Kürtler ve Sosyalizm
Derviş Aydın Akkoç

Sorun eskidir kardeşler, yeni hiç değildir…

(Ece Ayhan)

Gültan Kışanak’ın Kocaeli zindanından yazdığı ve Yeni Yaşam’da yayımlanan yazısının başlığı: “Bir sosyalist olarak…” Mevzu yaklaşan seçimler, ittifak siyasetleri, TİP özelindeki ayrışmalar, tartışmalar, sonradan edilebilecek olası “keşkeler” ve sair üzücü haller üzerine… Hayli sakin, olumlayıcı, kapsayıcı bir ton hâkim yazıdaki sese; fakat deşilmeyi bekleyen tarihsel bir problem de tam olarak bu sükûnette titreşmekte: Kışanak’ın kendi sözünü, eleştirel düşüncesini, tecrübelerinden süzülüp gelen kanaatlerini ifade etmeden önce düşmek zorunda kaldığı o şerh neyin nesidir: “bir sosyalist olarak…”  Pekâlâ “bir anarşist olarak”, “bir Alevi olarak” ya da “bir feminist olarak”, ya da “dümdüz bir Kürt olarak” veyahut da “postyapısalcı bir Kürt olarak” da söze girebilecekken niçin özellikle “bir sosyalist olarak”? Bu garip mecburiyetin de bir sosyolojisi, kendine has bir tarihi muhtemelen vardır ama insan sormadan edemiyor bu başlığın altında ve gerisine hangi ruhsal enerjiler kıpırdamaktadır diye?  Ziyadesiyle zarif bir şekilde sarf edilmiş sözleri orada bir yerlerde sosyalizmin kantarına vuracak birileri mi var? Şu kadar sosyalist, bu kadar milliyetçi, şu kadar da demokrat… Bir gümrük problemi mi söz konusu yoksa? Söze başlamadan önce, kimlerin hangi teorik ve pratik kıstaslarla çizdikleri bilinmeyen bir sınırdan mı geçiliyor, bu durumda pasaport işlemleri için mi gerekli “bir sosyalist olarak” ifadesi?

Yazının son iki paragrafından anlaşılıyor ki, Kürtler özelinde yine ve galiba hiç bitmeyecekmiş gibi görünen şu tanınma, görülme, fark edilme meselesi söz konusu, ama bu kez devlet ve hukuk katında değil, sosyalizm kavramı etrafında:

“Bu yazıyı dışarıdaki gelişmeleri bilmeden kaleme almıştım. Televizyonda TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ı izleyince, birkaç cümle ek yapma ihtiyacı ortaya çıktı. Öyle görülüyor ki, Emek ve Özgürlük İttifakı bir seçim ittifakı niteliğinde değil. Ortak cumhurbaşkanı adayı yok. Ortak seçim listesi de olmayacaksa, bu ittifak artık bir seçim ittifakı niteliğinde değildir. Sayın Erkan Baş, artık baraj kaygısı olmadığı için çok oy alacaklarını söylüyor. Evet, ittifakta olmak TİP için %7 barajını ortadan kaldırıyor ancak, barajı Kürtler yıllarca büyük emekler vererek, bedel ödeyerek anlamsız hale getirdi. HDP 7 Haziran’da barajı yıktı.

12 Eylül faşist darbesinin zulmüne karşı direnmiş, son 7 yıldan beri de cezaevinde hâlâ bedel ödeyerek direnen sosyalist bir Kürt kadın olarak, HDP’nin ve bu seçime girecek olan Yeşil Sol Parti’nin de Kürt sosyalistler, yurtseverler ve Türkiye sosyalist hareketinin ortak partisi olduğunu da hatırlatmak isterim. Yani Meclis’te tek sosyalist parti TİP değil. Bu hakikatleri dikkate alarak, bir tek oyu bile heba etmeye kimsenin hakkı olmadığının da altını çiziyorum. Halklarımıza başarılar diliyorum.”[1]

