Zamanaşımı
Tanıl Bora

Avukat H. Fehmi Demir’e...

Zamanaşımı ülkesinin vatandaşları olarak, “hukukundan” önce, kelimenin kendisine bakalım.

Osmanlıcası, mürûr-ı zaman, “geçme, transit, özellikle zamanın geçmesi” anlamında mürûr kökünden geliyor. İslâmda, fıkıh öğretisinde “tekādüm-i zaman” kavramı da kullanılmış; “bir şeyin üzerinden uzun zaman geçmesi ve eskide kalması” anlamında.  “Eskide kalma”nın altını çizelim.

Kavramın İngilizcedeki karşılığı olan kelimeler, sınırlamaya, kısıta odaklanıyor. Limitation of actions, düz anlamıyla eylemlerin-fiillerin sınırlandırılması; statute of limitations, sınırlama statüsü, sınırlamayla ilgili yasal düzenleme.

Fransızca kelime de açıkça sınırlama/sınırlanma haline işaret ediyor: délai de prescription, zaman sınırlaması.

Kıta Avrupası hukukunda, Roma hukukuna dayanan praescriptio longi temporis terimi, kavramın işlevselliğine odaklıyor bizi: “uzun süre müdafaası” demek bu. Yani geçen uzun sürenin, çok zaman geçmiş olması halinin, bir savunma aracı, savunma olanağı, savunma argümanı olarak işlevini tanımlıyor.

Zamanaşımının Almancadaki karşılığı olan kelime ise tamamen zamana odaklı: Verjährung, yıllanma demek.  Bu dilde baştaki “ver” ön eki, olumsuz bir durumun ortaya çıkmasını, diyelim bir yozlaşmayı veya bir nitelik değişimini, başkalaşımı anlatır. Yani yılların getirdiği bir başkalaşım veya “bozunma;” sözcük yapısı bakımından düz bakarsanız ise, sanki bizzat yılların/zamanın başkalaşımını veya “bozunmasını” anlatır. Flamancası ise, Almancadaki kelimeyle Roma hukuku kavramının mükemmel bir karmasıdır:  bevrijdende verjaring; Kurtarıcı yıllanma.

***

Zamanaşımı kavramı, hukukî hakların ve yaptırımların, belirlenen süreleri aşması halinde geçersizleşmesini ifade eder. Yine hukukçulara anlatmaya hacet yok; borçlar hukukunda ve ceza hukukunda yeri var.

Kullanılması kanunen belirlenen süreye tabi olan hakları o süre içinde kullanmazsanız kaybedersiniz. Borçlar hukukunda, zamanaşımı, borcu ödemekten kaçınma imkanı verir.  Hak düşürücü süre ise, - biz amatörler buna “ileri” zamanaşımı diyelim- borcu ortadan kaldırır.

Zamanaşımının ceza hukukundaki uygulaması ise, suç konusu olan bazı fiillerin, belirlenen süre içerisinde dava açılmazsa, dava konusu olmaktan çıkmasıdır. Veya, belirlenen sürede kesinleşmemesi halinde cezanın düşmesidir.

***

Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında Nazi savaş suçlularının zamanaşımından faydalanması ihtimali, vicdanlara dokunmuştu. Bunun etrafında yaklaşık 20 yıl süren hararetli bir kamusal ve hukuksal tartışma vuku buldu. 26 Kasım 1968’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, soykırımın ve “insanlığa karşı suç” niteliğindeki suçların zamanaşımına tabi olmaması gerektiği ilkesini benimsedi. Federal Almanya Meclisi bu suçlardaki zamanaşımını ancak 1979’da ilga etti. Bu ilke daha sonra 1971 ve 1974’te savaş suçlarına da genişletildi ancak bu sözleşmeleri imzalayarak ulusal hukukuna uyarlayan ülke sayısı daha sınırlıdır.

Türk Ceza Kanunu 2002 yılında, insanlığa karşı suçları, -1 Haziran 2005’ten itibaren!-, zamanaşımı hudutlarının dışına çıkartan evrensel normu benimsedi.

***

Zamanaşımının uygulanmamasına getirilen bu zamanaşımının iç sızlatan uygulaması, Sivas katliamı davasında görüldü.  Aralarında iki saldırganın da bulunduğu otuz yedi insanın öldürüldüğü bu korkunç linç vakası 2 Temmuz 1993’te vuku bulduğu için, firari sanıklar zamanaşımından yararlandılar; “insanlığa karşı suç” istisnası da, olay 2005 öncesi olduğu için, otomatikman zamanaşımına uğratıldı.

