İki Avukat
Tanıl Bora

Bugün, 5 Nisan, Avukatlar Günü. Barolar Birliği’nin kuruluş yıldönümü olarak, 1978’den beri, öyle kutlanıyor. Günümüz Türkiye’sinde, Avukatlar Günü’nü, 24 Ocak Tehlike Altındaki Avukatlar Günü’ne katmak lâzım aslında.[1]

Dört yıl önceki Tehlike Altındaki Avukatlar Günü’nde, İstanbul Barosu’nun düzenlediği yürüyüşün sloganı neydi? “Avukatların Sesi Kesilirse Yurttaşların Nefesi Kesilir.” Sesin, nefesin nasıl kesilmeye çalışıldığını, gün be gün haberlerden izleyebiliyoruz. Adalet Bakanlığı’nın CHP milletvekili Mahmut Tanal’ın önergesine verdiği cevaba göre, 2016’da 354, 2017’de 487, 2018’de 169, 2019’un ilk dört ayında 143 avukat cezaevinde bulunuyordu, sonrasına ilişkin bir veri bilmiyorum. Savunma hakkını yapısal olarak engelleyen ‘sistemin’ resmini, dört STK’nın hazırladığı, Faruk Eren’in kaleme aldığı Savunmasız Yargı raporunda kuş bakışı görebilirsiniz. [2] Başlık, işin özünü söylüyor.

Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) genel başkanının, Selçuk Kozağaçlı’nın hapsedilmiş olması, savunmasız yargı rejiminin başlıbaşına bir simgesi… ÇHD üyelerinin hüküm giymesiyle sonuçlanan duruşma dizisini Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından avukatlar izlemişti. Selçuk Kozağaçlı demişti ki: “Dünya üzerinde hiçbir ceza davası bu kadar güvende değildir, bu kadar kalabalık bir avukat heyeti tarafından güven altına alınmamıştır.”[3] Kozağaçlı’nın birçok veciz tespitinden biri, bu. Evet, avukatların varlığı, davayı güven altına alır – hukuku güven altına alır. Her şeye rağmen – ve ne kadar güven altına alınabiliyorsa, hiç değilse o kadar...

***

Yakın zamanda yayımlanan kitapları vesilesiyle,[4] iki müstesna avukatın şahsında selamlayalım Avukatlar Günü’ne. İki kadın avukat. Başka dönemlerde yaşamış, dünya görüşleri bambaşka… Biri Süreyya Ağaoğlu, öleli otuz yılı geçti; diğeri Şenal Sarıhan, yaşıyor – ömrüne bereket.

***

Süreyya Ağaoğlu (1903-1989), Türkiye’nin ilk kadın avukatı. Darülfünun’daki Hukuk Fakültesi “Reisi” profesörün karşısına dikilip “Hukuk tahsili yapmak istiyorum, beni kaydeder misiniz?” diye çıkmış bu yola. Üç arkadaş daha bulursa sınıf açacaklarını söylemişler, üç kadın arkadaşını ikna edip sınıfı açtırmış. Cumhuriyet’in ilk kadın avukatı olması yanında, uluslararası hukuk kurum ve kongrelerinin aktif bir katılımcısı olarak, etkileyici bir kariyerin sahibi. Hayatının ukdesinin, çocuk mahkemelerinin kurulduğunu görememek olduğunu öğreniyoruz.

Süreyya Hanım, 1960’larda YTP’de[5] bulunmakla birlikte, aktif siyasete girmemişti. Ancak Ahmet Ağaoğlu’nun kızı ve Samet Ağaoğlu’nun kardeşi olarak, kendisi de liberal-cumhuriyetçi bir siyasî geleneğin ‘yakînidır.’ Onu bir avukat olarak ayırt eden meziyeti, hiç hemfikir olmadığı birçok siyasî maznunun (sanığın) savunmasını, avukat profesyonelliğiyle değil, hukuk anlayışı gereği üstlenmiş olmasıdır.

