Beklenen çağrı geldi. Öcalan PKK’ye çağrı yaparak silahları bırakmasını ve kendisini feshetmesini istedi. Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan olumlu açıklamalar geldi. Selahattin Demirtaş sürece desteğini açıkladı ve herkesi katkı sunmaya çağırdı. PKK, ateşkes ilan ettiğini açıkladı ve çağrıya olumlu cevap vereceğini, bu kapsamda kongreyi toplayacağını duyurdu. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen kaygılar da yok değil. Bir yandan da akıllardaki temel soru şu: devlet ve hükümet ne yapacak? Hangi adımları atacak? Süreç Kürt meselesinin çözümünü kapsayacak mı?
Çağrı’nın Anlamı
Öcalan’ın çağrısı 41 yılı geride bırakan, eski cumhurbaşkanlarından Demirel’in tabiriyle 29. Kürt isyanının bitişinin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Bu çağrı sadece Türkiye’deki rejim formasyonu açısından değil, Kürt meselesinin sınır-aşan boyutları bakımından da tarihî bir kırılma anında olduğumuza işaret ediyor.
Türkiye’de Kürt çatışması siyasal alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik kaynağı işlevi görerek ve dış politikada ülkeyi otoriter dünyanın bir parçası kılarak rejim formasyonunun en önemli dinamiklerinden birini oluşturdu. Bu anlamda Türkiye’nin rejim formasyonunda bir değişimin olacağını beklemek gerekir. Zira, bu durum mevcut aktörlerin amaçlarını, stratejilerini, beklentilerini aşan yapısal bir değişime işaret ediyor.
Öte yandan, Kürt meselesi sınır-aşan jeopolitik bir mesele. Yarım asra yakın çatışma sadece Türkiye’nin Kürt meselesine değil, aynı zamanda Irak, İran ve Suriye’nin de Kürt meselelerine yapısal etkilerde bulundu. Buralarda da değişimler kapıda.
Çağrı’yı anlamak için bağlamsallaştırmak önemli. Özetle, çağrı 1999-2004, 2007-2011 ve 2013-2015 yıllarında cereyan eden üç barış/diyalog girişiminin başarısız olmasından sonra, yaklaşık 10 yıllık sert bir politik iklimin ardından, Kürt meselesinin bölgesel denkleminde radikal kırılmaların yaşandığı bir dönemde başlayan dördüncü barış süreci kapsamında yapıldı. Yeni sürecin en kritik aşaması PKK’nin silah bırakmasıydı. Çağrı, en kritik aşamanın aşıldığını gösteriyor.
Önceki süreçlerin tamamında devletin ana beklentisi PKK’nin silah bırakmasıydı. Nitekim, 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe toplantısında da benzer bir silahsızlanma ve bu amaçla kongre toplama çağrısı yapılmıştı. Ancak o dönem bu talep karşılanmamış ve süreç sona ermişti. Bugün, bırakılan yerden süreç yeniden başladı. Bununla birlikte, geçmişten farklı olarak Öcalan, silahsızlanma konusunda daha net bir irade ortaya koydu. PKK’nin çağrıya verdiği ilk cevap –bir yol kazası olmazsa– silah bırakma sürecinin gerçekleşeceğini gösteriyor.
Çağrının İçeriği: Olanlar, Olmayanlar
Çağrının esasını silahsızlanma oluştursa da içerik detayları da önem arz ediyor. Bununla birlikte, içeriği değerlendirirken bağlamsallaştırmayı dikkate almak, yer verilenler kadar verilmeyenleri, zaman, mekân ve aktörler kümesini gözetmek gerekir. Bu noktada çok büyük meselelerin 1,5 sayfa gibi kısa bir metin içerisinde değerlendirildiğini, bu anlamda içeriğin silahsızlanmaya kıyasla bir yönüyle tali olduğu söylenebilir.
Yukarıdaki notu düştükten sonra çağrının içeriğine baktığımızda, dikkat çeken ve üzerinde tartışmaların yoğunlaştığı temel mesele Kürt meselesinin çözümünde dışarıda bırakılan modeller: ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik, kültüralist yaklaşımlar. Öcalan, özetle, bu modellerin toplum sosyolojisine uymadığını ifade ederek genel bir demokratikleşme ve kimliklere saygıya vurgu yapıyor.
Öne çıkan tartışmaların aksine, bu konuda bir kopuştan ziyade sürekliliğin olduğunu hatırlatmak gerekir. Zira, Öcalan’ın 1999 yılından bu yana aldığı tutumlara bakılırsa birkaç konuda tutarlı bir süreklilik bulunuyor.
