İki okulun oğlan çocukları futbol oynamış, “Türk” çocukları “Yahudi” çocuklarını yenmiş mi, gol mü atmış, her neyse, “Türk” çocukları sağ kollarını kaldırarak ve “Yahudi” çocuklarına dönerek “Nazi selamı” vermişler. Medyanın böyle davranışlar karşısında daha duyarlı olan kesimi bu olayı duyuruyor, geri kalanları çıt çıkarmıyor. İzleyen günlerde bunun bu tipte tek olay olmadığını gene duyarlı basında okuyoruz.
Şaşırıyor muyuz? Ben kendi hesabıma şaşırmıyorum. Neden şaşırmadığımı anlatmaya çalışayım.
Naziler, Hitler v.b. bütün dünyada lanetlendi diyebilir miyiz? Bazı Avrupa ülkelerinde elde edilmiş seçim sonuçlarına bakarak, “bütün” dünya diye genelleyebilir miyiz? Bu seçim sonuçlarının alındığı ülkelerin bazılarında Nazizm zaten “ulusal yaratı” idi (Almanya). Bazılarında Nazi işgali oldu ve bundan memnun olanlar da görüldü (Fransa, bazı Doğu Avrupa ülkeleri). İspanya ve Portekiz kendi versiyonlarını zaten üretmişti. Bu ülkelerde Nazizm’in yenilgisi “ulusal” yenilgi olarak görüldü, görülebildi. Bu da bir mazeret değil ama bir “neden”dir diyelim. Türkiye bütün bu süreç içinde bu olaylara uzaktan bakmayı başardı. Savaşın geldiğini gören Atatürk olsun, yükünü omuzlayan İnönü olsun, faşizme, Nazizm’e sempatiyle bakmadılar. Ama intelicensiyanın bayağı ağır basan kısmı ciddi bir şekilde “Alman taraftarı” olmuştu. Türk ırkçıları, “Hâlâ ne duruyoruz? Hemen Almanya’nın yanında savaşa katılıp Rusya’yı (komünizmi) yerle bir edelim” diye sürekli yayın yaptılar. Ülkeyi savaştan korumak için sıkı bir “tarafsızlık” siyaseti uygulayan İnönü bunlara ilişmedi — Almanya’nın yenileceği iyice anlaşılıncaya kadar. Ondan sonra birkaç dava açıldı. Irkçılar hâlâ İnönü’ye düşmandır.
Neden böyle? Yani bir toplumda intelicensiyanın böyle hararetle Nazi taraftarı olmasının ne gibi bir açıklaması olabilir?
Birinci Dünya Savaşı’nda “silah arkadaşı” olmanın devam eden “vefa” duygusu olabilir mi? Sanmıyorum, başımıza gelen bir yığın felaketin nedeni o “silah arkadaşlığı”. Hayır, o günlerin intelicensiyasının Nazizm’e ve Hitler’e sempatiyle bakmasının nedeni kendi kültürüydü, kendi siyaset anlayışıydı. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak derin bir Mussolini hayranlığı oluşmuştu.
Başka türlü olmaz zaten. Nazizm’in üniformaları, selamlama üslubu, kitleselliği v.b. birtakım insanlara sevimli, olumlu da görünebilir. Bu da aldığı ideolojik terbiyenin belirleyeceği bir şey. Ama sözgelişi Yahudiler’e yapılanlar ve buna benzer akıl almaz hunharlıklardan sonra hâlâ bir Hitler ve Nazizm taraftarı olmak bayağı sağlam bir mide gerektirir.
Bizim kendi tarihimizde “Nazizm” yok ama yeterince korkunç bir kıyım var. Bunu söyleyince “Hayır! Ne münasebet!” diye ayağa fırlayanlar da az değil. Ne var ki, bunların çoğınluğu, aldıkları ideolojik eğitim nedeniyle, böyle bir şey olmadığına inandırılmış insanlar. Onları böyle eğiten ve böyle yönlendirenler ise, kendilerini rahat konumda buldukları anda “Evet, yaptık; icabında gene yaparız” diyen kişiler.
