Deprem ve Travma: Ya Politika Ya Psikoloji
Erdoğan Özmen

Psikiyatri/psikoloji aygıtının/disiplininin travma meselesini ele alışı ve travmayı kavrayışında bir tuhaflık yok mu? Bir tür münasebetsizlik ve aşırılık? Hem bir disiplin olarak psikiyatri/psikolojinin hem de tek tek psikiyatr ve psikologların felaket durumlarında sergiledikleri indirgemecilikte, ama daha çok da acelecilikte; “travma” mahalline, “travmatik” olaya dahil oluşlarındaki belirgin telaş ve acelecilikte dile gelen bir tuhaflık ve münasebetsizlik? Basit bir zamanlama hatası olarak acelecilik değil bu. Daha ziyade teorik/ideolojik bir tutumu, belki de “travma ideolojisi” olarak adlandırabileceğimiz yaklaşımı açığa vuran, esasa ilişkin bir acelecilik. Psikiyatrinin/psikolojinin mevcut manzarasını ve hakim eğilimlerini ifşa eden bir acelecilik, toptancılık, indirgemecilik. Gösterilen tepkilerde gereksiz ve çok erken, çok vakitsiz bir aşırılık. Travma kavramı ve söyleminin bir araç işlevi görmesinden söz ediyorum. Toplumsal ve politik olanın yerinin psikiyatri/psikoloji aygıtı tarafından gasp edilmesinin basit bir aracına dönüşmesinden. Travma kavramı ve onun etrafında kurulan anlatılar, kişisel gelişim hikayesi ve tedavi tekniklerinin psikolojik ve ruhsal alanın tamamını kendine tabi kılan, istila eden, içeriğini boşaltan ve üst-belirleyen bir genişliğe ve ağırlığa ulaşmış olmasından, bir de.

Travma kavramına başvurmadan toplumdan, tarihten, şavaş, zorunlu göç, salgın ve deprem gibi yıkım ve felaketlerden, ekonomik krizlerden, toplumsal ve bireysel ızdıraptan, yoksulluktan, eşitsizlikten, adaletsizlikten, politik baskı ve şiddetten bahsetmek imkansız hale geldi çoktandır. Herhangi bir düşünce, konuşma, ifade ya da değerlendirme ancak travma kavramı boyunca ilerliyor, travmaya atıf yapıyorsa anlamlı sayılır oldu. Travma kavramını baş köşeye oturtmayan herhangi bir metinle karşılaşmak söz konusu bile değil artık. Psikolojik, toplumsal, politik tüm analizlerin anahtar kavramı travma oluverdi birden. O yüzden hiçbir musibetin yapısal/toplumsal/politik nedenleri hesaba katılamaz, düşünülemez oluveriyor.

Bir tür “travma histerisi” bu. Yaşadığımız, başımıza gelen her şeyi ve olayı, her acı, yıkım, kayıp ve şiddeti “travmatik deneyim” olarak kaydetmek istiyor. Söz konusu felaket anını, “travmatik an”ı bütün bağlamından soyutlayarak, sadece o “an”a yoğunlaşmamızı, onu görmemizi talep ediyor. Ekranlarda ve sosyal medyada birden boy gösteren uzmanlar “teskin edilme ihtiyacımızdan”, “belirsizliğin olumsuz etkilerinden”, “öfke kontrolünün yararlarından”, “çöken güven duygusunun yeniden tesis edilmesi gerekliliğinden, “üzüntüyü kabullenme ve yaşama tavsiyelerinden”, “anlamlandırma çabasından ve yeniden kontrol sağlama arayışlarından”, “akut stres reaksiyonlarından”, “travma sonrası stres bozukluğundan”, “yas süreçlerinden ve aşamalarından” söz etmeye başlıyorlar. Böylesi felaketlerin ardından yaşanacak ağır ruhsal/psikolojik sorunların varlığı, bunlara derman olmak için ilk günden itibaren orada olan psikolog/psikiyatrların olağanüstü çabaları ve bunların eşsiz değeri ile ilgili değil söylediklerim. Daha ziyade travma anlatısı ve söyleminin bir noktadan itibaren bizim niyet ve çabalarımızdan koparak kendine özerk bir alan ve işleyiş edinmesi ve böylece toplumsal/politik mesele ve anlatıyı yerinden etmesi ve/ya da toplumsal/politik olanın üstünü örtmesi. Bunun, çıplak gerçeğin hikayesini ıskalamamıza yol açan yeni bir hikaye katmanının oluşmasıyla sonuçlanma ihtimali.             

Halbuki, sefil bir rant, talan, hırsızlık ve soygun şebekesinin buldukları her şeyi yağmalayarak koskoca ülkenin içini boşaltmalarının hikayesi bu. Çalmaya çırpmaya doyamama hikayesi. Korkunç bir istifçilik, hırs ve aç gözlülüğün müşterek varlıklarımızı vahşice gasp etmesinin hikayesi. Kamu kaynaklarına arsızca, hukuksuzca el konulmasının hikayesi. Ülkenin kurumlarının pis bir menfaat ve eş-dost şirketine dönüştürülerek parsellenmesi, fiilen işlevsiz kılınması, ortadan kaldırılmasının hikayesi. Ortak zenginlik ve birikimlerimizin Yeni-Osmanlıcı bir fantezi uğruna çar çur edilmesinin hikayesi. Cehalet ve utanmazlık maddesinden müteşekkil bir güruhun kaderimiz ve geleceğimiz üzerinde hoyratça tepinmesinin hikayesi. Hayatlarımızı zerrece umursamadan işleyen bir iktidar/güç makinesinin, bir haraç organizasyonun hikayesi. 

Bu yüzden, bunların tümü yüzünden çocuklarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız, vatandaşlarımız betona gömüldüler. Göz göre göre işlenen bir toplu katliam hikayesi bu. Feryat ede ede, saatlerce acı içinde kıvrana kıvrana can verdi insanlar. Biz geride kalanların dinleyecek, işitecek takatinin bile olmadığı o ölüm feryatları uzun süre silinmeyecek kulaklarımızdan. Her bir kaybımızın, ölen her bir insanın o korkunç rant/talan/hırsızlık/soygun şebekesinin namussuzluk ve alçaklıklarına işaret eden kahredici hikayeleri düşecek önümüze bir bir. Biz umutsuzca ve çaresizce, her seferinde yetersiz kalacak sözcükler ve imgelerle içimizde muhafaza etmeye çalışacağız tümünü. Unutmayalım, hep hatırlayalım diye. O kısacık zaman diliminde olup bitenler, bellekte bütün sınırları aşarak gitgide daha büyük alanlara yayılsın, orada silinmezcesine kaydolsun diye.