İlki, Öcalan, mevcut süreç dahil tüm süreçlerde minimalist bir çerçeve sundu. Bu yaklaşımının temel nedeni kanaatimce müzakere zeminini oluşturmak ve güçlendirmek. Zira, siyasal ufkun temel özelliği yürümeyi mümkün kılması. Yürüdükçe ufuk yerinde durmaz, o da yer değiştirir. Sürecin dinamikleri yeni yollar yeni ufuklar inşa eder.
İkincisi, Öcalan iç çözümcü. 1999 yılında yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinden bu yana Öcalan çözümü Ankara’da arıyor. 1999 yılındaki yakalanma deneyimi Öcalan’ın düşünce sistematiğinde belirleyici bir etkide bulundu. Zira, o dönem Rusya, İtalya, Yunanistan güzergâhları İmralı’da sona erdi.
Üçüncüsü, Öcalan pragmatist biri ve siyasal alanda yeni kavramlar üretme, bu kavramları yeniden yorumlama, yeniden içeriklendirme konusunda oldukça üretken ve esnek bir yaklaşıma sahip.
Dördüncüsü, federasyon, özerklik gibi talepleri Öcalan 1999 yılından bu yana dışarıda bırakıyor. Bu durum yeni değil. Ne, 1999-2004 İmralı Sürecindeki “Demokratik Cumhuriyet” önerisi, ne 2007-2011 Oslo Sürecindeki “Demokratik Özerklik” önerisi, ne de 2013-2015 Çözüm Sürecindeki “Yerel Demokrasi” önerisi özerk ya da federe bir Kürt bölgesi içeriyordu. Bu anlamda çağrının içeriği, Avrupa Birliği hukuku içerisinde genel bir demokratikleşmeye ve bu kapsamda dilsel ve kültürel hakların tanınmasına vurgu yapan “Demokratik Cumhuriyet” tezine yakın bir çerçeve sunuyor.
Bugün farklı olan, yerel yönetimler ya da Kürtlerin bir kolektif özne olarak siyasal katılım haklarına ilişkin öğelerin metinde yer almaması. Bununla birlikte kimlik haklarına saygı ve demokratikleşme çerçevesinin yerel yönetimlerin güçlendirilmesini, kimlik temelli olmayan ademimerkeziyet modellerini ya da Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi düzenlemeleri dışarıda bırakmadığını not etmek gerekiyor.
Çağrıda dikkat çeken ve önceki süreçlerden radikal bir farklılık arz eden temel mesele PKK’nin silahsızlanması ile Kürt meselesinin nihai çözümü arasında bir ilişki kurmaması. Öcalan, önceki süreçlerin tamamında bu ilişkiyi doğrudan kurdu ve bütünlüklü bir çerçevede meseleleri ele almayı önerdi. Bununla birlikte, son çağrıda Kürt meselesinin çözümü ile PKK’nin silahsızlanması arasında bir bütünlük ilişkisi kurulmuyor. Bunun yerine, Kürt meselesinin şiddetten arındırılması, siyasal ve hukuksal zemine taşınması öneriliyor. Daha açık bir ifadeyle, Kürt meselesinin çözümünden ziyade, bu çözüme zemin oluşturabilecek, meselenin çözümüne kapı açabilecek demokratik bir zeminin oluşması hedefleniyor. Bu demokratik zeminden ötesi ise sivil ve siyasal mücadeleye; başta DEM Parti olmak üzere diğer siyasi hareketlere, sivil aktörlere bırakılıyor.
Kanaatimce çağrının dikkate çeken bir diğer önemli özelliği ise Kürt meselesinin bölgesel dinamiklerini içermemesi. Bahçeli’nin ilk çıkışından bu yana neredeyse herkes meseleyi Suriye’de olan bitenlere ve bölgesel dinamiklere bağlarken, bu husus metinde yer almıyor. Oysaki 2013-2015 Çözüm Süreci’ni sembolik olarak başlatan, 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır Nevroz meydanında okunan Öcalan metni bölgesel ölçekte bir Kürt-Türk ittifakı öneriyor ve meseleyi ve çözümü bölgesel bir bağlama oturtuyordu.
Çağrının Potansiyel Bölgesel Etkileri
Çağrı metninde Kürt meselesinin bölgesel dinamikleri yer almasa da çağrının kendisi bu konuda büyük değişim potansiyelleri taşıyor.
En önemli etki muhtemelen Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesiyle (IKB) olan ilişkilerinde görülecek. Bugünlerde yeniden başlayacak olan petrol ihracatı zaten bu etkinin başladığını gösteriyor. IKB kurulduğu günden bugüne hem siyasi hem de ekonomik alanda Türkiye’ye yatırım yapıyor. Zira, Türkiye, IKB için batıya açılan yegâne kapı demek. Türkiye’nin IKB ile kurduğu ilişkide temel kriz alanı kendi Kürt çatışması, PKK ve Kandil idi. IKB sınır-ötesi Kürt dayanışmasından öteye kendi stratejik çıkarları gereği neredeyse tüm barış süreçlerini destekledi. Bugün de gelen açıklamalar bu desteğin daha güçlü bir şekilde verileceğini gösteriyor. Silah meselesinin gündemden çıktığı bir denklemde Türkiye-IKB ilişkilerinde hem ekonomik hem de siyasi alanda bir filizlenme beklemek gerekir.