TİP ile ilgili aktüel tartışmaları bir yana bırakalım, zira Ece Ayhan’ın dediği gibi “sorun eskidir.” Hükümetler değişir ya da değişmez, seçimler de gelir geçer, ama “direnen sosyalist bir Kürt kadın olarak” ifadesi ya da “Meclis’te tek sosyalist parti TİP değil” gibi hüzünlü sözler kalır, birikir... Ece Ayhan “hükümet” mefhumu ile “iktidar” mefhumunu birbirinden ayıramayan “belediye” şairlerine, tapu kadastro aydınlarına, emlakçı politikacılara cin ifrit oluyordu haklı olarak: ona göre, kendi sansasyonel tabiriyle “cumhur sikişini” bir karara ve sonuca bağlamak, bu tatsız tuzsuz “millet seksi”ne bir son vermek, yani “sarışın cumhuriyetin” yüzündeki alları pulları silmek ve “düzayak bir cumhuriyete” intikal etmek hükümet değişimiyle değil, önünde sonunda bir iktidar dönüşümüyle gerçekleşecektir. Bu minvalde “koltuk” değil, “çözüm gücü” olarak “halk iradesi”nden bahis açan Gültan Hanım da bu ayrımın sonuna kadar farkındadır: mesele egemenlik oyununda sahne almak, güç ilişkilerinden pay koparmak; şu kadar milletvekili, bakanlık pazarlığı değil, iktidar yapılanmasını hem Meclis’te hem de sokakta demokratik bir basınçla dönüştürmektir…

***

Hal böyleyken bu dönüşüm siyasetinin başlıca aktörleri olarak Kürtlerin mütemadiyen şu ya da bu şubeye kimlik ibraz etmek zorunda kalmaları: Kışanak’ın “bir sosyalist olarak” ya da daha önceleri Demirtaş’ın “bulunduğunuz yerin soluna bakarsanız bizi görürsünüz” türünden lafları… Biraz daha yoğunlaşsa ucu teşhirciliğe varacak bu türden kırıcı ifade parçalarının sözün muhataplarında değil, Kürtler nezdindeki yeri neresidir, neye tekabül eder… Kürtleri dışarıdan değil, içeriden bir mahcubiyetle sadece bir bölgeye, bir söyleme, otantik bir menü listesine kapayan bir tutumdur bu… Yılları bulan sancılı bir mücadeleye rağmen hâlâ bir olmamışlık duygusu, telafisiz bir eksiklik hissi, orada burada kendini duyuran bir mahcubiyet… Evet, çileli bir ruh halidir bu, değil gündelik yaşamın mikro iktidar ilişkilerinde zindandayken bile kendini açığa vuran…

Kürt halkının kapanmayan trajedilerinden biri çoğun önüne çıkarılan aynalara fazla bakması ve oradan yansıyan şeye istinaden sözün alanına girmesi, politika icra etmesi, söylem üretmesi, haline tavrına bir şekil vermesi: Kürtler de cumhuriyetçidir, Kürtler de sosyalisttir, Kürtler de feministtir, Kürtler de akademiktir, Kürtler de çağdaştır, Kürtler de mütedeyyindir, Kürtler de laiktir, Kürtler de sanatçıdır, Kürtler de barbardır… 

Bu itibarla, şu uğursuz ve habis “de” bağlacından kurtulmak hem ruhsal hem de fiziksel bir özgürleşmenin ilk adımlarından biri olabilir… Bu kadar çok ispata, günah çıkarmaya, kabul ve tasdik çabasına, yenilerin tabiriyle performansa ne gerek var oysa! Galiba yeryüzünde hiçbir halkın omuzlarına bu kadar çok kimlik ve görev yüklenmemiştir: Aleviliği şimdilik dışarıda bırakmak üzere “direnen sosyalist bir Kürt kadın” olarak Gültan Kışanak örneği: 1980 Diyarbakır vahşetini yaşamış, yetmezmiş gibi kaç yıldır hâlâ zindanlarda esir, aktif siyasetle ilişkisi kesilmiş, bu durumda sadece kendi adına konuşmak isteyen bir öznenin, bir kadın öznenin soluna yığılmış tüm bu sıfatlar, fil çekmez bu kadar yükü, hakikaten el insaf…

