme süreleri 4 aydan 2 aya indiriliyor. Ayrıca OHAL kanunu ile bu kanundan kaynaklanan eylem ve işlemlere yargı denetimi getiriliyor.
Mahalli İdareler ve Kayyımlar
Kürt meselesi merceğinden Altılı Masa’nın anayasa değişikliği önerisine bakıldığında altı çizilmesi gereken son ama belki de en önemli husus ademimerkeziyet ya da mahalli idarelerdir.
Ademimerkeziyet ya da mahalli idareler sadece Kürt meselesinde kritik bir yere sahip değil, Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi ve kapsayıcı bir sosyoekonomik gelişme için de kritik bir yere sahip. Zira, ademimerkeziyet dikey düzlemde bir denge ve denetleme mekanizması sunabilir, siyasetin yerelleşmesini, siyasal çoğulculuğu ve rekabeti güçlendirir. Ayrıca, daha dengeli ve adil bir kaynak bölüşümünü ve mekânsal gelişmeyi mümkün kılar.
Bu konuda önerilen tek yenilik kayyım atamalarına getirilen sınırlamadır. Mevcut durumda “görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir” deniliyor. Altılı-Masa ise şunu öneriyor:
“Görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı’nın talebi üzerine Danıştay, kamu yararının bulunması şartıyla geçici bir tedbir olarak, bir ay süre ile görevden uzaklaştırabilir. Danıştay ilgilinin durumunu ayda bir inceleyerek görevine dönüp dönmemesi hakkında bir karar verir. Görevden uzaklaştırma altı ayı geçemez.”
Özetle, yerel yönetimlere kayyım uygulamasının kaldırılmasından ziyade sınırlandırılması öneriliyor. Önerinin mevcut duruma kıyasla bir iyileşme sunduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, demokratik değerler baz alındığında ana muhalefet blokunun siyasi vizyonunun geçmişin de gerisinde olduğu söylenebilir. Örneğin, sunulan öneri 1961 Anayasası’nın çok gerisinde bir düzenleme içeriyor. Zira 1961 Anayasasına göre mahalli idareler yargı güvencesine sahipti. Zira mahalli idareler üzerinde sadece yargısal bir denetim öngörülüyordu: “Mahallî idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundaki denetim, ancak yargı yolu ile olur (Madde 116).”
Altılı Masa’nın yerel yönetimler ve ademimerkeziyet konusundaki siyasi ufkunun darlığı konusunda son olarak mahalli idareler üzerindeki “idari vesayetin” korunduğunu da not etmek gerekir. 1961 Anayasası’nda yer almayan “idari vesayet” düzenlemesi 12 Eylül sonrası hazırlanan 1980 Anayasası ile getirildi. Kürt meselesi gibi kimlik temelli teritoryal çatışmaların çözümünde öne çıkan, bu anlamda entegrasyonist/birlikçi bir çözüm çerçevesi sunan siyasi ademimerkeziyet bir yana, ana muhalefet bloku idari ademimerkezileşme konusunda bile bir yenilik sunmuyor ve 1960 Anayasası’nın gerisinde bir vizyonla “güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem inşa etmeyi” hayal ediyor.