Bir twitter hesabı, çöken tüm sitelerin, yıkılan tüm binaların müteahhitlerini tek tek araştırıp ifşa ederken yazmıştı: “Millete mezar satmışlar.” Öznesi çoğul bir cümle çünkü bu tekil ve adli bir suç değil, organize: İnsanlara ölümlerini parayla satan insan tüccarlarına ruhsat veren devletten tutun da o malzemeyi o kaliteyle satan şirketlere, o ticarete izin veren tüm ağlara kadar siyaset-inşaat ve mafya üçgeninin bir ülkeden nasıl bir mezarlık inşa ettiğini izliyoruz. Türkiye’de bugün vatandaşlık tanımının nasıl değiştiğini, anayasal vatandaşlık dediğimiz şeyin bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmak olmadığını görüyoruz. Sivil vatandaşlığın nasıl devlete rağmen inşa edildiğini izliyoruz. Devlete rağmen çünkü Türkiye’de günlerdir bir halkın kendi kendine nasıl bir ülke yarattığını izliyoruz. İnsanların nasıl kendiliğinden vatandaşlar haline geldiğini ve bunu yaparken nasıl da yalnız, nasıl da kimsesiz hissettiklerini çünkü devletin/ siyasal iktidarın nasıl büyük bir gürültüyle, büyük bir kibirle onları engellemeye çalıştığını izlemiyor muyuz? Siz yakınlarınızı bulmak, onlardan bir ses almak istiyorsunuz, sizin gibilerin elini tutmak, sivil dayanışma ağlarını güçlendirmeyi umuyorsunuz ve devlet, üzerine düşen görevi yapmadığı gibi bunun sivil yollardan tatbikini de büyük bir cezai sopayla engelliyor. Siz bir haberin, bir sesin izini sürerken, belki bir yaraya merhem olup birinin elinden tutmanın yolunu yordamını ararken siyasal iktidarın düşündüğü şey twitter’ı engellemek oluyor.
Sansür yasası çıkarken bunun sonuçlarının sadece siyasal çok sesliliği bastırmak olmadığını söylüyorduk, çok daha hayati sonuçları olacağını çünkü sansürün sadece susturmak değil, bastırmak olduğunu da biliyorduk. Dezenformasyon diyerek sundukları o şekilsiz şeyin, kendi iktidarının dilinden başka bir dile izin vermemek olduğunu bildiğimiz gibi. Bugün deprem vergilerinin izini sürmek mümkün mü? 1999 Gölcük Depremi’nden sonra getirilen Özel İletişim Vergisi, deprem vergisi diye bildiğimiz verginin hukuki adı. Haberleşme hizmetleri üzerinden bu vergiyi ödüyoruz. Özel iletişim vergisi ve özel işlem vergisi denilen bu vergilerin uygulanması geçici olarak 31.12.2000 tarihine dek planlanmıştı, daha sonra iki kere uzatıldı. 31 Aralık 2003’te sona ermesi gereken vergi, AKP tarafından kalıcı hale getirildi. COVID-19 pandemisiyle beraber 30 Ocak 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile bu verginin oranı yüzde 7,5’ten yüzde 10’a çıkarıldı. Peki nasıl uygulandı? Kamu kaynaklarının etkili ve verimli kullanılması için çıkarılmış Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu “adem-i tahsis” ilkesini de içerir. Buna göre belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır. 2003 yılında yine AKP tarafından çıkarılan bu yasayla vergiden elde edilen gelirlerin bir kısmını belli harcamalar için ayırıp kullanmak mümkün olmuyordu çünkü gelirler, giderlerin tamamı için düşünülüyordu. Bu sayede bu kalemdeki vergiler amacına hiç bakılmadan başka türlü harcamalar için rahatlıkla kullanıldı. Adem-i tahsis ilkesinin istisnası fonlar, katma bütçeler gibi diğer kalemlerdi. Ancak 2003’te çıkardıkları yeni yasanın bütçede birlik esasına dayanması sebebiyle bütçe dışı olup amaca özgülenebilecek fonlar tasfiye edildi. Bu tasfiyeyle bütçe yeniden ve tek elden tanzim edildi. Bu yüzden de deprem vergisi diye bildiğimiz verginin izini sürmek mümkün olamadı.
Bugün Türkiye'de bizler artık sürdürülebilir ve kamu yararını güden bir devletin vatandaşları değiliz. Uzun bir süredir Türkiye'de vatandaşlık bir trajedi ortaklığı, patlayan bombalarla, şehirlerin göbeğine yerleşmiş toplu kıyımlarla, üzerimize yıkılan binalarla bugün Türkiye’de, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmanın dışında bir tanımla vatandaşlığı yeniden inşa ediyoruz, kendi kendimize ve bir sivil vatandaşlık biçimi olarak. Bu trajedide ortaklaşan hepimizin birbirimize bir vatandaşlık bağı var evet ama bu trajediyi görmeyen, onu sahiplenmeyen, bu trajediye sebep olan siyaset-inşaat ve mafya üçgenini umursamayan, siyasal iktidarın o umursamaz dilinden usanmayanlarla belki uzun bir süredir aynı dili konuşmuyoruz. Hatta belki de hiçbir zaman aynı ülkenin vatandaşı olmadık. Bugün kamusal vatandaşlıkta değil, trajedide ortaklık üzerinden inşa ettiğimiz bu sivil vatandaşlığın sonuçları var muhakkak. Tıpkı bir nedeni olduğu gibi. Çünkü bu trajedinin nedeni kader değil cinayet, kader değil siyaset.