Seçim günü yaklaştıkça seçim atmosferinin gerilim dozu da yükseliyor. Bu gerilimi kasıtlı bir biçimde yükseltenin iktidar cephesi olması da endişe dozunu artırıyor. “Seçimde ne olacak?” sorusundan önce “seçim olacak mı?” sorusu, ya da “olacak şey seçime benzeyecek mi?" sorusu ön plana çıkıyor.
Bir yanda yarı-meczup görünümlü adamların savurduğu tehditler var. Hayatı bizlere cehennem edeceklerini söylüyorlar. Tek olumlu vaatleri bu cehennem hayatının fazla sürmeyecek olması. Bir yanda ise fiziksel saldırılar görüyoruz. Bunlar —henüz— çok ciddi değil: kurusıkı mermi ya da boş binaya sıkılmış v.b. Ama şimdilik böyle olması ileride ciddileşmeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Bu “ileri” konusu ayrıca tedirgin edici. Kalabalık bağırıyor, “Öl de ölelim, vur de vuralım!” Onları böyle coşturan Hulusi Akar; Akar cevap veriyor, o günlerin de geleceğine dair müjde veriyor.
Hulusi Akar öyle “rastgele” bir adam değil. Genelkurmay Başkanlığı gibi ağır sorumluluk taşıyan bir mevkide bulunduktan sonra “bakan” olmuş biri (AKP yönetiminde “bakan” kelimesinden ne anlamamız gerektiği belirsiz bir hale geldi ama herhalde “sorumsuz” anlamına gelmiyor). Onun gibi belirli bir yetki ve sorumluluk içeren mevkilerde oturan AKP “ileri gelenleri”nin tavırları da güven vermiyor ki en ciddi tehdit burada.
İktidarın hukuk dışı, usul dışı davranışlarda bulunması ihtimali var. Şimdiye kadar gördüklerimiz şimdiden sonra görebileceklerimiz hakkında fikir verir. AKP yönetiminin performansı kendine yararlı gördüğü şeyi “yasa” saydığını gösteriyor. Onun için bu bakımdan hazırlıklı olmalıyız. İktidarın “kural tanımazlığı” karşısında muhalefetin her şeyi “kuralına göre yapmakla” yükümlü olması bu kıran kırana ortamında önemli bir dezavantaj olabilir ama zorunlu.
Seçimden bu gibi engellere toslamadan çıktık diyelim. Yarışı iktidar cephesinin kazanması ihtimali zayıf ama çok tehlikeli. Seçimin böyle sonuçlanması Türkiye’nin karanlık bir yola sapması olacaktır. Sonunda bunu oylarıyla gerçekleştirenlerin dahi mutlu olmayacağı bir yolculuk demek olacaktır. AKP’nin de kazandığı zaferin sonuçlarıyla başa çıkma ihtimalinin bayağı zor olacağını düşünüyorum.
Ancak, bu sonuç bana çok muhtemel görünmüyor. Türkiye’de buna benzer durumlarda olacakları önceden tahmin etmenin güçlüğü dillere destan. İktidarın hukuk ve siyaset alanında icraatının felaketi bence başarısızlığının en belirgin olduğu alan ama bu sicilin Türkiye gibi bir toplumda onu iktidardan uzaklaştırmaya yeterli olacağından emin değilim. Ama ekonominin geldiği yer, deprem karşısında uğranan hezimet gibi etkenlerin daha belirleyici olduğu kanısındayım.
Seçim AKP ve Tayyip Erdoğan zihniyetini iktidardan uzaklaştıracak sonucu verirse bu Türkiye için çok önemli bir başlangıç olabilir. Türkiye, kuruluş koşullarının mahiyeti nedeniyle kendi silahlı kuvvetlerinden gelen bir askeri tehdit altında yaşayan bir toplumdu. Tarihin bu aşamasında bu tehdit zayıflamış gibi görünüyor. Ama 2000’li yılları askeri diktatörlük yerine “plebisiter diktatörlük” rejiminde geçirdik. “Askeri darbeler” olmuş ve topluma vakit kaybettirmişti ama başka birçok yerde de gördüğümüz askeri diktatörlükler gibi uzamamış, derinlere sinen izler bırakmamıştı. AKP’nin yirmi küsur yıllık iktidarı “yarı-teokratik” bir plebisiter diktatörlüğün çok daha beter bir yönetim biçimi olduğunu gösterdi. Bu rejimi oylarıyla sona erdiren bir toplum olmayı başarmak, Türkiye’ye enerji ve kendine güven kazandıracaktır. Demokrasiyi, kuvvetler ayrılığı ilkesini şiddetle reddeden, yargıyı iktidarın emir eri haline getiren keyfi tek-adamlık rejimi ile nereye varacağımızı, nasıl yol alacağımızı deneyimledik, yaşayarak öğrendik. Muhalefetin farklı dünya görüşlerine rağmen kurmayı başardığı “demokratik konsensüs” Türkiye için değerli bir kazanım oldu. Bunun boşa gitmesine izin vermemeliyiz. Bu, kendi başarımızı kendi elimizle sildiğimiz anlamına gelir. Şu anda muhalefet cephesini meydana getiren kadroların güçleri ve yeteneklerinin bu zorlu işleri yapmaya yeteceği kanısındayım.