İki binli yıllara girerken dünyada birtakım önemli denecek değişimler gerçekleşti. Bunların çoğu siyasi yelpazenin sol tarafını ilgilendiriyor. Sovyetler Birliği, yeni dönemi başlatanlardan biri sayılabilir. “Pas! Ben oynamıyorum” dedi ve yeniden Rusya olmaya karar verdi. Çin ise masadan kalkmadı ama başka bir oyun oynamaya başladı — komünizmi kurmaktan vazgeçip kapitalizm kurmaya girişti. Fidel, “Böyle bir dünyada yaşanmaz” dedi ve öldü. Vietnam’da ne olduğunu pek izleyemedim; Kuzey Kore’de ise Üçüncü Kim tahta oturdu.
Bu gelişmelere bakacak olursak, “Dünya”, sosyalizmin defterini kapatmış gibi görünüyor. Bunun böyle olduğunu sanmıyorum, daha doğrusu böyle devam edeceğini sanmıyorum; ama darbeler üstüste geldi ve “soldaki” boksör groge bir hale geldi. Toparlanacağını tahmin ediyorum ama ne zaman ve nasıl — bunu bilmiyorum.
Aklıma Ho Şi Minh’in bir sözü geliyor. Yıllar önce bir yerde, şimdi hatırlamadığım bir yerde bir alıntı olarak okumuştum. “İnsan Hakları Beyannamesi olduğu gibi, eksiksiz olarak uygulansa, sosyalist olmaya gerek görmeyebilirdim” mealinde bir söz söylemişti.
Sosyalizm cephesinde hüküm süren istihdam azalmasına karşı bir tedbir olarak onun bu sözünden yola çıkılabilir mi acaba? Yani sosyalizm açısından nelerin sorun olduğu, bu sorunların kendi aralarında nasıl bir ciddiyet hiyerarşisi kurduğunu ve ne yapmak gerektiğini düşünürken, bir yandan da Ho’ya göre “Beyanname”de uygulanmayan ya da eksik uygulanan demokrasi hükümlerini yürürlüğe koymak üzere bir şeyler yapabilir miyiz?
Genel olarak sosyalizmin demokrasiyle ilişkisi biraz arızalı olmuştur. Türkiye’de “biraz” değil, bir hayli arızalı olmuştur. Hala da öyle olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Belki demokrasiyle bu biçimde ilişki tazelemek bize de iyi gelir.
İlişkinin “arızalı” olması bütünüyle bizden ileri gelen bir şey değil. İlk demokrasileri antik Yunan medeniyeti kurmuştu. Yani bu “erken demokratlar” aynı zamanda “köle sahibi” idiler; bu da tuhaf bir “demokratlık” biçimi. Erken, modern zamanların demokratik rejimlerini de burjuvazi kurdu: köle değil ama sermaye sahibi sınıf! Gene tuhaf bir durum! Demokrasi kendisi iyi ama hep sevimsiz birileriyle aşna fişne. Hani. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” türü sözler vardır; o hesaba göre iyi sonuç vermeyecek durumlar, ilişkiler.
Bir toplumun geçmişinde, geçmişinden gelen genel kültüründe demokrasi yoksa, üreteceği sosyalizm anlayışı da yeterince demokratik olamaz. Gelgelelim, bu dünyanın demokratik toplumlarında sosyalizm olmadı. Olduğu yerlerse demokrasiyle tanınmış toplumlar değildi. Bu arada bizim gibi örnekler, yani iktidar olamayan sosyalist hareketler üreten toplumlar da herhangi bir parlak örnek üretemediler. Bizim çok sayıda hareket arasında demokrasiyi sindirmiş olanı görülmedi. Hatta, “olur olmaz” demokrasi lafı edene şüpheyle bakardık. Mehmet Ali Aybar “burjuva demokrasisinin yabana atılmayacak bazı kurumlar yarattığını söyleyince bunu onun aslında sosyalist olmadığını itiraf edişi olarak yorumlayanlar olmuştu. “Güler yüzlü sosyalizm” daha da beter bir itiraftı. 12 Eylül’ün belirleyici olduğu yıllarda “Sivil toplumcu” lafı bir hakaret olarak söylenirdi. “Yeni Gündem”de bir seferinde “Demokrasinin Üst Sınırı Yoktur” dediğim bir yazı yazmıştım. Ho Şi Minh’inkine benzer bir şey anlatmaya çalışıyordum. Uğramadığım hakaret kalmadıydı.
Dünyada sorun çoktu. Başta kadın sorunu, kestirmeden “sınıf” sorununa bağlayıp indirgemekle içinden çıkılmayacak bir yığın sorun. İnsanlık, bütünüyle, ırk ayrımcılığının yarattığı sorunları çözdü, bitirdi mi? Öbür yanda koskocaman bir çevre sorunu, onu yaratan teknolojik ilerlemenin önümüze yığdığı türlü türlü sorunlar. Bunlar olurken sosyalistlerin hala “doğayı egemenlik altına almak” çağının kelime haznesinden alınan bir dille konuşmaya devam etmesi. Bunlar böyle birikirken bizim mahallede bunların kafa karıştıran ve birtakım ikincil konuları öne çıkartarak asıl belirleyici sorun olan “kapitalizme karşı mücadeleyi” önemsizleştiren yapay sorunlar olduğu tartışılıyordu. Burjuvazi yapıyordu bütün bu saptırıcı işleri. Sosyalist olarak bizim görevimiz ise böyle şeylere kapılmamak, asıl mücadeleden kopmamaktı.
Sonuç olarak, sosyalizm, inandırıcı, güvenilir bir “alternatif toplum ve hayat biçimi” önerisi getiremedi. Kendi önem verdiği “ekonomi” alanında da böyle bir model çıkarılamadı. Ama yetmişlerden, seksenlerden bu yana, bu çeşitli sorunlarla mücadelenin bir “görev savsaklama” olayı olmadığı daha iyi anlaşıldı.
Evet, demokrasi önemli. Mülkiyeti devletleştirmekle dünyanın bütün sorunları çözülmüyor. Bunu nasıl yaptığın da ayrıca önemli ama onun yanısıra yapılması gereken (demokrasiye ilişkin) işler de hiç ihmal etmeye gelir işler değil.
Bu demektir ki, dünyanın sorunları, Marx’ın “Zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz bir şey yok” dediği günlere oranla hafiflemedi, sosyalizm mücadelesi de kolaylamadı. Ancak, şimdi önümüzde uzanan işler arasında şöyle böyle ders alınacak, ders almak üzere incelenmesi gereken bir tarih var.