***

Aynalar ve Kürtler: Ana tarafından Kürt Melih Cevdet Anday, 1981’de yayımlanan o şahane şiiri “Öğle Uykusundan Uyanırken”de Hamlet sendromuna eğilir. Hamlet sadece edebi bir karakter değildir, dünya halkları çok uğraşmıştır onla, kendi trajedilerini ve komedilerini onda hissetmişlerdir… Ayrı bir tartışma bu… Şiirin öznesi önüne dikilen çok duvar görmüştür, birinde meşhur “olmak ya da olmamak” yazıyordur: Marx’ın metaforuyla devrimin ve tarihin “lokomotifine” sonradan, belli bir gecikmeyle giren halkların haletiruhiyelerini Hamlet şahsında tartışmaya açar Anday: Hamlet sürekli kendinden kuşku duyuyor, bu kuşku ve kendine yabancılaşmadan ötürü de eylem “bir kırlangıç yuvası gibi boş” kalıyordur; eylemin ve sözün kesintiye uğramasının esas nedeni Hamlet’in kendine genellikle dışarıdan, etrafını sarmış yığınla aynadan bakıyor olmasıdır, sonu deliliğe kadar varabilecek bu ayna sarmalından çıkış için Melih Cevdet sert bir çözüme işaret eder: “Aynaları kırmak niçin uğursuzluk olsun?” Aynaları kırmaktan çok daha uğursuz olan şey Orhan Koçak’ın kara şakasıyla söylemek gerekirse “aynalarla iyi geçinmektir” aslında…

***

Kürt meselesi bir hassasiyet –aynalarla iyi geçinme– problemi değil, bir hakikat problemidir; bu hakikatle ilişkide aynalara sevdalanmak, tutulmak, yakalanmak, ya da onlardan sıvışmak, firar etmek hep olası… Sadece Kürt meselesi değil, genel anlamda modern varoluş açısından; insanı kendinden şüpheye düşüren, kendine yabancılaştıran, “var mıyım, yok muyum” gibi azaplı bir soruyu daima diri tutan aynalara bakmamak da kendi içinde yumuşak bir edadır elbette, ama onları kırmak da bir yordamdır, ve fakat ister hiç bakmayarak, üzerlerine bir örtü çekerek isterse kırıp parçalayarak olsun; aynaları sorunsallaştırmak elbette kurucu eleştirinin, yapıcı sözün, halis bağların ve müşterek efkârların hasıraltı edilmesi demek değildir. Kaldı ki, aynalardan mustarip Kürtlerin gerek sokaktaki failleri gerekse siyaset sahasındaki temsilcileri her fırsatta müşterek dirence ve demokratik dönüşüm istencine işaret ediyorlar zaten, ne var ki, söze ve kamuya “bir sosyalist olarak” türünden giriş cümleleriyle başlamak –her ne kadar siyasi birer hamle olsalar da– artık epeyce rencide edicidir… Hasılı aynalar, varlık beyanları, yıllanmış katı bakışlar, sürüsüne bereket önyargılar… Bu bahiste Marx değil miydi “bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü” bağrına basan, ama “kamuoyu denilen şeyin hiçbir zaman taviz vermediği” önyargılarına karşı “büyük Floransalının” sözünü tezgâhına alan: “Sen yolundan şaşma, bırak ne derlerse desinler…”       


[1] Gültan Kışanak, “Bir Sosyalist olarak…” Yeni Yaşam, 3 Nisan, 2022.