Mesela, 1950’de Bizim Köy kitabından ötürü tutuklanan Mahmut Makal… (Savunmasını üstlenmek için çektiği telgrafa aldığı cevapta Makal’ın kendisine “Ağabey” diye hitap ettiğini yazıyor!) Mesela, 27 Mayıs arifesinde hükümetin yargı siyasetini protesto için Taksim’deki Atatürk heykeline cübbelerini atmaları üzerine tutuklanan CHP’ye yakın “bazı avukat hanımlar…” Kendisine “Samet Ağaoğlu’nun kardeşine bu hanımlara aracılık etmek yakışmaz” diyen İstanbul sıkıyönetim komutanına, “Size Samet Ağaoğlu’nun kardeşi olarak değil Avukat Süreyya Ağaoğlu olarak başvuruyorum,” cevabını vermiş. 27 Mayısçı subaylardan, Yassıada duruşmaları sırasında doğrudan istiskaline uğradığı Orhan Erkanlı cuntadan tasfiye edildiğinde, hukukî yardıma ihtiyacı olursa yardımcı olacağı haberini göndermiş kendisine.

Marx ve Engels’in kitaplarının çevirmeni hakkında açılan ceza davasını üstlenmesinde, çevirmenin yeğeni (Tektaş Ağaoğlu) olmasının da payı vardı herhalde! Yine de, Soğuk Savaş devrinde Süreyya Ağaoğlu’nun muhitinde onun şu ‘mütalaasına’ katılacak ikinci bir kişiyi bulmak zor olurdu:

“Hiç solcu olmadığım halde, herhangi bir sol teoriyi tercüme eden bir kimsenin mahkemeye sevkedilmesini ve bunun komünist propagandası sayılmasını kabul etmeme imkân yoktur. Fikir hürriyetini, fikir hürriyeti olarak almak gerekir. Ancak eylemden sonradır ki, ister solcu ister sağcı, hakkında takibata geçilebilir kanaatindeyim.”

Yassıada duruşmalarında ağabeyi Samet’i savunurken, “Türkçenin o en zaptedilmez hisleri bile nezahat içinde bütün kuvvetiyle ifade imkânı veren eşsizliğine rağmen,” iddianamelerde “haysiyet kırıcı” ifadeler kullanılmasına şiddetle itiraz edişi, teferruattan sayılamayacak bir avukat hassasiyeti ve hukukçu tavrı…

***

Şenal Sarıhan, -Şenal Abla-, 1948’lidir. Kitabında uzun öğretmenlik deneyimini, ’68 dönemini, 12 Mart işkence, mahkeme ve hapishanelerini, öncülerinden olduğu Cumhuriyet mitinglerini, uzun süre başkanlığını yaptığı Cumhuriyet Kadınları Derneği’ni de anlatıyor. (Orada, mesela “Yurttaş” kavramından “Soros’çu” ve “bölücü” buldukları için rahatsız olan İP’lilerle ipleri nasıl kopardığını da anlatıyor.) Fakat burada konumuz sadece avukatlığı.

Şenal Sarıhan, genç bir öğretmen olarak, Hukuk Fakültesi’ne başlangıçta sırf “şebeke almak” için kaydolmuş. 12 Mart döneminde hapishanede insanların dilekçeleriyle uğraşırken, “alaylı olarak yürüttüğü hukuk yardımlarını artık gerçek bir hukuk insanı olarak yapma” saikiyle işi ciddiye bindirmiş. Baroya (o sıra öğretmenlik yaptığı Kastamonu’da) ilk başvurusu “komünistlikle maruf olduğu” gerekçesiyle geri çevrilmiş.

Sonraları, artık meslekte ustayken, bir hâkimin kendisine “Siz çok cesursunuz, hem de kadın başınıza,” dediğini aktarıyor Şenal Sarıhan. O “hem de”nin icabını, 1994-1995’te ÇHD’de kadın komisyonu kurulmasını sağlarken de yapmış. O sıralar hâlâ “kadın sorununu” devrim sonrasına erteleme ‘fikrinin’ baskın olduğunu unutmayalım. Sarıhan bu “erkek görüşlerini”, “Devrim yapmıyoruz, hukuk yapıyoruz,” diye savuşturduğunu hatırlıyor.