Ama burada sorun sadece böyle bir olayın yaşanmış olması da değil. Devam eden bir “ulusal” eğitim sözkonusu. Hani ucunda “devlet” varsa ya da “millet” varsa (ya da “beka” varsa) demokrasi ya da insan hakları ya da bunlara benzer şeylerin bir kıymet-i harbiyesi kalmaz gibi sözlerle dile gelen bir anlayış tartışılmadan kabul gören bir anlayış ise, Nazi selamı filan da “teferruat” olur. Bu gibi değerleri açık açık aşağılamak “şık olmadığı”, bazı çevrelerde (“önemli çevreler” de olabilir) ayıp sayıldığı için birtakım evrensel değerler de bu eğitim hamulesine eklenmiştir; ama iş ciddiye binince, Nihal Atsız’ın formülünü verdiği “düşmanlar listesi”ne göre tavır almak gerektiği bir şekilde öğretilir. Nihal Atsız diye birinin olduğundan haberiniz olmayabilir, ama o dünya görüşünden habersiz kalamazsınız.
“Canım, bu kadar büyütecek ne var? Cahil çocuklar, çirkin bir şaka yapmışlar; ‘yapmayın’ dersin, yapmazlar” diyecekler de çıkar elbet. Üstelik doğrudur, “şaka” yapmışlardır. Ama bunu “şaka” diye yapanların yarın öbür gün kendilerini sahiden zorda hissederlerse neler yapabileceğini de şöyle bir düşünmekte yarar var.
Dünyada her şeyin bir nedeni var. Niye böyle, bu gibi insanlığa sığmayan bir değerler sistemiyle yaşıyor bu toplum? Niye “Nazi selamı” ile “espri” yapmış oluyor. Çünkü kendisinin modernleşme sürecine girmesi, katılması acılarla dolu geçmiş. Bir “ölüm/kalım” aşamasında hissetmiş kendini. Haksızlığa da uğramış zaman zaman.
Ama bunlardan çıkarılacak ders, gerçek ders, “bize yapılanları” sürekli hatırlamak değil; tersine, bazı şeyleri unutmayı öğrenmek de gerekiyor. Ve kendi yediği naneleri unutmak, unutturmaya, geçiştirmeye çalışmak olabilecek en kötü davranış. Böyle bir davranış, bir toplumun geleceğini de tehlikeye sokar, çünkü bu, bir toplumun “özeleştiri” yapabilmesini sağlayacak araçları o toplumun elinden alır.
Şunu da gözden kaçırmamak gerek: birçoğumuza bir şeyler söyleme ihtiyacını duyuran bu olayın kahramanları şu bu değil, bir “kolej”in öğrencileri! Yani, ideal eğitim koşullarına en fazla yaklaşan imkânlara sahip olması gereken, sahip olduğuna inandığımız bir “kurum”.
Kutuplaşma/kutuplaştırma… Son yıllarda en sık kullandığımız kelimeler ve bunun böyle olmasını kaçınmaz kılan bir siyaset ortamı, bir rejim, bir önder var. Böyle bir iktidar var ve bu iktidar herhangi bir eleştiri karşısında kendini, yaptığını savunmuyor, eleştireni düşman ilan ediyor. Eleştiri bol çünkü eleştirecek olay bol. Dolayısıyla herkes, her gün, her şeyin doğrusunu yapan iktidarı tarafından “düşmanlar” listesine alınabilir — zaten alınıyor.
“Düşman”a karşı ne yapılacağı da iktidar tarafından betimleniyor, tanımlanıyor. Gözünün yaşına bakmak yok. Kavala ya da Demirtaş davasından RTÜK uygulamalarına yığınla örneği var. Ama iktidarın bazı kanatlarına (bu meyanda Cumhurbaşkanı da yer alıyor herhalde) göre bunlar da yetersiz. Yaklaşan seçimde toplumdan bir onay almaları durumunda neler yapabileceklerini düşünmemek daha iyi.
Onun için, zaten sorunlarla dolu olan tarihimizin en zorlu dönemeçlerinden birine yaklaşıyoruz.