Türkiye’nin Kabul Günü: Onur Yürüyüşlerinin Tarihçesi
Işıl Kurnaz

Kabul günü, Türk Dil Kurumu’ndaki anlamına göre hanımların konuk ağırladıkları belirli bir gün. Sevgi Soysal’ın dilinde kabul günleri, Türkiye’nin kalbi. Bir tür siyasi dedikodunun ana membaı, Sevgi Soysal’a göre kabul günleri, Türkiye siyasetinin şaşmaz kaynağı.[1] Kabul günlerinin muhakkak kabul etmekle bir ilgisi de var tabii. Evin dışında bırakmamak, içeri almak, çay ikram etmek, dünya ile ev arasında aşılabilir bir sınır çizmek. Kabul gününe davet ettiğinizi, eve kabul edersiniz haliyle. O içeri girebilir olandır.

16 Haziran’da yani Onur Yürüyüşü’nün hemen öncesinde memlekette bir tür kabul gününün yasaklandığını duydunuz değil mi? Türkiye’nin kalbinde, Türkiye’nin kalbinin nasıl yasaklandığını… Yıldız Tar’ın haberinden öğrendik[2], Kadıköy Kaymakamlığı, LGBTİ+ Dayanışma Derneği’nin çay etkinliğini yasaklamıştı, İstanbul’daki “Tea&Talk” etkinliğinin yasaklama kararı, çay içme gününün yapılacağı kafeye tebliğ edildi. Tebliğde LGBTİ+’ların bir kafede oturup çay içmesi ve sohbet etmesinin uygun olmadığı yazıldı. Türkiye’nin kalbi, kabul etmeme günleri!

Hemen ardından 10 yıldır her Çarşamba bir araya gelerek okuma günleri düzenleyen Yoğurtçu Kadın Forumu’nun 21 Haziran’daki okuma günü yasaklandı. “Trans Çalışmaları: Cinsiyet ve Bilim” kitabının konuşulacağı gün sadece yasaklanmadı, polisler etkinlik katılımcılarının sadece dağılmalarını emretmedi, ayrıca civardaki mekanlarda da oturmayıp gitmeleri gerektiğini söyledi.

Kameron Hurley’in lamaların hikayesiyle başlayan o leziz yazısını okudunuz mu? “Biz hep savaştık: ‘Kadınlar, Sığırlar ve Köleler’ Kurgusuna Meydan Okumak” [3] Dünyanın hikayesini, erkekler, onların kadınları, sığırları ve köleleri anlatısıyla okumamanın yollarını gösteren bir yazı daha çok, anlatıyı oradan kurduğunuzda dünyanın yarısını nasıl da sildiğinizi, o tenhalığın nasıl da suç ortağı olabildiğinizi anlatıyor… Ursula L. Guin’in çuvalı gibi diyelim! Kadınlar, rüyalar, ejderhalar! Lamaların pullu olmadığına inanmak gibi bir şey. Hurley’in söylediği şey biraz da şöyle, kadınlardan ve erkeklerden sabit tarihsel kategoriler gibi bahsettiğinizde, şeylerin arasındaki çatlaklarda ve dikişlerde yaşayanları, savaşanları göremezsiniz. Hikâyenin ne hakkında olduğuna dair bir bilgi içerir bu, çünkü Hurley uyarır: “Kendi hayatlarımızda güçlü, açık sözlü, zeki, ürkütücü insanlar olan kadınları hikâyelerimizde siliyoruz.”

Silmenin kendisi, kabul etmeme. 21. Onur Yürüyüşü’nde olanları gördünüz değil mi? Ama öncesi de vardı, her şey gibi… Türkiye’de Onur Haftası, ilk kez 1993’te kutlanmak istedi. O zamanki slogan: “Özgür Cinsellik Haftası” idi. Valilik izin vermedi, yurtdışından destek için gelen heyet sınır dışı edildi. 1994’te Onur Haftası organize edildi, ilk Onur Yürüyüşü 2003’te, sadece 40 kişiyle yapıldı. 2013 yılındaki 11. Onur Yürüyüşünde bu sayı 100.000 kişiye ulaşmıştı. Çünkü direniş, direnildikçe büyüyordu. İstanbul’da 1993’teki ilk onur yürüyüşü denemesini Yıldız Tar’ın kaleminden bir isyanın tarihi olarak okuyorduk. [4]

O yürüyüşten sonra olan gözaltıları ve polis şiddetini Patikalar’da Mine Yanat anlatıyor [5]: “Karakolda şey vardı, bu eski dosyalar vardır, karton dosyalar, üzerinde şey yazıyordu, kurşun kalemle yazılmış: Eşcinsel terörist”

2015 yılından beri ise Türkiye’de Onur Yürüyüşleri büyük bir polis şiddetiyle karşılandı. Gözaltılar, darplar, sınır dışı edilmeler, civardaki kafelerde oturan makul şüphelileri dahi gözaltına almalar… Yakın tarihin de notuydu bu deneme tabii. 2016’da Trans Onur Yürüyüşü’ne ilk kez polis saldırmıştı, 2017’deki saldırıda şöyle söylenmişti: “Bize ikinci sınıf vatandaş gibi davranılmasına izin vermeyeceğiz!” 2019’da tüm İstanbul yasaklı alandı, sakıncalı sevgili diyelim. Daha sonra mahkeme, Valilik’in yasak kararını iptal etti ama bu iptal, yürüyüş yapılamadıktan sonraydı tabii.