Kozağaçlı’nın genel başkanı olduğu ÇHD’nin 1990 yazında 12 Eylül’den sonra tekrar açılmasını sağlayan küçük grupta da yer almış, üç dönem genel başkanlık yapmıştı Şenal Sarıhan. Kitapta, yeniden kuruluş aşamasında karşılaştıkları baskılar da yer alıyor.

Sarıhan’ı ülkenin en görmüş geçirmiş siyasi ceza avukatlarından biri yapan hukuk mücadelesi geçmişinde, 1 Mayıs 1977 davasından 12 Eylül siyasi toplu davalarına, 1980’lerin ve 1990’ların işkence davalarına uzanan ağır bir mesai var. Sivas katliamı davası var. Bu davada sanıkların mahkeme heyetine bozuk para, kalem vesaire fırlattıklarına, sadece müdahil avukatlara değil yakınlarını kaybetmiş acılı insanlara hakaretler yağdırmalarına, “vebal alamam” diyerek kesin teşhisten imtina eden bir tanığa bile küfretmelerine tanıklık etmiş. (İslamcı “mağduriyet” zanaatının bir de bu ibretlik yüzü var.)

Hem de kadın başına bu kadar cesur olmasına dudak ısıran o hakimin hayreti, Sarıhan’ın ne Kürt ne Alevi olduğunu öğrenince iyice büyümüş. İnsan haklarını “sadece” insan hakları uğruna savunmak, hiç olacak şey mi! Şenal Sarıhan, İHD kongresinde Kürtçe konuştuğu için koğuşturmaya uğrayan (ve sonra korkunç bir şekilde katledilen) Vedat Aydın’ın da, onun savunmasını üstlendiğinde, kendisinin bir “Kürt kızı” olmadığını öğrenince şaşırdığını hatırlıyor… Sarıhan’ın 1990’larda faili meçhul davaları için gittiği Diyarbakır’da yaşadıkları, bir küçük korku hikâyesidir: Beyaz Toros takibi, telefonla, ensesine yanaşarak, türlü türlü tehditler...  Evine gelen tehdit aramalarını çocukları işitmesin diye telefonu sürekli markaja alma gayretinin asap bozucu gerilimine değiniyor, bir ara…

Sürekli “örgüt avukatı” suçlamasına muhatap olarak yürüttüğü mücadelesinde, hakim ve savcının odalarında çay içmemek gibi küçük ama önemli sembolizmlerle, avukatlık etiği üzerine de küçük ama önemli notlar düşüyor Şenal Sarıhan. Sadre şifa bir sonuç alınamayacağından emin olsa, yani hiç iyimser olmasa bile, işkencecileri ve sair zalimleri mahkeme önüne çıkartma, suçlarını kayda geçirtme sebatı, onun için bizzat umut kaynağıdır. Tekrarlayalım: Ömrüne bereket!

Avukatlığın böyle bir cesareti gerektirmeyeceği bir yargı düzeni için uğraşan bütün cesur avukatların, ömrüne bereket.


[1] Ki, Uluslararası Tehlike Altındaki Avukatlar Günü, 2012 ve 2019’da Türkiye’deki avukatlara ithaf edilmişti.

[2] https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2021/08/Savunmasiz-Yargi.pdf

[3] https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/269702-selcuk-kozagacli-helallesmeyecegiz

[4] Vesilemiz, şu kitaplar: Süreyya Ağaoğlu: Bir Ömür Böyle Geçti – Sessiz Gemiyi Beklerken. Yapı Kredi Kültür Yayınları, İstanbul 2023. (İlk basımı 1984). Şenal Sarıhan: Savunma KürsüsündeBir Siyasi Dava Avukatının Anıları. Literatür Yayınları, İstanbul 2022.

[5] Adalet Partisi’yle birlikte Demokrat Parti’nin iki halefinden biriydi. DP’nin şehirli-‘seçkin’ zümresini temsil ediyordu, fazla uzun ömürlü olamadı.