Geçen hafta Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararını biliyorsunuz değil mi? Kadın mücadelesinin, hukukçuların, teker teker birçok kadının yargı yoluyla çözmeye çalıştığı, kurumsallaşmış ve yapısallaşmış bir eşitsizliğin nihayete erdiğini düşündüğümüz o kararı. Evli kadının evlendikten sonra soyadını değiştirmesini zorunlu kılan Medeni Kanun hükmünün iptalinden bahsediyorum. Uzun yıllara dayanmış bir mücadelenin günün sonunda davada inat ve ısrar edilirse nasıl da kazanılabileceğini anlatan bir karardır aslına bakarsanız. Sonundaki karşıya rağmen… Ancak bu yazıda, kararı ve sonuçlarını teknik detaylarıyla yazmaktan ve hatta belki de övmekten başka bir şey yapmak istiyorum. Hem bu karara bizi ulaştıran kadın mücadelesi tarihinden parçalar sunmak, hem de neden aslında bu kararının buzdağının sadece bir yüzü olduğunu anlatmak. Çünkü maalesef, kadının soyadı yetmez. Çünkü kadının soyadı meselesi, sadece kadının evlenmeden önceki bekarlık soyadını tek başına taşımak istemeleriyle sınırlı değil. Bu mücadelenin başka veçheleri de var.
Medeni Kanun’un bu hükmü, ilk kez 1998 yılında Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Mahkeme, kadınların evlendikten sonra kocanın soyadını taşıma zorunluluğunun, sosyal gerçeklerden kaynaklandığını ve yasa koyucunun, yıllar boyu kökleşmiş bir geleneği kurumsallaştırmasından kaynaklandığını söyledi. Tabii, yasa koyucunun neden kökleşmiş gelenekleri kurumsallaştırma görevi olduğuna pek değinmedi. Bu ret kararının gerekçesinin, kararın kendisinden 4 yıl sonra yayımlanmış olması da bir şeyler söylüyordu tabii.
Hikâyenin burada bitmediğini biliyoruz, 2004’teki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci, Ayten Ünal kararı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurular, bireysel başvuruda elde edilmiş bir kazanım olarak Sevim Akat Eşki kararı. Aynı konu tekrar, bu sefer 2011 yılında Anayasa Mahkemesi’nin önüne geldi. Ancak 2011 yılındaki kararın karşı oyunda, Alman Anayasa Mahkemesi’nin kadının soyadı kararından alınan bir cümle vardır, önemlidir: “Bir ilişkinin geleneksel yapısı, eşitsizliği haklı kılamaz.”
Ama bunlardan başka bakmamız gereken bir yer daha var. 2011 yılında Siirt Asliye Hukuk Mahkemesi, bir başka kararı Anayasa Mahkemesi’nden almayı başarmıştı. Siirt’te boşanmış bir kadın, velayetini almış olduğu çocuğunun da kendisiyle aynı soyadını taşımasını istiyordu. Çocuğun da aynı yönlü beyanına rağmen mahkemeler, Soyadı Kanunu’na dayanarak velayet annede olsa bile, annenin çocuğuna soyadı verme hakkı olmadığını söylüyordu. 2011 yılında Siirt Mahkemesi’nin başvurusuyla norm iptal edildi, üstelik oybirliğiyle. Mahkeme, oldukça açıktı:
“Eşler, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumdadırlar. Erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmaması, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğurur. Bu nedenle itiraz konusu kural, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.”
