“Ötekini oku, derinde, dipte duranı”
Gülten Akın
Zülfikar Yakar - Akbelen Ormanı Savunucusu
Amerikalı savaş fotoğrafçısı Robert Capa, “fotoğrafınız yeterince iyi değilse, yeterince yaklaşmamışsınızdır” demiş. Bir yakınlık meselesi. Ne kadar yaklaşabilirsin?
Bu sadece fotojurnalizme ilişkin bir soru değil, sosyal bilimlerin de bitmeyen meselesidir: “ne kadar yaklaşabilirsin?” Hem imkânla ama hem de sınırla ilgili.
Kazım Kızıl’ın Akbelen Ormanı savunucuları fotoğraf serisi, bu mesafe sorusunun sadece bakan değil, bakılan için de bir soru olduğunu hatırlatıyor. Bakışma mesafesi. Biz Kazım’ın kamerası aracılığıyla Akbelen Ormanı savunucularına bakarken, onlar da bize bakıyor. Bu gözgözelik, bizi yaklaştırabileceği gibi, “dur” ihtarı da olabilir. Baktığımız, bir nesne değil.
“İstedim ki” diyor, “Akbelen Ormanı deyince, ağaçlarla birlikte oradaki insanlar da gözümüzün önünde belirsin. O yüzden en yalın haliyle, öylece ayakta dururlarken çektim.”
Kömür şirketine, ormanı satan bakana, madenin zeytinlere zarar vermeyeceğini iddia eden bilirkişiye, aslına bakarsanız, düpedüz devlete karşı yurtlarını savunan İkizköylüleri ve ormanlarını, hepsini beraber düşüneceğiz; İlkay Demir’i, Celal Çoban’ı, Mamo Polat’ı, Yaren Arslan’ı, Pofu’yu… Direnişle geçen yıllar, zeytinler, çamlar, mahkemeler, termik santral, “beni ağacımla tek çek” diyen Melahat Abla. Tarihe ve coğrafyaya sıkı sıkıya bağlı, gerçek bir hikâye bu. “En yalın haliyle.”
Bir yandan da, fotoğraflardaki insanlarla göz göze geldiğimizde, başka bir hikâye kipine, başka bir zamansallığa geçiyoruz: Masalların, mitolojinin zamanına, evvel zaman içinde’nin. Ormanın içinde dikilip gözümüze bakan bu insanlar, bu ağaçlar, bu köpek, tarihin herhangi bir anında, herhangi bir yerde olabilirlerdi sanki. Fotoğrafları “gazeteci fotoğrafı” olmaktan çıkarıp sanat eserine dönüştüren şey de bu.
Burada artık Limak'mış, Bekir Pakdemirli'ymiş, İçtaşmış, bilirkişiymiş, geride kalıyor. Orada, “en yalın haliyle” dikilenler, bize gerçekliğin başka bir katmanını hatırlatıyorlar. Hakikat sonrası denen şeyin nasıl entipüften olduğunu. Direnen insanların, ormanların, köpeklerin, haysiyetin, dayanışmanın “sonrası” diye bir şey olabilir mi hiç? Hep burada, işte, gözümüzün içine bakıyor.