İkinci olarak, Suriye ve Rojava meselesinde de Türkiye’nin pozisyonunda değişim potansiyeli bulunuyor. PKK ve şiddet meselesinin ortadan kalktığı bir denklemde Türkiye’nin Suriye ve Rojava bölgesine yönelik tehdit algısı önemli oranda değişecektir. Zira, Suriye Kürtleri ne demografik ne ekonomik ne askeri ne de siyasi ve diplomatik olarak Türkiye’ye risk oluşturacak bir güce sahip. PKK’nin feshedildiği ve şiddetin geride kaldığı bir denklemde Türkiye’nin Suriye Kürtleriyle daha dostane bir ilişki kurmasının zemini de güçlenecektir. Bu konuda hem Rojava yönetiminin hem de uluslararası aktörlerin manevra sahası da genişleyecektir. Öcalan’ın çağrısı sonrası ABD’den gelen ilk açıklama buna işaret ediyor.
Üçüncü olarak, Rojava ve IKB arasındaki ilişkilerin gelişmesi için zemin güçlenecektir. Zaten mevcut durumda uzun bir kriz döneminden sonra, ABD ve Fransa’nın teşvikiyle iki Kürt bölgesi arasındaki ilişkiler görece iyileşti. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik risk algısının azaldığı bir denklemde bu ilişkinin daha da gelişeceği öngörülebilir. Dolayısıyla, 41 yılı aşan Kürt çatışmasını sonlandırmış, kendi Kürt meselesini siyaset ve hukuk zeminine çekmeyi başarmış bir Türkiye, IKB ile olan ekonomik ve siyasi işbirliği deneyimi dikkate alındığında, Suriye Kürtlerini de içerecek şekilde yeni bir bölgesel işbirliği ve ortaklığa yatırım yapabilir. En azından bu konuda zemin daha uygun hale gelecektir.
Son olarak, Türkiye, Suriye ve Irak’taki değişimlerin İran’ın Kürt meselesine de etki edeceği öngörülebilir. İşlerin yolunda gitmesi durumunda İran’da da Kürt meselesinin şiddetten arındırılarak siyasi çözüm zemininin güçlendirilmesi kolaylaşacaktır.
Sonraki Adımlar ve Riskler
Çağrıdan sonra en önemli adım PKK’nin vereceği cevap. 2013-2015 Çözüm Süreci’yle kıyaslandığında hem Öcalan’ın ortaya koyduğu irade hem de PKK’den gelen ilk cevap iyimserliği artırıyor. Bununla birlikte, önceki döneme kıyasla en az üç faktörden dolayı riskler daha fazla ve zemin daha kırılgan.
İlk olarak, 2013-2015 Çözüm Süreci, yaklaşık 10 yıllık bir reform süreci sonrasında gerçekleşti. Bugün ise, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra devletin bir güvenlik krizine girdiği, OHAL deneyiminden sonra kusurlu demokrasiden hibrit bir rejime doğru geriye düşüşün yaşandığı 10 yıllık bir dönemden sonra silahsızlanmayı konuşuyoruz. Bu anlamda siyasal ve hukuksal zeminin güçlendirilme ihtiyacı bugün daha fazla ve daha zor.
İkincisi, 2015 döneminde küresel ölçekte hak ve hukuk mücadelesinin görece daha güçlü olduğu bir trend vardı. Türkiye’nin AB üyelik süreci bu derece geriye düşmemişti. Bugün ise küresel düzeyde hak ve hukuk mücadelelerinin gerilediği, herkesin her şeyi yapabildiği, krizleri yönetecek uluslararası kurumların ve kuralların çöktüğü bir dönemden geçiyoruz.
Üçüncüsü ve en önemlisi, Kürt meselesi 2015 yılına kıyasla daha karmaşık bir hale gelmiş durumda. Devlet, hükümet, Öcalan ve PKK’nin kontrol edemediği alanlar, konular ve aktörler çoğalmış durumda.
Yarına Dair: Hükümet, Kürt Siyaseti, Muhalefet
Yukarıda altını çizdiğim riskler dikkate alındığında, PKK’nin silah bırakma kararı vermesine kadar geçecek olan ve 2-3 ay olacağı tahmin edilen dönem kritik bir önem arz ediyor. Bu sürecin bir yol kazasına uğramadan selametle geçilebilmesi için hem devlete ve hükümete hem Kürt siyasetine hem de muhalefete önemli sorumluluklar ve roller düşüyor.