Bu yüzden kadınların soyadı mücadelesi, sadece kendinden menkul bir mücadele değil.[1] Boşanmadan velayete ve hatta kimi zaman kadınların, kocalarının soyadını taşımak istemesine rağmen bizzat boşandıkları eşler tarafından soyadının tehdit olarak kullanılması ve geri alınması sebebiyle şekillenen bir mücadele. Kadınlar, evlendikten sonra kocalarının soyadını alıyorlar, belki bekarlık soyadlarını da kullanmıyorlar, bu isimle biliniyorlar, kimlikleri bu soyadıyla oluşuyor, işlerini bu soyadıyla yapıyorlar, belgelerini, resmi dokümanlarını, diplomalarını, ehliyetlerini bu soyadıyla çıkarıyorlar ve günün sonunda boşandıklarında, içini kendilerinin doldurdukları bu soyadına ilişkin tüm hakları kocaları tarafından geri alınıyor. Çünkü evlilik yoluyla verilen bu isim hiçbir zaman hukuk sisteminde kadının mutlak hakkıymış gibi görülmüyor. Medeni Kanun’da yazar. Boşanan kadın, kamuoyunda o soyadıyla bilindiği, çevresinde o şekilde tanındığı ya da sadece çocuğuyla aynı soyadını taşımak istediği için kocasının soyadını boşandıktan sonra da kullanmak isterse, bunda haklı bir menfaatinin bulunduğunu ve bunun kocasına zarar vermeyeceğini kanıtlamak zorundadır. Soyadı, herkes için mutlak hak ancak kadın için mutlak haksızlık olarak bir başka eşitsizliğin tahakküm alanı oluverir. Kadın, kocasının soyadını sadece almama mücadelesi vermiyordur bu yüzden, bazen tam da kocaya karşı artık yerleşmiş o soyadını sahiplenmiş olmasının mücadelesini veriyordur. Çünkü eski koca istemezse, kadın içini tamamen kendisinin doldurduğu o soyadını taşımaktan yasaklıdır. Bu sistemin eşitsiz yapısında kadın her evlendiğinde ve her boşandığında yeniden soyadı değiştirmek zorunda kalacaktır.
AİHM’de verilen mücadele ayrıca değinilmeyi hak ediyor. Avukat Ayten Ünal’ın Türkiye aleyhine açtığı davayı kazanmasından sonra Türkiye’de yargısal bir yarılma da yaşanmıştır. Bazı mahkemeler, temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerin kanun hükmünde olmasından ötürü doğrudan kararı uygulamış, çoğunluğu ise kararı görmezden gelmiştir.[2]
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yoluyla verdiği Sevim Akat Eşki kararından sonra bekarlık soyadını kullanmak isteyen her kadının önce başvurması, bu başvurusunun reddedilmesi, kocasına karşı dava açması, bu davalar reddedilirse de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunması gibi uzun ve masraflı bir süreç gerekiyor. Bunun kendisi, kadınların adalete erişim hakkı açısından da bir şeyler söylüyor. Üstelik kadının açtığı dava, talebi reddeden devlete karşı değil, doğrudan kocaya karşı açılıyor. Yani geleneksel aile kurumunu yasa yoluyla tahkim etmek isteyen sistemin bulduğu çözüm, kadınla kocayı davalı ve davacı olarak karşı karşıya getirmek.
Daha sonra 30 Haziran 2022’de İstanbul 8. Aile Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’ne bu normu taşıdı. Ancak geçen sene AYM, başvurununum usule uygun yapılmamasından ötürü ret kararı verdi.[3] Ve aynı İstanbul 8. Aile Mahkemesi’nin tekrar yaptığı başvuru sonucunda AYM, kadının evlendikten sonra kocasının soyadını alacağına ilişkin hükmü iptal etti, kararın 9 ay sonra yürürlüğe gireceğini söyledi ve yasa koyucuya yeni yasa için süre verdi. Yeni alternatifler, aile soyadının beraber seçilmesi, alternatif soyadı seçimine imkân tanımak gibi şekillendirilebilir.[4]