“İnsanlığa karşı suç” iddiasının bulunduğu ve bu iddianın sağlam, inandırıcı bir şekilde ortaya konduğu nice ağır insan hakkı ihlali vakası, zamanaşımı engeline takılıyor. 12 Eylül 1980 sonrası işkenceyle ölüm vakaları, 1990’ların OHAL bölgesindeki nice işkencede ölüm ve “faili meçhul” vakaları bunun en bilinen örnekleri…

İnsan hakları savunucuları ve avukatları, bu vakalarla ilgili dava başvurularını görevsizlik kararlarıyla sürüncemeye bırakan bir zamanaşımı taktiği izlendiğini gözlüyorlar. Yargı makamlarının birçok durumda “zamana oynayarak” zamanaşımı süresini doldurduğuna tanıklık ediyorlar. Terimin Latincesinin söylediği gibi, praescriptio longi temporis: uzun süre müdafaası…

Hafıza Merkezi’nden Emel Ataktürk Sevimli, böyle ağır insan hakkı ihlallerine uğrayan, “sevdikleri, yakınları öldürülen, zorla kaybedilen, işkence edilen kişiler için” zamanaşımının “dünyanın en anlaşılmaz kavramı” olduğunu söylüyor. Çünkü, yine onun sözleriyle:

“Şayet zamanaşımı kurallarının arkasındaki temel argümanlardan biri bir suçun işlenmesinin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra o suçun toplumda yarattığı huzursuzluğun azalacağı ve cezalandırma gereği de kalmayacağı düşüncesi ise bu önerme insanlığa karşı suçların mağdurları bakımından maruz kaldıkları şiddetin ve yaşadıkları acıların bir kez daha inkâr edilmesi ve tanınmaması anlamına geliyor.”[1]

Zamanaşımının, cezasızlık kültürünün kurumlaşmasının güçlü araçlarından birine dönüştüğünü görüyoruz bu pratikte. İnsan hakları ihlali suçlarının cezalandırılmasını, devletin güvenlik siyasetine halel getiren, onu zaafa uğratan bir tehdit olarak algılayan akıl, bu suçları cezadan kaçırırken, zamanaşımı olanağını da tepe tepe kullanıyor. Zamanaşımını devre dışı bırakacak “insanlığa karşı suç” kategorisinin fiilen kabul edilmemesi, bu suçların sanki sadece filmlerde, tarihin derinliklerinde ve tabii ancak başka diyarlarda görülecek çok uzak, çok acayip bir şeymiş gibi ötelenmesi de bu taktiğin bir parçası… Zamanaşımı, “kanuna karşı hile” tekniğine dönüşüyor bir bakıma…

***

Zamanaşımı, zamanın tedavi ediciliğine dair kadim bilgelikten güç alıyor. Zamanla unutulur, zamanla geçer, zamanla önemini kaybeder… Terimin Flamancasını hatırlayalım: Kurtarıcı yıllanma. Kelimeyi kurcalamaya dönecek olursak, “aşım”ın aşındırmayla ilgili imâsını arayabiliriz burada. Geçen zamanın, bir acıyı, bir isteği, bir hırsı aşındıracağına olan, elbette büsbütün yersiz olmayan, kaç kuşağın tecrübesine dayanan bir güven... Zamanaşımıyla bir insanlık suçunu zamandan aşırma, zamanın dışına kaçırma girişimlerinin arkasında, belki insanın zamana hükmetme arzusu da saklıdır.

Ama işte, zamanın bir ters yanı da var. Büyük çağdaş İspanyol romancı “zamanın ters yanı” ile, bir şeyin eksik, tamamlanmadan kaldığı bir durumdan bahsediyor; “hâlâ keskin bir anıyla kör unutuş arasında debenenen şey…”[2] Zamanaşımıyla yitip gideceğine, yok hükmünde sayılacağına güvenilen “şey,” mıh gibi kakılmış kalmış olabilir orada bir yerde. Ya da işte Marías’ın dediği gibi, “keskin bir anıyla kör unutuş arasında debelenip” durabilir. Hem de yıllarca, onyıllarca… Terimin Almancasını hatırlayabiliriz burada; zaman, bozunmaya uğrar…

 

Hele unutmak… Unutuşu yönetmek, belleğe kanunla hakim olmak mümkün mü? Yine bir İspanik yazara müracaat edeceğim, Arjantinli Beatriz Sarlo, “İnsanın kendi kendine hatırlamama kararı vermesi, bir kokuyu duymama kararı vermesine benzer,” diyor, oysa “anılar tıpkı kokular gibi istenmese de aniden hücum eder.”[3] Belleği kanunla zamanaşımına uğratamazsınız. İnat eder.

Tam şu günlerde, Maraş’ın bir yıldönümü daha “kurtarıcı yıllanma” ile nisyana uğrarken ve nice zamanaşımlarıyla bir yıl daha geçmiş giderken, inat budur.


[1] Emel Ataktürk Sevimli: “Sunuş,” Kayıp Adalet (der. Gökçer Tahincioğlu), İletişim Yayınları, İstanbul 2021, s. 10.

[2]Javier Marías: Zamanın Karanlık Yüzü. Çev. Neyyire Gül Işık. Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul 2021, s. 251.

[3] Beatriz Sarlo: Geçmiş Zaman. Çev. Paral Beyaz Charum – Deniz Ekinci. Metis Yayınları, İstanbul 2012, s. 9.