Bu senenin, 2023’ün sloganı ise “Dönüyoruz”. Çünkü 2015’ten beri bastırılan o alanlara dönmemiz gerekiyordu.  Hikâyenin, kimin hikayesiyle ilgili olduğunu gösteren bir bilgiydi bu. 21. Onur Yürüyüşü’nde 113 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 5’i mülteciydi. İran, Rusya ve Portekizli mülteciler Urfa Geri Gönderme Merkezi’ne; Avustralya uyruklu mülteci ise Erzurum Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildi.[6] Sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya olan mülteciler, avukatlarıyla görüştürülmedi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı 2023 Onur Ayı’na yönelik bir dokümantasyon hazırladı.[7] Buna göre 3 il ve 1 ilçede Onur Ayı kapsamında yapılacak her türlü eylem ve etkinlik herhangi bir istisna olmaksızın yasaklandı; kaymakamlık ve rektörlükler yürüyüş olmayan etkinliklere yasak getirdi, fiziksel şiddetle eylemler bastırıldı, Türkiye’de 4’ü çocuk toplam 205 kişi gözaltına alındı, en az 2 kişi yaralandı, 2 ilde barolar tarafından yapılan 2 etkinliğe saldırı girişimi oldu. 2 ilde valiler sosyal medya üzerinden açıklama yaparak onur yürüyüşlerini hedef gösterdi ve yürüyüşlere izin verilmeyeceğini duyurdu. Melike Şahin ve Mabel Matiz’in Bursa ve Denizli’de vereceği 3 konser, yaptıkları açıklamalar gerekçe gösterilerek iptal edildi. Bunlar büyük iklimde yaşananlardı tabii, bir de küçük yerel gazetelerde çıkan “şu üniversitenin şu bölümünde eşcinsel bir profesör olduğu iddia edildi” şeklindeki Ortaçağ’dan kalan korkunç dedikodu-haberler var. Çünkü büyük sokaklar kadar arka sokaklarda da görünmez bir şiddet hüküm sürüyor. Çatlaklarda ve dikişlerde insanlar yaşıyor, çatlaklarda ve dikişlerde insanlara yaşam, yaşanılamaz kılınıyordu.

Onur Haftası, Türkiye’nin bir kabul günü de olabilirdi tabii, bir kabul etmeme ve dışarda bırakma günü de. Bu biraz da hikâyenin neresinden tutulduğuyla ilgili. Kadınları, diğerlerini, eşcinselleri, ötekileri kendi merceklerinden mi yoksa başkalarının bakışlarından mı gördüğünüze dair bir meseledir bu. Kabul günü aritmetiğinde kazanan çoğu zaman başkalarının bakışlarıdır. Ötekileri, ötekilerin merceğinden yani dışarıdan değil içeriden görebilmek için merceği önce kendi gözünüze yerleştirmeniz gerekir. Lamaların pullu olduğuna muhakkak inanmak gibi bir şey… Dünyanın yarısını silmek için nasıl da bilinçli bir tercih yaptığımızı anlatan o yazıda ne diyordu:

“Ancak dünyayı, çeşitli toplumsal cinsiyetlerden, karmaşık cinsiyetlerden ve henüz anlatılmamış biricik, tutkulu hikâyelere sahip bireylerden müteşekkil vızıldayan bir kovan olarak yeniden hayal ettiğimiz an, onları görmezden gelmek zorlaşır. Onlar artık “kadınlar, sığırlar ve köleler” değil, kendi hikâyelerinin faal oyuncularıdırlar.

Ve bizim hikâyelerimizin”

Sevgi Soysal’dan el arttırırsak, belki de sadece siyasetin değil, dünyanın en şaşmaz kaynağıdır kabul günleri. Ama bunun için öncelikle hakikati kabul etmek gerekir. Vardık, varız, varolacağız demek gibi, dönüyoruz demek gibi, ben yaşadıkça sen çıldır der gibi. Çünkü dünyayı yeniden hayal ettiğimiz o anda, dünyayı görmezden gelmek imkansızlaşır. Çatlaklarda ve dikişlerde yaşayanlar vardır, ama onları görebilmeniz için önce o bilgiye gözünüzü ve kulağınızı tıkamamanız gerekir. Çatlaklarda ve dikişlerde, hayat vardır.


[1] Sevgi Soysal, Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri, Der. İpek Şahbenderoğlu, İletişim Yay., s.397.

[2] https://kaosgl.org/haber/kadikoy-kaymakamligi-lgbti-larin-cay-icmesini-de-yasakladi

[3] https://www.punctumdergi.com/post/kameron-hurley

[4] https://tr.boell.org/tr/2022/06/21/adim-adim-istanbul-onur-yuruyusu-bir-isyanin-ozet-tarihi

[5] https://kaosgldernegi.org/images/library/2019patikalarweb.pdf

[6]https://www.evrensel.net/haber/493497/onur-yuruyusunde-gozaltina-alinan-yarali-multecinin-saglik-ggmdekilerin-avukat-hakki-taninmadi

[7] https://tihv.org.tr/wp-content/uploads/2023/06/2023-Onur-Ayi-Etkinlikleri-Hak-ihlalleri-TiHV.pdf