Ancak kararın AYM üyesi Topal tarafından yazılmış karşı oyunu anmak gerekiyor. Çünkü bu karşıoy “ Kısacası kadın-erkek arasında yaratılış gerçekliği olarak yapısal eşitsizlik vardır. Bu durum, genel olarak toplumda konumları itibarıyla kadın ve erkeğin eşitliğine engel olarak görülmektedir. Dolayısıyla üzerinde söz söylemeye fırsat bile verilmeden kabullenilmesi gereken dogmatik bir değer olarak öne sürülse de ailede kadın/erkek eşitliği, modern hurafelerden birisidir ve ne ailede ne de toplumda huzuru, adaleti ve mutluluğu sağlayabilecek bir özelliğe sahiptir.” diyor. Hayır, eşitiz demek ne kadar fayda eder, bilemiyorum. Ama hükümetin 2004 yılında AİHM’deki davada yaptığı savunma dahi, bu karşı oydan daha yaratıcı. O zamanki hükümete göre kadınların %68,8’i çok kısıtlı ekonomik özgürlüğe sahiptir ve bu yüzden kocanın soyadına dayalı ortak bir soyadı, kadının ailedeki konumunu güçlendirir. Kadına yönelik ekonomik şiddetin ve yoksulluğun sebeplerine yönelip onunla mücadele etmek yerine soyadını, kadın yoksulluğunu gizlemek ve onun çözümü olarak göstermek sanıyorum epey yaratıcı yazarlık gerektiriyordu. Aynı bugün, farklılığın eşitliğe engel olduğunu zannedenlerin yaratıcı yazarlığı gibi…
Ancak tüm bu tartışmaların yanında bir başka mesele hala önümüzde çünkü kadınlar, kocalarının soyadını taşısın taşımasın, kocalarının memleketlisi olmaya devam ediyorlar. Çünkü asıl ihlaller her zaman büyük kanunlarda karşımıza çıkmıyor, çoğu zaman mevzuatın satır aralarına, yönetmeliklerin içine gizlenmiş, daha az bilinen ancak daha çok uygulanan tematik kanunlarda görünüyor. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 23. maddesi kadınların evlendikten sonra kütüklerini değiştiriyor ve evlenen kadının tüm kaydını kocanın kaydına taşıyor. Kadın yeniden evlenirse, tüm kayıtlar bu sefer yeniden yeni kocanın kütüğüne geçiyor. Yani kadınlar, bir soyadından diğerine, bir kütükten başkasına bir seyir izliyorlar. Evet, Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla kadınlar eğer isterlerse sadece bekarlık soyadını kullanabilirler, ancak kadınlar Nüfus Hizmetleri Kanunu’na göre hala kocalarının hemşerileri olmaya devam ediyorlar. Boşanan, şiddete uğrayan, ayrılamayan, çocuğuyla yalnız mücadele yürüten kadınlar için kütük meselesi hala bir handikap. Eşitsizliğin sadece görünen yüzü değil, bazen görünmeyen yüzleri daha çok şey söyler ve tabii bazen mücadelenin görünen yüzünü, görünmeyen yüzüne de çevirmek gerekir. …Ki bilirsiniz, kadınlar genellikle bunu yaparlar.
Ceren Akçabay’ın çevirisiyle okuduğumuz Ann Scales’in feminist hukuk teorisini bilirsiniz, o güzel çeviride Ann Scales şunu söylüyordu: “Ataerkil hukuk düzeni, feminist hukukçuları, öznel seçimlerinin mızmız temsilcileri olarak görür.”[5]
Mızmızlık onlara kalsın, biz yasa koyucuların cadısı olmaya devam edelim. Çünkü iptal ettirilecek nice düzenleme, doldurulacak çok hukuki boşluğumuz var.
[1] Bu mücadelenin hukuksal seyri için: Nazan Moroğlu, Kadının Kimlik Sorunu “Kadının Soyadı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi · Cilt Mart-Nisan 2012, Sayı 99, ss. 246-268; Selin Esen/ Merih Öden, Anayasa Mahkemesi ve Evli Kadının Soyadı, Prof. Dr. Erdal ONAR’a Armağan, Cilt 2, Ankara Üniversitesi Yayınları, Sayı 391, Ankara, 2013, ss.817-837, Saibe Oktay Özdemir, Soyadı Ve İle İlgili İsviçre Medeni Kanunu’nda 2013 Yılında Yürürlüğe Giren Değişiklikler İle Türk Hukukundaki Durumun Karşılaştırılması, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 22, Sayı 3, 2016, ss.2017- 2032; Ayşe Havutçu, Yasemin Kalkancı, Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru Kararları Işığında Kadının Soyadı, Hukuk Fakültesi Dergisi Yıl 6 Sayı 2 - Aralık 2020 (135-180).
[2] AİHM, kadının soyadı ile ilgili olarak Türkiye hakkında birden çok ihlal kararı vermiştir: Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004; Leventoğlu Abdulkadiroğlu/Türkiye, B. No: 7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş/Türkiye, B. No: 26268/08, 3/10/2013; Tanbay Tüten/Türkiye, B. No:38249/09, 10/12/2013.
[3] E. 2022/86.
[4] Nazan Moroğlu’nun Almanya’daki kadın mücadelesini örnekleyerek anlattığı alternatiflere dikkat edebiliriz.
[5] Ann Scales, Hukuki Feminizm, Dost Kitabevi, çev. Ceren Akçabay.