1 Ekim 2024 tarihinden bu yana kamuoyuna yansıyan yeni sürecin limitlerini esas olarak devlet belirliyor. Kimi itirazlar olsa da Öcalan ve PKK bu tutuma bugüne kadar rıza gösterdi. Devletin çizdiği sınırları üç alanda görmek mümkün: sürecin yöntemi, içeriği ve zaman yönetimi.
Göründüğü kadarıyla devletin ve Öcalan’ın bir yol haritası var. Ama kamuoyu açısından sürecin en belirgin özelliği belirsizliği. Nitekim bundan dolayı temkinli iyimserlik devam ediyor. Öcalan’ın çağrısı sonrasında bile bu temkinli iyimserlikte büyük bir değişim olmadı.
Bu belirsizlik bir yönüyle geçmiş üç süreçte birçok konunun konuşulmuş olmasıyla ilişkili. Ama bununla birlikte esas olarak süreci temkinli ve kontrollü yönetme ihtiyacından kaynaklanıyor.
Bununla birlikte, silahsızlanma sürecinin güvence altına alınması için bu belirsizliğin azaltılması, kamuoyu nezdinde güven artırıcı adımların atılması gerekiyor. Kanaatimce yerel seçimler sonrası muhalefetin başlattığı ama kısa zaman içerisinde gündemden düşen normalleşme tartışmalarına dönüş iyi bir başlangıç olabilir. Öte yandan, kayyımlar konusunda göreve iade gibi sembolik adımların atılması, anadil konusunda kimi reformlar ya da sinyaller, Demirtaş gibi sembolik isimlerin bu dönemde serbest bırakılması, yine Rojava konusunda daha barışçıl ve kapsayıcı bir siyasetin işaretleri toplumun güvenini büyütecek ve silahsızlanma konusunda olası yol kazalarının önüne geçecektir.
Sürecin selametle ilerlemesi için sivil ve siyasi Kürt hareketinin önünde birçok imtihan var. İlki ve belki en önemlisi, Kürt siyasi ve sivil aktörlerinin yeni döneme hazırlanması ve dönüşmesi. İkincisi, Kürt barışını Ankara’da bir siyasi rekabet unsuru haline getirmek. Üçüncüsü, Kürt barışını siyasal alanda demokratikleşme, ekonomik alanda eşitlik kaynağına dönüştüren, dış politikada ülkeyi demokratik dünyanın bir parçası kılmayı kapsayan uygulanabilir somut bir reform programının oluşturulması. Dördüncüsü, sürecin kendisinin bizatihi son 10 yılda büyük oranda tasfiye edilen sivil ve siyasi alanın yeniden kurulması için değerlendirilmesi. Beşincisi, bir yandan Türkiye ölçeğinde uzlaşı arayışını sürdürürken, öte yandan Diyarbakır’da, Hakkari’de, Van’da, Mardin’de Kürt mutabakatının inşasının sağlanması, Kürtler arası uzlaşı ve mutabakat sürecinin başlatılması. Son olarak, Kürt mutabakatının alanının genişletilerek sınır ötesi ölçeğe taşınması.
Son olarak, ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere, bir bütün olarak muhalefete büyük bir sorumluluk ve rol düşüyor. Bugüne kadar birçok muhalif parti sürece desteklerini açıkladılar. İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi ultra-nasyonalist partiler dışında muhalefet çoğunlukla sürece pasif destek sundu bugüne kadar. Çağrı sonrasında bu desteğin pro-aktif bir düzeye çıkması önemli. Zira söz konusu olan kısa vadeli siyasi rekabetlerden öteye herkesin geleceği.
Bu konuda özellikle CHP’ye büyük bir rol ve sorumluluk düşüyor. Aslında, CHP büyük bir fırsat penceresiyle karşı karşıya. Bu konuyu daha önce “CHP ve Kürt Barışı: Limitler, Potansiyeller, Fırsatlar” başlıklı yazımda tartışmıştım. Özetle, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP, büyük Kürt barışını bir siyasi rekabet konusu haline getirebilir; reformlar konusunda, hak ve hukuka dair düzenlemelerde AK Parti hükümetinin bir adım ilerisinde konumlanabilir. Bu anlamda Kürt barışı için yeni bir söylem çerçevesi inşa edebilir, somut reformlar konusunda öneriler geliştirebilir. En önemlisi 14’ü büyükşehir, 21’i il merkez belediyesi olmak üzere toplamda 400’ü aşan belediyede bir yerel icra makamı olarak bir arada barış içinde yaşamanın iyi deneyimlerini inşa ederek Kürt barışını yerelden kurabilir.